Ben Ben'im Egemen Alan'dan Adamus.
Ah, evet! Biraz önce deneyimlediklerimiz (videoya işaret eder) ve bizim son toplantımızı gerçekleştirdiğimiz Münih'te deneyimlediklerimiz gerçek ruhsallıktı - duyusallık, hissetme, duygulanma, mutluluk, her şey, otantiklik, çok, çok gerçek olmaktı.
Ruhsallıkla ilgili bir konsept var - bir tapınakta oturmak ve om yapmak - ve bunda karşı çıkılacak bir şey yok. Hepiniz bunu yaptınız ve bu sizi belli bir yere taşıdı. Ve ben sizin çoğunuzun arada bir hala tapınakların veya manastırların o çekimini hissettiğiniz biliyorum - "Ah, sadece o huzura geri dönmek."
Ama hatırlayın biz Gizem Okullarını kapattık. Onlar bizim küçük sığınaklarımızdı. Orası bizim şehir insanlarından uzak adamızdı. Orası bizim sessiz alanımızdı ama biz onları yüzlerce, yüzlerce yıl önce kapattık. Birçoğunuzdan ayrılmanız istendi. Ah, çok gözyaşı döküldü. Bazılarınız sizi oradan atıp arkanızdan kapıyı kilitlediğim için bana karşı hala hastalıklı hisler besliyor (bazı kahkahalar) ama ayrılma zamanıydı. Oradan çıkıp dünyaya girme vaktiydi.
Evet, sizin yine kendinize zaman ayırmaya ihtiyacınız var. Sizin yine doğada olmaya, kesinlikle müzik dinlemeye, Ben'im ile olmaya, bir olmaya ihtiyacınız var. (kameraya yaklaşır) Ah, bunu yapmayı seviyorum. Ben buradan doğrudan dünyaya bakabiliyorum. Evet.
Sizin arada bir böyle şeylere ihtiyacınız oluyor ama bu devir başka bir devir, başka türlü bir ruhsallık. Ve lütfen eğer istiyorsanız bana kızabilirsiniz ama biz om yaptığımız günlerin ötesine geçiyoruz. Sizin yaptığınız gerçekten de tamamen yeni bir ruhsallık oluşturmak, bunlar ifade etmek için daha iyi sözcükler bulunmuyor ancak hepsi Ben'ime, Öze dair disiplin içermeyen tamamen yeni bir gerçeklik. Kimin bunlara ihtiyacı var? Sizin bunlara gerçekten ihtiyacınız yok. Yaşadığınız tüm ızdıraba ve karmaya ve rutine gerek yok.
Bizim gittiğimiz yer birçok kişinin hoşuna gitmiyor, kafasını yana sallayan birçok kişi var, "Ah, bunlar pek ruhsal değil. Bunlar bu çılgın müziği çalıyorlar. Sonra da biliyorsun dans ediyorlar" deyip ayrılan birçok kişi var. (kahkahalar) Onlar Yeni Çağ insanları. (New Age) Bunlardan hoşlanmayan birçok kişi var çünkü onlar meditasyon yapma, bir guruya bağlı olma ve yaşamlar boyu - sadece tek bir yaşam değil bir sürü yaşamda - bu rutinleri yerine getirme kalıbına çok fazla bağlanmışlardır ve bu onlara belli dereceye kadar bir mutluluk verir. Ama mutluluk, "mutluluk" kelimesini çıkarmak isterdim. Ben hepinizin sözlüklerinden onu çıkarmasını isterdim. Mutluluk bir insan kelimesi.
Mutluluk
Diğer realitelerde "mutluluk" diye bir kelime, bir öz yok. Mutluluk bir insan kelimesi. O, yargılamaktan kaynaklanıyor. Mutlu musun,- üzgün müsün? Ama birisini tanımak amacıyla "Seni ne mutlu eder? diye sorunca cevabı aslında gerçekten bilmiyorlar. Onlar hep mutluluğu arıyorlar ama ona hiç ulaşamıyorlar. Bu, insan yargısı çünkü mutlu değilsen üzgünsündür. Şey, neden her ikisi de olmasın ki? Veya neden her iki kelime de çıkarılmasın? "Ben Ben'im. Ben insanım. Ben bir Üstadım ve benim, "Ben mutlu muyum?" şeklinde şeyler yaşamam gerekmiyor.
Ben burada size küçük bir ipucu vereceğim. Siz bu insan yaşamında veya herhangi bir insan yaşamında asla mutluluğa ulaşamayacaksınız. Asla mutluluğa ulaşmamak. Ben mutluluğu elde etmiş tek bir Yükselmiş Üstat tanımıyorum. Aydınlanma, evet. Farkındalık, kesinlikle. Ama mutluluk? Bu bir insan niteliği. Bu süper zeka olmak istediğinizi söylemek gibi bir şey. Bu asla olmayacak çünkü orada hala aptal olan o taraf var (kahakahalar) ve o da o süper zekayı biraz dengeleyecektir.
SART: Vay!
ADAMUS: Asla yeterince zeki olamazsın Sart. (kahkahalar artar) O halde hiç deneme bile. Salıver gitsin. Ve beyfendi bu ne olabilir? (Norveç'ten gelen ve cücelerden oluşan heykeli sorar)
LINDA: Ah, bu sensin Adamus.
ADAMUS: Ah!
LINDA: Ahh!!
ADAMUS: Bana benziyor. (komik surat ifadesi yapar; kahkahalar)
LINDA: Evet ben de öyle düşündüm. Ben de öyle düşündüm.
ADAMUS: Aslında evet ben bazılarınızın rüyalarında o şekilde belirebiliyorum, küçük bir cüce olarak. Ama sizin yapmanız gereken şeyi yapmanız gerekiyor. Nerede kalmıştık? Mutluluk.
LINDA: Cüceler iyi adamlardır.
ADAMUS: Cüceler iyi adamlardır. Bakın işte başlıyoruz. İyi ve kötü. Onlar mutlular mı? Geoff ve Linda burada mutlu mu?
LINDA: Yeterince. Yeterince mutlu. Yeterince Hoppe.
ADAMUS: Ama bak bu Cauldre mi? O diğer tarafa bakıyor.
LINDA: Ama mutlu bakıyor, kendi dünyasında.
ADAMUS: Ve ayakkabı giymemiş.
LINDA: Bunu düşünüyor, "Evet!"
ADAMUS: Ve sen sanki onu suya itme şakası yapacakmışsın gibi duruyorsun. (kahkahalar) Öyle gözüküyor.
KERRI: İt onu!
ADAMUS: Bir kez yaptı. Onu neredeyse öldürüyordu. Onu timsahlardan kurtarmak zorunda kaldım. Bu gerçek bir hikaye mi değil mi sevgili Linda?
LINDA: Gerçek bir hikaye. (kıkırdamalar artar)
ADAMUS: Mutluluk. Mutluluk. Bilirsiniz işte o zihnin bir oyunudur. O bir zihin - sizin bunun için kullandğınız bir kelime var. Ben bunu söyleyemem çünkü dört harften oluşuyor. "f" ile başlıyor ve "k" ile bitiyor. (Linda boğulur gibi olur) Ama bu... (kahkahalar) Bu zihnin...
LINDA: Berbat etmesi?
ADAMUS: Ben demedim. Mutluluğa ulaşmak zihnin bir oyunu. Sabah kalkarsınız ve "Ben bugün mutlu muyum?" diye sorarsınız. Peki şu nasıl, "Ben bugün buradayım. Ben Ben'im." Ve sonra bırakın birçok farklı hissin yer aldığı gerçeklik içeri girsin ve sizin bedeniniz biraz ağrıyabilir. Bazı günler öyle olabilir, bilirsiniz işte, şeylerin pek uyuşmadığı o insan günleri olabilir ne olmuş yani? Ne olmuş yani? Kendinize bunu deneyimleme izni verin.
Biz gördüğünüz gibi böyle müzik çalmak gibi şeyler yapıyoruz ve şayet ben birini kırdıysam özür dilerim ama aslında bunları kimseyi kırmak için yapmıyorum. Bilirsiniz işte bu aynı tonda giden bir Hindu müziği değil ve "Ting tong" şeklinde bir müzik değil (bazı kıkırdamalar) ama canlı canlı bir müzik ve duyusal bir müzik. Bu yeni ruhsallık. Umalım bunlar asla bir dine dönüşmesin ama bu, Dünya'da bulunan Ruhun (spirit) yeni duyusu ve bizim gittiğimiz yön de orası. Sizin yaptığınız şey bu.
Siz gerçekten de çığır açıyorsunuz. Yani bu sizin annenizin Yeni Çağı (New Age) değil. Bu tipik Yeni Çağ değil. Siz yaptığımız şeyler ile çığır açıyorsunuz ve bu zaman zaman meydan okuyor evet ama siz bilişinizi izliyor ve o tarafa gidiyorsunuz.
O halde hadi güzel, derin bir nefes alalım.
Bugün
Ben sizden bugün bir seçim yapmanızı isteyeceğim çünkü hayat seçimler ile doludur, az çok. İşte biz bugünkü Şaudumuzu da yapabiliriz - bu, bizim Transhüman dizisindeki son Şaudumuz, biz yeni bir diziye başlayacağız - ve burada oturan sizlere bağlı bu ve online izleyenler de oylamaya katılabilir. Siz bugün ciddi bir ders mi tercih edersiniz? Ben podyumdan ineceğim ve buraya geleceğim ve biz St. Germain'in ağırlıklı olduğu ciddi bir ders yapacağız – Saint-Germain (Fransız aksanıyla), sevgili Cauldre, “St. Germain” (Adamus Amerikan aksanını abartınca kahkahalar) Ya da biz eğlenebiliriz. Ben biraz kışkırtıcı olabilirim.
LINDA: Sen?!
ADAMUS: Olabilirim, evet. Eğlenceli ve büyüleyici olabilirim ve umarım size sahip olduğunuz bilgeliği yansıtabilirim. Ve ben size bunu çok iyi bir nedenden dolayı soruyorum, bunu birazdan açıklayacağım. O zaman ciddi ders isteyenler ellerini kaldırsınlar. (bir, iki el kalkar; bazı kıkırdamalar) Birkaç tane, peki. Ve şaka, kışkırtma, espri gibi şeyler, tipik Adamus'ı isteyenler. (birisi "Lanet olsun evet!" der ve bir sürü kişi el kaldırır) Sanırım biz kazandık. Ve şu anda tam olarak nerede olduklarını bile bilmeyenler (kahkahalar), onlar tamamen kayıplar, hiçbir şeyden emin değiller.
Bunu sormamın nedeni ruhsal ve metafizik dersler konusunda bir programlamanın var olması. Bir programlama var. İnsanlar sadece - nasıl denir - insan özelliklerinden farklı şeyler görmek istiyor. Ben insan oldum. Ben birçok niteliğe sahip yetenekli biri olabilirim. Ve bazı insanlar kanallık yapan kişinin koltukta oturduğunu görmek istiyor, gözleri kapalı bir halde, aslında izleyiciden gerçekten kopuk bir halde ve gerçekten de kendi içlerine çekilmiş gibi çünkü öyle farklı geliyor, farklı hissettiriyor. Onlar o şekilde programlanmışlar. Ve bir varlık kesinlikle şunu demez... (kelimeyi sessiz söyler) "f" ile başlayıp "k" ile sona eriyor. Onlar asla sikiyim demezler (kahkahalar) çünkü ah, ruhsal bir şey olması gerekir. Ve bir varlık asla ortalıkta dolaşmaz ve kıçta acı olmaz ve bunun gibi şeyler yapmaz. Yani onların beklentileri bazen hayal kırıklığı ile sonuçlanır. Onlar eski tarz istiyorlar çünkü onlar öyle rahat ediyorlar ve onlar sadece nispeten sıkıcı bir mesaj verilsin istiyorlar. Zihne ulaşan. Zihne ulaşır. Benim sorunum buydu.
Tobias'ın ayrılacağı zaman ben gelmeden önce benim gerçekten de bu grup ile çalışmayı isteyip istemediğimi düşünmem gerekti. (Adamus kıkırdar)
SART: Korsanlar!
ADAMUS: Korsanlar. Evet, evet. Ama sizin sevdiğim yanınız şu, ben sizin kendinizi başka bir tarzda açacağınızı biliyordum ve ben farklı bir tarz sergilemem gerektiğini biliyordum çünkü sizin tarzınız benim tarzım. Bunu siz istediniz.
Eğlenceli bir tarz talep edildi. Siz ortaya çıkmak istediniz. Siz diz çökerek ve kendinizi alçaltarak dizlerinizi yıpratmak istemediniz. Siz biraz gülmek istediniz çünkü hayat aslında oldukça eğlenceli. Sanki koca bir şaka gibi. Siz şu anda hayatınızdaki en kötü olduğunu düşündüğünüz şeyi yaşıyor olsanız bile sonunda her şey gerçekten büyük bir şaka gibi geliyor. Yani gerçekten öyle demek istiyorum. Hah.
Kendi kendime, "Ben bunu nasıl tasarlarım? Nasıl bir araya geleceğimizi nasıl tasarlarım? Bunun enerji modelleri nasıl olur? Ve bu zihinsel bir düşünce değildi. Ve bu arada siz oraya kendi başınıza gideceksiniz. Siz düşünceyi aşan enerji modellerine sahip olacaksınız. Siz zaten aştınız, biliyorum, çoğunuz. Siz şeyleri düşünmek yerine enerjilere şekil veriyorsunuz.
O yüzden ben işe yarayacağını hissettiğim bir enerji modeline baktım. O, her şeyden önce bedenli aydınlanma için burada bulunmayanları defedecekti.
LINDA: Aaah.
ADAMUS: Hemen yapılacak ilk iş buydu çünkü bunu yapmak her şekilde çok zordur. Ama eğer birçok kişi basitçe bu işin cazibesi için ve uykulu bir kanal ile uyutucu bir müzik ve uyku getiren birkaç laf için burada yer alacak olsaydı, onlar sadece bunun için burada bulunsalardı ve bu adanmışlık değil de bir hobi olsaydı bizde bir dengesizlik oluşmuş olacaktı. O nedenle hazırlığın bir bölümü onların gitmesi için bir yol bulmakla geçti. Onlar gerçekten enerjiyle, tanrısallığın insanlaştırılmasıyla başa çıkamayacak olanlardı. Ve ben Cauldre'den gözlerini açmasını ve ortalıkta dolaşmasını isteyerek ve ben kötü şakalarımı yaparak ve ben bayağı bir palavra atarak ki bunların hepsi kasten ve bir dikkat dağıtma olarak yapılmıştır, ben böyle yaparak tanrırallığı insanlaştırmak istedim. Siz onu çıkıp başka yerlerde aramayın diye ben onu bu realiteye getirmek istedim.
Yani öyle yapınca hala küçük bir insan hareket etmiş oluyor. Biz Jerry Lewis gibi hokkabazlık yapmayacağız ama biz Adamus gibi yapacağız, biz burada insanlaştırma gibi bir şey yapıyoruz.
LINDA: Kimse Jerry Lewis'in kim olduğunu bilmiyor. O, gerçekten çok yaşlı. (bazı kıkırdamalar)
ADAMUS: Kim Jerry Lewis'i tanıyor? Bütün Fransızlar Jerry Lewis'in kim olduğunu bilir. Yani çoğu Fransız demek istiyorum. Komedyen Jerry Lewis, surata pasta yapıştırma.
Yani sanırım biz her şekilde daha çok eğleneceğiz ve kışkırtacağız...
LINDA: Peki, hadi o zaman.
ADAMUS: … kızdırma ve…
LINDA: Tamam.
ADAMUS: Tamam.
LINDA: Sen o konuda uzmansın.
ADAMUS: Yani ben her ikisiyim diyerek rekor kıracağım. Her iki şekilde de yapabilirdim. Ben anlaşılması kolay bir ders işleyebilirim ya da biz biraz eğlenebiliriz ve tüm zamanı muazzam bir dikkat dağıtma ile geçirebiliriz - ben buna gerçek dikkat dağıtma diyorum - biz eğlenebiliriz ve tanrısal olanın harika bir şekilde içeri süzülmesine izin verebiliriz.
Siz bu şekilde bir şey öğrenebiliyor musunuz? Siz bir şeyler yaşıyor musunuz? Sanırım öyle. Burası kocaman, soğuk bir tapınak olsaydı ve biz içeri girseydik ve hepimiz keşiş gibi giyinmiş olsaydık ve tütsü yaksaydık korkunç olmaz mıydı? Ben böyle şeylerin bu grupta pek işe yarayacağını sanmıyorum. Sanırım siz mekanı yakıp küle çevirirdiniz.
LINDA: Pek iyi bir şey değil.
ADAMUS: Pek iyi bir şey değil.
Tamam, hadi o zaman bu Şaudumuza başlayalım.
Bağımsızlık Günü
Anlıyorum ki Amerika Birleşik Devletleri'nde bu hafta sonu Dört Temmuz Bağımsızlık Günü ve aynı zamanda Kanada Günü. "Eh." Dört Temmuz ve benim onunla özel bir bağlantım ve ona karşı özel bir tutkum var. Ben Amerika Birleşik Devletleri'ne çeşitli şekillerde, fiziksel olarak, bir gemiyle geldim. Farklı bir isim kullandım. Ben Saint-Germain Kontu olarak gitmek istemediğim için farklı bir isim kullandım. İngiltere'den geldiğimi söyledim. Soyadım Abbott'tu ve ben buraya geldim ve şimdi Bağımsızlık Bildirisi diye adlandırılan şey ile çok alakam oldu.
LINDA: Ah, tabii.
ADAMUS: Tabii ki. Hayır, bu çok gerçek bir hikaye ve benim Masonlarla çok güçlü bağlantılarım vardı çünkü o zamanlar Masonlar taş işçileriydi. Ve birçok kişi şunun farkında değildi, sizin locada olmanız şarttı ve loca Kilise tarafından kontrol ediliyordu ve Kilise sizi sadece siz şu konuda istekliyseniz alıyordu - öhöm - dikkatli... (Adamus para dağıtmaya başlar) Artık yanında fazla para taşımıyor. Sana vereyim... ah, Tanrım! Peki, işte... (Linda müdahale eder) Yapma. Öhöm. (bazı kahkahalar)
Yani Loca. Çalışmak için Kiliseye para ödemeniz gerekiyordu. Ve eğer siz Loca'ya dahil olmuyorsanız, uygun bir şekilde ödeme yapmıyorsanız çalışamıyordunuz. Yani Masonlar başlamıştı. Masonlar gizemlere dair iyi bir anlayışa sahiptiler. Onlar gerçekten anlıyorlardı. Onlar piramitleri anladılar. Onlar Kutsal Geometri ile ilgili birçok şeyi anladılar. Bakın Kilise buna izin vermezdi ama Masonlarda öğretiliyordu. Ve ben onların gizli bir topluluk olduklarını söylemek istemiyorum ama Masonların arasında kalan belli şeyler vardı. O nedenle ben onlar ile yakından çalıştım ve onlar gerçekten de beğenilesi insanlar - abartmıyorum; Linda hep benim hikayeleri abartıp abatrmadığımı merak eder ve ben çoğu zaman abartırım - ben George Washington ile yakından çalıştım.
LINDA: (kıkırdar) Tabii.
ADAMUS: Ben ona George derdim. (Linda yine güler) O bana Dick derdi.
LINDA: (yüksek sesle kahkaha atar) Ah, evet! Ben buna inanıyorum. (gülmeye devam eder ve bazı izleyiciler de ona katılır)
ADAMUS: Benim adım Richard Abbott'tu ve o bana arada Dick derdi. Şey, bunun nesi komik anlamadım. (kıkırdamalar artar) Richard, Dick, bir lakap mı? Aranızdan - lakabı olanlar var değil mi?
Yani George, “Dick” derdi. (Adamus kıkırdar), "Bunu nasıl yapacağız? Bağımsızlık Bildirgesi'ni nasıl ifade edeceğiz?" Ve biz Hancock ve Jefferson'ı temel aldık ve bunu herkesle olmasa da sahnenin arkasında birçok kişiyle paylaştık.
Şimdi Amerika Birleşik Devletleri denilen yer yeni bir dünya olarak sunulmuştu. Her ne kadar gerçek anlamda özgür olmasa da orası özgürlüklerin yeriydi. Orası asla özgür olmadı. Orada özgürlük olduğu varsayılıyordu ama aslında buraya ilk gelenler Kiliseye çok bağlıydı, orada müthiş bir özgürlük yoktu. Eğer İngiliz Kilisesi'nin bir üyesi değilseniz diğer dinlerden çok korkuyordunuz - ve ben bu nedenle İngiliz olmayı seçtim ki ortalıkta daha iyi dalavere çevirebileyim diye - ama burası dünyanın her yerinden gelen insanların birleşmesi ve belli özgürlüklere sahip olunması için tasarlanmış bir yerdi. Orası demokrasi için olmadığı gibi Cumhuriyet için de tasarlanmamıştı ama orada insanların sesi çıkıyordu ki onlar gerçekten de dünyanın çoğu yerinde, özellikle Avrupa'da bunu yapamıyorlardı.
1700'lerin başından sonuna kadar Avrupa'yı yeniden birleştirmek büyük çaba istedi ve bu bir dereceye kadar işe yaradı. İnsanlar bir dereceye kadar eskisinden daha fazla özgürlüğe sahip oldular ama bu başka şeyler arayan insanların isteklerini karşılamadı. İşte o nedenle o kadar çok insan kelimenin tam anlamıyla dünyanın her yerinden buraya geldi. Burası belki Brezilya'dan sonra dünyanın en çok uluslu ülkelerinden birisidir. Dünyanın her yerinden gelenler dini özgürlük, çalışma özgürlüğü aradılar, çok tuhaf ama onların çoğu sözleşmeli hizmetkarlardı. Onlar buraya gelmek için genellikle 10 yıl boyunca köle olmayı kabul ettiler. Ama onların kendi yaşamlarından 10, bazen 15-20 yıl vermeleri onlar için çok şey demekti, ailelerini getirselerdi, onlardan sonra gelenlerin hayatlarında çok daha fazla özgürlük olacaktı.
Orada yapılanlara karşı büyük bir tutku besliyordum çünkü ben bunların dünyaya yayılma potansiyeli olduğunu biliyordum, bir dereceye kadar oldu da. Bu arada Amerika'nın yedeği olarak, yedeği, şeylerin burada pek iyi gitmediği durumlarda Ah-taRa vardı, Avustralya. Ve bir açıdan Avustralya da bir hapishane kolonisiydi. Oraya gidenler sizin arkadaşlarınızdı, hücre arkadaşlarınız. Orası özgürlüğün talep edildiği bir yerdi aslında çünkü hapse girenlerin çoğu hapse yalan bir şekilde girdiler.
İşte hem bu olanların dinamiği, hem de aynı zamanda Avrupa'nın değişimlerden geçmesi, politik değişimler, krallıklardan ve krallardan uzaklaşmak - çok işti. Bunlar çok meydan okuyan şeylerdi. Hükümdarlar ya da krallar güçlerini teslim etmek istemiyorlardı. Bir açıdan başka bir seçimleri yoktu çünkü şey, o zamanki köylüler, insanlar onları basitçe öldürecek kadar isyankarlardı. Ve yaklaşan Bastille Günü gibi şeylerimiz var, hapishanelerin açılması ve insanların dışarı salınması.
Ama ben bunu tamamen şu sorudan dolayı şimdi gündeme getiriyorum, "İnsanlar gerçekten özgürlüğe hazırlar mı?" - bu benim yıllar önce bir Şaudda ortaya attığım bir soruydu ve insanlar buna çok kızdılar - ama ben hala jürinin orada olduğunu ve muhtemelen hayıra doğru bir eğilim olduğunu iddia ediyorum, onlar hazır değiller. Bazı ögürlükler için evet ya da benim taklit özgürlük dediğim şey için, bunun nedeni sadece sizin o gün siyah çorap mı, beyaz çorap mı giyeceğinize kendinizin karar verebilecek olmanız ama bazen hapistekiler bile o özgürlüğe sahiptir. Çalışma özgürlüğüne. Şey, ne kadar aptalca değil mi? Çalışma özgürlüğü. Neden çalışmak isteyesiniz ki? Siz işinizi kendiniz seçebiliyor olsanız bile neden bir işe gitmek zorunda kalasınız ki? İşten keyif almanızın dışında neden çalışasınız? Bu özgürlük değil.
İnsanlar kendi özgürlükleri için, hipnozun olmadığı bir özgürlük, tanrısal olma özgürlüğü, zihnin ötesine geçme özgürlüğü için gerçekten hazırlar mı? Sanırım şu anda bizim, sizin ve benim üzerinde çalıştığımız özgürlük en büyük özgürlük, zihnin ötesine geçme özgürlüğü ve ah çok zor, ah çok zor, kısmen öyle çünkü siz programlandınız. Hipnotik bir şey. Ondan kurtulmak imkansız değil. Bastille'in kapılarını açıp öylece yürüyüp çıkmak imkansız değil - ya da hayvanat bahçesinden ya da her neyse biz burada şöyle demek istiyoruz - hiç de imkansız değil ama bunu yapacak çılgın bir kuş gerek. (bazı kıkırdamalar) Gerçekten öyle.
Sizi orada şimdiye kadar tutan sizsiniz ve büyük oranda sizin atalarınız ve onların düşünce kalıpları. Kitle bilinci sizi orada tuttu. Siz orada tutuldunuz çünkü siz yanlış bir şey yapmak istemiyorsunuz. Siz bir deli gibi görülmek istemiyorsunuz. Siz kalabalıkta durmak istemiyorsunuz. Ve birçoğunuzun delireceğine dair çok derin bir endişesi var, çok derin bir endişesi. Bazılarınız bunun sınırındasınız, bazılarınız da bunu geçmişte yaşadınız - ya da depresyon veya diğer psikolojik hastalıklar gibi - yani siz o durumda olmanın nasıl bir şey olduğunu biliyorsunuz.
Bazılarınız uyuşturucu veya alkol kaynaklı hallerde deliliğe oldukça yakın oldunuz, kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu hissetmek için, sahip olduğunuzu sandığınız son kimlik kırıntılarına tutunmak; sadece sanki hız yapıyormuş gibi hissetmek, sanki bakşka bir şey yokmuş gibi o kimliğe tutunmak ve zihinsel olarak delirmenin nasıl bir şey olduğunu tam olarak hissetmek. Ve bu çok korkunç bir his, kayıp bir his.
Ben size şunu hemen şimdi söyleyebilirim eğer siz burada bulunuyorsanız, eğer siz bunları dinliyorsanız delirmeyeceksiniz. Siz delireceğinizi düşünebilirsiniz ama siz gerçekte delirmeyeceksiniz. Delirmeyeceksiniz. Tıpkı bir silah kapıp dışarıdaki insanları vurmayacağınız gibi, tıpkı başka bir kötü ilişkiye girmeyeceğiniz gibi, tıpkı diğer insanlara hatta belki kendinize bile kötülük etmeye devam etmeyeceğinz gibi delirmeyeceksiniz de. Siz şimdi çok ileridesiniz. Çok ileride. Hala korku, endişe orada, "Ben salıverirsem ne olur? Eğer ben kendimi özgürleştirirsem, gerçekten aptalca bir şey yapar mıyım? Ben başkasına kötülük mü yapacağım?" Ve bildiğiniz gibi siz başkasından çok, hatta bir hayvandan, bir evcil hayvandan bile daha çok kendinize zarar verirsiniz. Siz bunları daha çok kendi üzerinize alırsınız çünkü şey, siz güçlüsünüzdür ve nasıl üstesinden geleceğinizi bilirsiniz. Siz büyük oranda ondan nasıl kurtulacağınızı bilirsiniz.
Yani özgürlük, o soru, insanlar özgürlük için gerçekten hazırlar mı? Muhtemelen değil. Muhtemelen değil. Özgürlüğün ne olduğunu tartışsak, bu, uzun bir tartışma olurdu. O sadece istediğin yerde tapınma yeteneği değildir ya da belli bir işin olması imkanı değildir ya da sabah üçte kalkıp duş almak değildir. Bu tip şeyler gerçek özgürlük değildir.
Özgürlük gerçekte sizin içinizdedir. Özgürlük kendinizi çok aşina olduğunuz insan parçanızdan özgürleştirmenizdir - zihinsel olandan, fiziksel olandan, korkulardan, sınırlamalardan. Onlar bir açıdan böyle rahatlar. Ama gerçek şu ki siz hala onu düşündüğünüzü düşünseniz bile, siz homurdansanız bile, ya da sanırım şöyle diyorsunuz siz iki arada bir derede kalsanız bile olacak. Olacak. Siz bu yaşamı o özgürlük için yaşıyorsunuz.
Siz buraya karmanızı yaşamanız için gelmediniz. Siz buraya sadece anne olmak için gelmediniz. Siz buraya özgürlüğünüzden başka bir şey için gelmediniz ve siz buraya bu konuda çok, çok net geldiniz. Bu o yaşam olmalıydı.
Fark ediyorsanız son zamanlarda her şey çok, çok hızlı, çok hızlı geçiyor; o kadar hızlı ki yetişemiyorsunuz, bu iyi bir şey. O şekilde tasarlanmıştı. Herkese hızlı geliyor diye bir şey yok. Şu anda bir sürü insan sıkılıyor ama sizin için çok hızlı geçiyor çünkü şeyler değişiyor. Zamanda bozulma. Çoğunuz zamandaki bozulmayı hissediyorsunuz. Hızlı geçiyor veya bazen yavaş geçiyormuş gibi geliyor. Ama şimdi her şey çok hızlı oluyor. Biyolojik sisteminiz, zihinsel sisteminiz çok hızlı, çok hızlı gidiyor.
Tarih Belli
Değişimler yakındır. Ben bu konuda sürekli ve sürekli konuştum, değişimler yakında. Ben geçen ayki Şaudda Cauldre'nin ve birkaç kişinin şoke olmasına rağmen bile söyledim, bilirsiniz işte, bunlar siz bir kez aydınlanmanızın üzerinde çalışmayı kestiğinizde, siz disipline etmeyi bıraktığınızda, siz tüm o araştırmayı, aramayı bıraktığınızda, siz sabahları kalkıp, "Şey, aydınlanma yolumda bir gün daha" demeyi bıraktığınızda, siz bir kez o gürültüyü kestiğinizde; siz bir kez haftada iki ruhsal kitap okumanız gerekiyormuş ya da bu konuda başarısız olacakmışsınız gibi hissetmeyi bıraktığınızda; siz bir kez gerçeği bulma takıntınızı bıraktığınızda olur - takıntıdır çünkü tek bir gerçek yoktur; her şey gerçektir. "Ve." Siz bir kez o o gürültüyü kestiğinizde, o zıvanadan çıkmış nevrotik işlere bir son verdiğinizde ve derin bir nefes aldığınızda - derin bir nefes alıp izin verdiğinizde - tarih ayarlanır. Harfi harfiyen diyorum.
"Ah, aylık programımı yerine getirmeliyim ve belki seneye aydınlanma gelir, belki de bundan uzun bir zaman sonra." Tarih belli belirsizdir. Tarih sisler içindedir. Gerçekte belli değildir. Ama bilebilirdik demek istiyorum, ben size sizin geleceğinize yolculuk yaptırsam birçok, birçok, birçok, birçok tarih görürdünüz. Ve onlardan bazıları sis içinde olurdu, bazıları görülemezdi ama siz birçok tarih görürdünüz çünkü tarih henüz belli değil. Onların hepsi sadece potansiyeller. Hepsi de orada süzülüyorlar, büyük bir potansiyeller denizi ama siz bir kere durup derin bir nefes aldığınızda, "Ben Buradayım, Ben Ben'im" diye, siz derin bir nefes aldığınızda ve Size izin verdiğinizde, insan parçanıza ve tanrısallığınıza izin verdiğinizde hangisi olduğu, o tarihlerden hangisi olduğu belli olur.
Siz onu düşünmezsiniz. Siz, "Şey, yeterince izin verdim mi? Ben izin verirken doğru renkte kıyafet mi giymiştim? Yemek - aman Tanrım bir hafta önce biraz et yemiştim. Ben vejetaryenim ama kaçırdım işte ve 'Ahh olmayacak' mı?" diye merak ederseniz, o zaman olmaz. Ama eğer siz kendinize karşı gerçekten otantik olabilirseniz, "Ben Ben'im" hemen hemen "Lanet olsun umurumda değil" gibi bir tutumdur ama olumsuz değildir. "Benim hiç umurumda değil çünkü tarih belli." Sizin bilmeniz gerekmiyor, tarihin özellikle hangi gün olduğunu - aslında o böylece algının dışına itilmelidir - ama ah! Tarih bir hafta içinde olarak ayarlandı, siz gerçekten izin verdiğinizde kesinleşecek. Sizin ondan sonra onun için artık hiç endişe etmeniz gerekmez. Sizin, "Ben nasıl becereceğim? Ben şimdi ile aydınlanma arasındaki bölümü nasıl yöneteceğim?" diye endişe etmeniz gerekmez. Gerekmez. O size gelir. O basitçe olur.
Tabii size seçim hakkı verildi ve siz büyük oranda kendi çarpık realitenizi yaratabilirsiniz ama o size gelir. Ve bu tuhaf bir histir - "O basitçe bana geliyor." Şimdi, evet, siz hala çalışma ve alıştırma gibi şeyler yapıyor olabilirsiniz ama onun için üzülmüyorsunuz. O basitçe burada. Tarih ayarlandı ve bu siz de öleceksiniz anlamına gelmez. Bu sadece tarihin ayarlandığı anlamına gelir. Doğrusu, o, ölümün kendisi ile ilgili programı tamamıyla değiştiriyor. Onu başka bir yerde değiştiriyor.
Ve sonra karşımıza Kuthumi'nin geçen Münih'te yaptığımız son toplantımızda gündeme getirdiği soru çıkıyor, "Tanrım, ben ne yapacağım? Ben artık aydınlanmamın üzerinde çalışmıyorum çünkü o basitçe olacak. Ayy, Tanrım ben arkadaşlarımın çoğunu kaybettim. Benim eskisi gibi tutkum kalmadı. Ben ne yaparım?" Bunlar bir insana ait sorular. Mutlulukla ilgili şeyler gibi, biliyorsunuz işte, "Ben mutlu muyum? Ben ne yapacağım?" Bunlar sözlükten çıkıyor. Onlar artık varlıklarını sürdürmüyorlar. Onlar zihin oyunu oynamıyorlar, zihin oyunu, "Ben ne yapacağım?"
İnsanların hep bir şeyler yapma zorunluğu olduğunu düşünmeleri tuhaf değil mi? "Şey, evet ama o zaman ben sadece sabahları kalkarım ve şişmanlarım ve ben... işe yaramaz olurum." Kapa çeneni insan. Sadece bir dakika sus çünkü Kuthumi'nin işaret ettiği gibi her şey konuşmaya başlayacak. O tam anlamıyla bunu yaptı. O sadece yürümeye başladı.
Bunu hayal edin. Onun tımarhaneden çıktıktan sonra nereye gideceği konusunda bir fikri yoktu ve umurunda da değildi. (Adamus kıkırdar) Aydınlanma yolunda komik bir şey oldu. (bazı kıkırdamalar) Ama o bunların onun hayatının en iyi iki yılı olduğunu iddia ediyor, hep kendi kendine saçmalayan, lazımlık kullanan biri. İyiydi diyor. En iyi deneyimdi diyor. O, bu zahmetli, acı veren, pek keyifli olmayan hayatı bir yaşamdan diğerine uzun bir süre ve yavaş bir şekilde yaşayabilirdi ve şöyle dedi, "Ben basitçe sona erdireceğim, iki yıl o kadar." İşte o zaman, o, Kuthumi oldu ve o zaman yürümeye başladı. Nereye gittiğini bilmek zorunda değildi. Her şeyin yolunda gideceğini biliyordu ama bunun nasıl olacağını bilmek zorunda değildi. Sorun bu. Siz, "Şey, peki ben dünyayı gezeceğim" deyip plan yapmaya başlıyorsunuz. Hayır, hayır. Siz sadece derin bir nefes alıyor ve izin veriyorsunuz ve oluyor. Çok basit, çok güzel şey.
Ama o sonra her şeyin kendisiyle konuştuğunu duydu, bunları daha önce gerçekten hiç duymamıştı. Belki küçük bir çocukken biraz. Aniden kelimenin tam anlamıyla ağaçlar onunla konuşmaya başladı, "Hey insan! Hey insan!" diye. Ve Kuthumi, "Vay, ne? Ağaçlar konuşuyor." Sonra kalkıp kimsenin izlemediğinden emin olarak, "Hey, ağaç! Nasılsın?" diye sordu. Agaç, "Hey, tam anlamıyla topraklanmış vaziyetteyim. (bazı kahkahalar) Evet ama kollarıma ayrılmak gerçekten hoşuma giderdi. Ben devamlı burada oturuyorum." dedi. (kahkhalar artar) Melek mizahı.
Onlar kelimelerle konuşmazlar - şey, bazen - ama enerji ile konuşurlar. Ve siz o kuşları ve ağaçları ve balıkları ve suyu ve havayı aslında oldukça eğlenceli bulacaksınız. Onlar zihinde öyle sıkışıp kalmamışlardır. Onlar bir zihne sahip değiller. Onları hissettiğinizde oldukça eğlencelidirler. Fıkra anlatmazlar, bilirsiniz işte. Benim kadar eğlenceli değillerdir. Onlar sahneye çıkıp şaka yapmazlar ama şeyleri çok farklı bir şekilde algılarlar. O kadar masumlardır ki. Gerçekten bir masumiyetleri vardır. Onlar frtına çıkar veya yıldırım düşer diye endişelenmezler. Onlar her şeye izin verirler. Onlar sizin gibi ruhlu varlıklar değiller. Onlar zihinsel zekaya sahip değiller. Onların iPad'leri veya laptop bilgisayarları ya da onun gibi şeyleri olmayacak. Onlar basitçe varoluşun tadını çıkarıyorlar ve gerçek bir mizah anlayışına sahipler.
Kuthumi öyle yaptı. Dışarı çıktı ve her şeyi hissetmeye başladı, plansız ve her şey konuşmaya başladı.
Lütfen bunu anlayın. Bedenli aydınlanmasını gerçekleştirmiş insan için asla sıkıcı bir gün olmaz. Asla. Her şey canlanır. Siz insanın gündelik yaşamının ne kadar sıkıcı olduğunu fark ettiğinizde ağlayacaksınız. Siz muhtemelen zaten bununla ilgili bir şeyler seziyorsunuz. Rutinler ve kalıplar ve cansızlık, ağlayacaksınız. Ama asıl noktaya gelirsek, neydi...
LINDA: Sen konuşmana başladın mı? Tam 45 dakika oldu.
ADAMUS: Hayır, hayır, hayır, hayır, hayır. Henüz başlamadım. Başlayacağım. Eğleniyorum. Bu benim...
LINDA: Evet, evet.
ADAMUS: Ben izin istedim tamam mı? Peki. Ve aslında dedim ki...
LINDA: Bu bir numaralı eğlence mi yoksa bir numaralı sahne mi?
ADAMUS: Ben, "Siz sıkıcı bir konuşma mı, sahne konuşması mı, ders mi yoksa eğlence mi istiyorsunuz?" diye sordum. Sanırım ikisinin arasında bir yerdeyiz. (birisi "Haha" der) heh, heh. (kahkahalar) Bizim ön sırayı gerçek adanmışlara ve inananlara ayırmamız gerekir. (Adamus kıkırdar)
Yani sevgili dostlarım özgürlük. Bunu şimdi gündeme getirmek istedim çünkü siz o tarafta gidiyorsunuz ve oraya ulaşmak için çaba harcamıyorsunuz. Oraya ulaşmak için izin veriyorsunuz. Bir çalışma yok. Şuna benziyor; Bastille'in kapısı zaten açık. Zaten açık ve iş şimdi sizin, "Hadi çıkalım." demenize kaldı. Bu, hım... buna birazdan değineceğim ama... evet.
LINDA: Bir yudum kahve iç.
ADAMUS: İçtim. Çok içtim. Şu anda salonda olanlarınıza ve online izleyenlerize o kadar çok şey oluyor ki. O kadar çok şey. Siz çok şeyi bıraktınız. Yani gardınızı indirdiniz demek istiyorum. Siz insan zihnini bıraktınız. Siz basitçe izin veriyorsunuz ve bu çok iyi bir şey. Belki de oturup bir süre om demeliyiz. (kahkahalar) Sadece bırakın.
Ama benim her zaman olduğu gibi bir sorum var. Benim size bir sorum var. Linda mikrofon lütfen. Evet.
LINDA: Zevkle.
Günün Sorusu
ADAMUS: Bu bölüm gösterimizin kızdıran bölümü olarak kabul ediliyor. Benim en sevdiğim bölüm çünkü bu sizsiniz. Sizsiniz. Etkileşim. Ben hep burada otursam ne kadar sıkıcı olurdu ama ben eğleniyorum.
Tobias'ın soru-cevap yaptığını hatırlıyor musunuz? Evet, evet. Eğlenceli değil miydi? (birisi "Evet!" der)
LINDA: Hayır!
ADAMUS: Hayır. Hayır. Ben de yapıyorum ama soruyu ben soruyorum.
Günün sorusu şöyle eğer siz - bu konuda bu kadar açık olmaktan nefret ediyorum ama - eğer siz bugün ölecek olsaydınız - bugün! - ne yapmadığınızı hissederdiniz? Pişmalığınız ne olurdu? İlk sırada yer alanı seçin. Size ne, "Aman Tanrım!" dedirtirdi? Ve bu soruyu sormamın nedeni geçen hafta bir çift vardı - bir erkek ve bir kadın gibi bir çift değil eh - ama geçen hafta benimle birlikte olan iki kişi vardı, iki özel insan diğer tarafa geçti - Şambra. Bu arada 33 tanemiz oldu. Farkındalığına gerçekten izin vermiş otuz üç kişi ve inanır mısınız onlar en sessiz olanlar.
LINDA: Mmmm. (birisi "hayır" der)
ADAMUS: Hayır. Hayır, hayır, hayır. Yani onları görmüyorsunuz anlamında dedim. Fazla ses yapmıyorlar. Onlar sessiz olanlar. Otuz üç, biz oraya gidiyoruz. Cehennem kadar yavaş ama oraya gidiyoruz. (bazı alkışlar) Evet, evet. Alkış ışığı yanınca alkışlıyorsunuz. Gülme ışığı yanınca gülüyorsunuz. (Adamus kıkırdar)
O halde soru ve bunu geçen hafta iki kişi geldi ve beni bunu sormaya teşvik ettiği için sormuyorum ama bu, Şambra geçiş yaptığında çok, çok sık oluyor, onlar bedenlerinden ayrıldıklarını fark ediyorlar. Fark ediyorlar, "Aman Tanrım! Onu arkamda gezegende bıraktım." Ben de o zaman şöyle diyorum, "Hey, ayrılırken arkanı temiz bırakır mısın? Bedenini buraya getir." diyorum. Ama onlar daha köpekleriyle ve aileleriyle bile karşılaşmadan ağıt yakmaya başlıyorlar, isteseler bunu benim yanıma gelip, "Ahh" "Vah" demeden önce yaparlardı. Bilirsiniz işte siz de olsanız öyle düşünürsünüz, "Haaah! Ahhh! Diğer taraftayım ve burada İsa değil St. Germain! var.” (kahkahalar)
LINDA: Ayy!
ADAMUS: Öyle yapanlar oldu. "Aman Tanrım ben mor aleve geldim. Ben - ah! - seninle buradayım! Diğer herhangi bir Yükselmiş Üstattan daha fazla eğiten Yükselmiş Üstat. Ün sahibi..." diyenler. Peki. (kıkırdamalar artar)
Yani sorun buydu, henüz her şeyi tanımamışken - ben, ben o noktada sadece bir sokak lambası direğiyim - ve onlar, "Ahhh, ah, ah, ah! Şunu yapmadığım için pişmanım. Bunu yapmadığım için pişmanım." diyorlar. Ve ben onların pişmanlıklarını yaşamalarına izin veriyorum ve onlar sonunda benim bir lamba direği olmadığımı fark ediyorlar, ben Adamus Saint-Germain'im ve onlar çok etkileniyorlar. Ve onlar daha sonra oraya yeniden ne zaman gidebileceklerini merak ediyorlar. Ben, "Hayır, hayır, hayır, hayır, hayır, hayır. Tüpü kapattım. Yeniden gitmeyeceksiniz. Biraz burada kalacaksınız. Biraz konuşmamız gerek." diyorum.
Ama daima pişmanlık var ve çok ilginç. Ben biraz çalışma yapacağım, ben Yükselmiş Üstatlar Kulübü'ne geri dönüp ruhsal psikoloji üzerine çalışma yapacağım. Kendisini bedenli Farkındalığa adamış hakiki ruhsal yolda gidenlerin pişmanlıkları nelerdir? Sorunlar neler? Ve ben bu yüzden soruyu sordum. Linda mikrofon lütfen. Siz bugün pat diye düşseniz pişmalığınız ne olurdu? Ve Linda'nın size mikrofon vermesi sizin devam edeceğiniz anlamına gelmez. Merhaba Ricki. (bazı kıkırdamalar)
RICKI (kadın): Merhaba.
ADAMUS: Bu bir varsayım.
RICKI: Evet.
ADAMUS: Sana öyle olmayacağını garanti edebilirim.
RICKI: Güzel.
ADAMUS: Güzel. Bilirsin işte ama fark eder mi?
RICKI: Hayır ama ben nihayet oraya ulaşmış olmayı ve farkında olmayı ve muktedir olmayı anlama şansına sahip olmazsam gerçekten pişman olurum gibi hissediyorum - senin konuştuğun her konu sıkıcı değil.
ADAMUS: Ah. Hayır, hayır.
RICKI: Bütün anlattıkların. Ben deneyimlemek isterim.
ADAMUS: Yani ben lamba direğiyim, sen geçiş yaptın. "Aman Tanrım!" diyerek. Ne kadar yakın olduğunu düşünüyorsun? Şöyle diyeceksin, "Ben..." Ne kadar yakınım?
RICKI: Ben uzun zamandır onun bir adım ötede olduğunu hissediyorum, o adımın nasıl atılacağı konusunda bir fikrim yok, o hariç. Yani...
ADAMUS: Ah.
RICKI: … Orada kalmayı sürdürecek ta ki ben...
ADAMUS: Biraz ağırbaşlı bilge öğüdü verebilir miyim?
RICKI: Evet.
ADAMUS: Bırak o sana gelsin.
RICKI: Evet.
ADAMUS: Evet, adımlar yok.
RICKI: Hayır, katılıyorum.
ADAMUS: Artık adım yok.
RICKI: Evet.
ADAMUS: Hiç yok. İzin ver o sana gelsin. Adım bu. Son adım bu. Yaşamlar boyu birçok adım attıktan sonra son adım durmak, derin bir nefes almak ve onun sana gelmesine izin vermek.
RICKI: Evet.
ADAMUS: Sonra o zihinsel şeyi yapmamalı, "Ne zaman gelecek? Ben onu hissetmiyorum." Kapppa çeneni! İzin ver. Fark etmez. Fark etmez. Defalarca ve defalarca söyledim bunlar yaşanan bütün yaşamlar arasında en iyi zamanlar. Siz bunun hala farkında değilsiniz ama aslında siz onu alıyorsunuz. Evet.
RICKI: Evet.
ADAMUS: Peki o zaman. Bu iyiydi. Sanki, "Ah, lanet olsun! Yapmak istedim." der gibi. Ben size bu konuda küçük bir ipucu vereceğim. Ben geçen Norveç'teki grubumuza hitap ettim, cüceler diyarına (bazı kıkırdamalar) ama ben onlara ilk günden şunları anlattım, "Benim için sizler sadece ölüsünüz. Siz sadece ölüsünüz. Sizler yürüyen, yaşayan ölülersiniz." Bu, salonu biraz sarstı ve bilirsiniz işte onlar ağlamayı kestiler - şaka yapıyorum, Norveç - ben sizin zaten ölü olduğunuzu düşünüyordum. Bakın, ölüm sizin fiziksel bedeni terk etmeniz gerektiği anlamına gelmez. Ölüm bir geçiştir, ben ölümü yaklaşmakta olan yeni ve geliştirilmiş Ölüm Rüya Yürüyüşü versiyonunda anlatacağım. Ölüm fiziksel bir şey değildir ve o gerçekten de zihniyetten, inanç sisteminden çıkarılması gereken şeylerden birisidir. Ölüm sadece başka bir yaşam şekline, başka bir algıya geçiş yapmak demektir. Yani siz aslında zaten ölüsünüz ve bu iyi bir şey çünkü siz artık bir yerde kilitli değilsiniz.
RICKI: Evet.
ADAMUS: Siz bir tür - zombi değil - ama siz her şeyi salıverdiniz. Siz ataları salıverdiğinizde, siz bedenle ilgili her şeyi ve karmanızı ve geri kalan her şeyi salıverdiğinizde bir ölü kadar iyi olursunuz ve bu iyi bir şey. Bu konuda dediğimi yapabilirsiniz. Bunu bir sonraki doğum gününde pastanın üzerine yaz Şambra. "Çok ölüyüm!" (kahkahalar) Siz bir kez ölüme gülebildiğinizde, "Ha, ha,ha, ha! Ben ölüme gülüyorum. "Ben!" Bir kez ölüme gülebildiniz mi aydınlanmanın gerçekten de son engellerinden birini aşmış olursunuz çünkü insanlar hala ölümden korkuyorlar ve buna gerek yok. Aslında eğlenceli bir şey.
(duraklama)
RICKI: Evet.
ADAMUS: Burada fazla tepki yok. "Peki. Bunu bugün denemeyeceğim." türden şeyler. Ama dediğimi hatırlayın, ölüm fiziksel bir şey değil. Şey, aslında öyle; siz şimdi fiziksel ölüm yaşıyorsunuz ama bu daimi olarak o bedeni terk edeceksiniz anlamına gelmez. Bu sadece eskinin Ben'im'e yer açmak için yok olması demektir ve Ben'im gerçekten büyüktür. Ben'im gelip varlığınızın kıçına tekme atacak olandır ve sizin ona yer açmanız gerekir. Sizin ölmeniz gerekir. Evet.
Ben Ölüm Rüya Yürüyüşü için ısınıyorum.
Ölüm, hadi onu şimdi aklımızdan çıkaralım. Ölüm bu fiziksel bedeni sonsuza kadar terk etmek demek değildir. Öyle değil. O çok, çok eski bir kavram. O en az dört ya da beş milyon yıllık bir kavram. Bu gerçekten de uzun bir süre. Ölüm basitçe başka bir gerçekliğe geçmek demektir. Bir evrimdir. O kendisine artık hizmet etmeyen şeyleri arkasında bırakır. Ve siz kesinlikle toprağa gömülmek istemezsiniz çünkü böylece birçok eski şey sizi tutmaya devam eder. Siz sadece salıverirsiniz. Ve bu sizin fiziksel doğanızın, zihninizin ya da herhangi bir şeyinizin ölümü anlamına gelmez ama bir evrim anlamına gelir.
Sıradaki. Evet. İiro sen neden pişman olurdun?
IIRO: Hiçbir şeyden.
ADAMUS: Hiçbir şeyden.
IIRO: Ben başka bir şey yapmak isteseydim, başka bir şey yapardım.
ADAMUS: Peki. Sen benim serbestlik diye adlandırdığım şeye fazlaca sahipsin.
IIRO: Sahibim.
ADAMUS: Şu anda çalışıyor musun?
IIRO: Hayır.
ADAMUS: Hayır. Nerede yaşıyorsun?
IIRO: Her yerde biraz. Çoğunlukla Finlandiya'da.
ADAMUS: Şeylerin sana gelmesi ile ilgili çok endişen var mı?
IIRO: Hayır.
ADAMUS: Hayır. Ve insanlar bu yüzden seninle dalga geçiyorlar mı?
IIRO: Hayır.
ADAMUS: Biraz senin arkandan konuşan aileden, eski arkadaşlardan veya başka biri?
IIRO: Hayır.
ADAMUS: Hayır? Güzel. O halde sen gerçekten kendine özgür olma izni veriyorsun. Konuştuğumuz bir sorun oldu - zihin - onunla mücadele. Zihin ile ilgili gereken koşullara gelindi mi?
IIRO: Sanki o yavaşça eriyor.
ADAMUS: Yavaşça, evet.
IIRO: Beni kullanmıyor artık.
ADAMUS: Ah, işte başlıyorsun. Ve onun yavaşça erimesine izin vermek, bu hoşuma gitti. Bu senin onu parçalamak gibi şeyler yapmayacağın anlamına geliyor. Basitçe salmak, sanki... bilirsiniz işte, ne kadar izin verirseniz, o kadar izin verir. Ve sonra siz sürekli zihin ile mücadele etmezsiniz ve o zaman gerçekten özgür olursunuz. Evet. Güzel. Pişmanlık yok. Peki.
Birkaç tane daha ve sonra asıl konuma döneceğim.
LINDA: Peki. Hadi bakalım.
ADAMUS: Sanırım.
LINDA: Kurban.
ADAMUS: Daima acılı bakışlar. Dave, Crash mikrofon Linda'da olduğu sürece el kaldırmalısınız. Kamera sıradakine giderken çekince o insan, "Senden nefret ediyorum Linda. " diyor. (kahkahalar)
CRASH: Arşivde var!
ADAMUS: Arşiv! Evet! Evet! Evet. Sen neden pişman olurdun?
ŞAMBRA 1 (kadın): Sen, gerçekten sıkı bir milyoner olmayı öğrenmenin dışındakini mi kastediyorsun?
ADAMUS: Kesinlikle.
ŞAMBRA 1: Ben çocuklarımla onlar büyüdüklerinde vakit geçirmediğim için pişman olurdum.
ADAMUS: Peki. Onlarla fazla vakit geçirmedin mi?
ŞAMBRA 1: Evet 21 ve 23 yıl boyunca onlarla birazcık vakit geçirebildim.
ADAMUS: Ah, ya …
ŞAMBRA 1: Ama büyüdüklerinde daha çok.
ADAMUS: Tamam. Peki. Burada küçük bir öneri: Bırak gitsin. Ve bu zor bir tane. İnsanlar bana elma ve çürük yumurta atmaya başlıyorlar. "Ah, ailelere o kadar karşısın ki." Hayır değilim. Ama onlara özgürlüklerini vermek için onları salıvermek durumundasın. Biliyorsun işte, hala çok güçlü bir bağlantı var, iyi anne bağlantısı ama belli bir noktada onları salıver, onların anne babası olacağına onlarla arkadaş ol. Arada çok büyük fark var. Onlar arkadaş gibi olacaklar, bir hayran olacaklar ama artık ebeveyn/çocuk ilişkisi olmayacak. Burada çocukları olanlar için üzgünüm. Ama onları salıverin, Tanrım.
ŞAMBRA 1: Ben onları salıverdim.
ADAMUS: Şey, şöyle salıverme... ebeveyn ve çocuk arasında çok, çok eski bir dinamik var ve bu, çocuk yaklaşık iki yaşında olana kadar ona hizmet ediyor ve daha sonra onların değişmesi gerekiyor. Onlar size ait değiller. Onlar ne yazık ki sizin DNA'larınız taşıyorlar (bazı kıkırdamalar) ve ben bütün çocuklar için üzgünüm çünkü onlar bunu bir yerden almalıydılar ve sonra onlar hayatlarının geri kalan kısmını danışmanlık alarak, Kırmızı Çember'de o DNA'yı serbest bırakarak geçireceklerdir. Ama gerçekten onu değiştirme vakti. Onlarla arkadaş olun çünkü geçmişte oldunuz. Onlar sizin ebeveyniniz oldu, şimdi siz onların. Siz geçmişte onlar ile her şeyi yaşadınız ama şimdi sadece arkadaş olun. Peki.
Güzel. İki tane daha. Evet.
DUSICA: Benim...
ADAMUS: Ayağa kalkar mısın lütfen?
DUSICA: Evet!
ADAMUS: Ben senden uzunum. (kadın kıkırdar) Bu bir dikkat dağıtma idi. O doğrudan zihne giriyordu. Size daha önce anlattım, iyi öğretmenlerin bunu duyumsaması durumu. Dikkat dağıtma. Peki ne?
DUSICA: Benim pişmanlığım yok. Tek pişmanlığım hayatımdan daha önce keyif almamış olmam olurdu.
ADAMUS: Evet.
DUSICA: Yani şimdi olduğum gibi olmadığım için... ben hayattan çok daha fazla keyif alıyorum.
ADAMUS: Çok daha fazla keyif. Peki.
DUSICA: Evet, Kuantum İzin Vermeden sonra.
ADAMUS: Peki. Güzel.
DUSICA: Evet!
ADAMUS: Pişmanlık yok. Gerçekten, pişmanlık yok.
DUSICA: Teşekkür ederim Adamus. Ve Slovenya'dan buraya geldiğim için sarılmaya ihtiyacım var.
ADAMUS: Evet, Colorado hoşuna gitti mi?
DUSICA: Evet!
ADAMUS: Evet.
DUSICA: Evet. (sarılmak için sahneye adım atar)
ADAMUS: Ahh!
DUSICA: Sarıl! (bazı kahkahalar)
ADAMUS: Teşekkür ederim. (bazı alkışlar)
DUSICA: Teşekkür ederim. Teşekkür ederim.
ADAMUS: Sahneye çıkacak kadar cesur olduğun için teşekkür ederim. Merak ediyordum, "O, görünmez bariyerin kendisini tutmasına izin mi verecek? "Yazılı olmayan yasadaki gibi mi olacak, "Adamus kanallık yaptığında buraya çıkma." Bunu kırdığı için memnunum.
Bir tane daha. Senin asla -"Ah, oraya çıkmış olmayı dilerdim." diye bir pişmanlığın olmayacak.
LINDA: (yüksek sesle) Evet, sen.
ŞAMBRA 1 (kadın): Ben rahattım. Beni bugün yine aramayacak.
ADAMUS: Evet, evet. Sen bir enerji yayıyorsun. Hepiniz enerji vericilerisiniz, bazılarınız daha güçlü verici ama sen o enerjiyi yayıyorsun, "Ehh, beni seçme." O, "me" bölümünü duymadı, o sadece beni seç, beni seç!" kısmını duydu. (bazı kıkırdamalar) Peki sen bugün benim tarafıma geçsen neden pişmanlık duyardın?
ŞAMBRA 1: (kısa süre bekler) Uyanışı daha önce yaşamadığım için.
ADAMUS: Evet, şey, bilirsin işte, aslında zamanlama harikaydı.
ŞAMBRA 1: Veya o kadar çok şey bilmekten şimdi keyif almamak.
ADAMUS: Evet, evet.
ŞAMBRA 1: Ve ben bilmeseydim diğer tarafa geçenler gibi olurdum.
ADAMUS: Doğru.
ŞAMBRA 1: Evet, o nedenle pişman olurdum.
ADAMUS: Peki. Daha önce uyanmak değil ama sen zamanlamanın aslında mükemmel olduğunu fark edeceksin. Her biriniz ve hepiniz için ve online izleyenler için de, hepiniz için geçerli olan bir şey var: Siz aydınlanmanıza, Farkındağınıza yaşamlar önce izin verebilirdiniz. Çoğunuz iki, bazılarınız belki üç, bazılarınız bir yaşam önce. İzin verebilirdiniz ama vermediniz. Ve şu var, "Ah! Bende yanlış ne var? Tanrım, ben o kadar yakındım ki sonra altüst oldum. Ben biraz et yedim ve günlerden cumaydı ve Papa gerçekten sarhoştu. Sonra papa ile konuşan o çıplak adam vardı. Neydi bunlar?"
LINDA: Bir tane daha sadece eğlence amaçlı olsun mu?
ADAMUS: Dur. Bırak şu kısa şeyi bitireyim.
LINDA: Ah, bitirmemişsin. Özür dilerim.
ADAMUS: Nerede kalmıştım? Ah.
Yani çoğunuz Farkındalığa basitçe izin verebilirdi. Bizim Gizem Okulları'ndan sonra gerçekten de güzel bir temelimiz vardı, bir sonraki yaşama gidip ona izin verecek güzel bir temel. Yapmadınız. Yapmadınız ama bunun nedeni altınıza etmeniz değil. Sizin ağır öğrenmeniz değil. Şimdiye kadar 33 kişi - şey sanırım siz biraz ağır tarafta yer alıyorsunuz. Ama (bazı kıkırdamalar) hayır, siz bu zamanda burada olmak istediniz ve ben Cauldre'ye bir kitap yazdırmaya çalışıyorum - henüz bitmediği için şaşırdım, ben yeterince ipucu verdim - ama bunun gezegenin bilinç aradığı bir zaman olmasıyla, Yeni Dünya ve Eski Dünya dinamiklerinin olduğu zamanda şimdi burada olmakla alakası var ki ben bazılarınızın ProGnost türü haber sevmediğini biliyorum. ProGnost bazılarınız için kötü bir kelime haline geldi. Oh! Bana ProGnost yapma.” Evet. (bazı kıkırdamalar) "ProGnostunu buradan çek.” “Öyle bir ProGnost'un içindesin ki. İnanamıyorum. İnanamıyorum." Bunu bir dahaki sefere eşiniz veya partneriniz ile tartışırken deneyin. “ProGnost git!”
Nerede kalmıştım ben işte? Evet, kendi kendimin dikkatini dağıttım. Dikkat dağıtanın dikkati dağıldı mı kötü! (kahkahalar) O zaman gerçekten hepimiz gitmişizdir.
LINDA: Bunun üzerine daha çok eğilmelisin.
ADAMUS: Biraz daha odaklanayım. Peki. Yani odak senin burada olma seçimin çünkü şimdi insan tarihindeki en büyük dönüşüm zamanı. Eski Dünya ve Yeni Dünya sorunu tamamen ön plana çıkıyor. Gezegende şu an çok büyük dinamikler var. Siz burada olmak istediniz ve ben size, "Mecbur değilsiniz. Bunu biraz daha kolay olduğunda yapın" dedim, bilirsiniz işte, atlar ve at arabası zamanlarında. Git bir manastırda otur veya 300 yıl önceki Mısır'a git ve bunu orada yap. Ama siz şöyle dediniz, "Hayır, ben onu bu zamanda yapacağım."
Bedenlendiğinizi ve insanlık tarihinin şimdiye kadarki en kritik kavşakta olduğu bir zamanda ortalıkta dolaştığınızı hayal edin ve sadece insanlık tarihinin de değil. Şu anda gezegende olanların bütün ruhsal ailelere, Başmelekler düzenine derin bir etkisi var. Başmelekler düzeninin -bilirsiniz işte o bütün başmelekler demektir, o sizin buraya Dünya'ya gelirken geçtiğiniz portal - onlar tıpkı... yanlış anlamayın ama onlar mor uyarı veriyorlar. Kırmızı uyarı demedim, mor dedim. Onlar, "Vay! Bu gezegende şeyler artıyor" ve genelde insanlar neler olduğu konusunda bir fikre sahip değiller.
Ben burada konuyu gerçekten başka yöne çekiyorum ama sizin dikkatinizi müthiş bir şekilde dağıtmak istiyorum. Bugün medyada, haberlerde, insanların dikkati nereye çekiliyor? O dikkat nerede? Donald Trump.
Ondan hoşlanıp hoşlanmadığınızı umursamıyorum, dikkat ona gidiyor. O uğursuz bir komplo ya da ona benzer bir şey değil. Bu insanlık. Bu, insanlığın farkındalıktan yoksun olması. Onlar oraya gidip bir kemiğin başında hırıldayan bir köpek sürüsünü beslemek, Donald Trump hakkında konuşmak istiyorlar. Ben buradan, "Arkadaşlar, neler olduğunu fark etmiyor musunuz? Siz teknolojinin ve bilincin kavuşmasını fark ediyor musunuz? Siz şu anda gezegende neler oluyor anlıyor musunuz? Siz zihinsel hastalığı anlıyor musunuz? O, gezegendeki en büyük hastalık ve bir hastalık. Bir zayıflık değil, başka bir şey değil. Kesinlikle bir hastalık o ve insanlar onunla nasıl başa çıkıyorlar? Zihni gerçekten çok kötü, çok kötü, çok kötü... kimyasallarla. Ama biz burada Donald Trump'ı konuşacağız. O bir sosyal fenomen ve insanlar daha çok onu, kutlamalarını ve genelikle çok cahil olan yıldızları konuşmayı tercih ediyor. Aralarında aslında farkında olanlar var ama öyle çok fazla kişi Hollywood'un kapısından girmeyebilir.
Bu bir dikkat dağıtma ve siz onu nasıl adlanrırısanız adlandırın Ben'iminiz gezegene bilinç getirmek bu zamanlarda gelmeyi seçti. Siz, "Ben gezegende farkında olan Üstat olarak bulunacağım. Ben onları değiştirmeye çalışmayacağım." dediniz. O sizin işiniz değil. Siz artık enerji tutucular, gezegen değiştirenler ya da bunun gibi bir şey değilsiniz. Sizin işiniz onları değiştirmek değil ama yaptığınız şey bir ışık, bir potansiyel getirmek.
Işığın bir eğilimi yok. Işık feminen ya da maskülen değildir. O, iyi ya da kötü değildir. O, Ben'imin tutkusudur. O, enerjileri çeker. O, gerçekliği kurar ve tezahür ettirir. Ama ışığın kendisinin bir eğilimi, iyi ya da kötü diye bir yargısı yoktur. Mutlu günleri yoktur. Işığın mutlu günleri, mutsuz günleri yoktur. O "Ben'imin, Ben Varım'ın" ışık saçan tutkusudur. O kadar.
Siz geldiniz ve "Ben bu numarayı yapacağım. Ben farkındalığıma, aydınlanmama izin vereceğim. Ben bedende kalacağım." dediniz. Ve siz söz verdiniz. Siz buraya gelmeden önce en az yedi yıl fiziksel bedende kalacağınıza dair söz verdiniz, belki daha fazla, belki 50 yıl. Ben sizin burada 50 yıl daha kalmak isteyeceğinizi sanmıyorum ama siz "En az yedi yıl." dediniz. Siz kendinize bazı noktalarda bunu programladınız.
Şimdi onlardan bazıları ayrıldı çünkü diğer tarafa çekim çok güçlü. Ama ben bunu sizin her birinize ve hepinize söylemek istedim. Aydınlanmış bir şekilde bu gezegende yedi ya da belki daha fazla yıl kalmak. Yapmanız gereken tek şey onunla bağlantı kurmak. Yapmanız gereken tek şey ona girmek.
Biz böylece salona sormuş olduk. Biz pişmalıkla ilgili soruya bir tane daha eğlenceli bir cevap alacağız. Lanet olası nereye gitti? Linda tuvalet şurada. (Üstatlar Kulübü'nden biri mikrofonu getirir) Hadi bunun için Üstatlar kulübü'ne gidelim. (kulüpten gülüşmelerin gelmesi sürpriz olur) Ahhh!
MOFO (Marty): Şey, merhabalar, hanımlar ve beyler.
ADAMUS: Senin pişmalıkların neler olurdu eğer bugün ayrılsaydın?
MOFO: Bu bir beklentide olanlar için sıkıcı olacak...
ADAMUS: Peki, kamerayı durdur. (Adamus kıkırdar)
MOFO: … fantastik cevaplar var. Ben eğleniyorum çünkü çoğu zaman bilirsin işte oyundasındır, onu gerçekten yaşıyorsundur ve sonra zihin araya girer ve gerçekten s...
ADAMUS: Ama ben sana sataşacağım çünkü sen başka bir salondasın ve ben yapabilirim.
MOFO: Ah, muhteşem.
ADAMUS: Başka insanlar ile beraberken müthiş bir mizah duygusuna sahipsin.
MOFO: Mm hmm.
ADAMUS: Sen kendin ile başbaşa iken veya sevgili partnerin ile birlikte iken biraz donuk gibisin. (Mofo kıkırdar) Tırnakladı mı seni? (kahkahalar) Öteki tarafta olduğu için mutluyum.
MOFO: (kıkırdar) Ah, sorma.
ADAMUS: Ve sen şeylerden keyif almak gibi bir hikayeden bahsettin ama lanet olsun! Sen kendi kendinin en büyük düşmanısın, sanırım insan bunu böyle ifade eder.
MOFO: Kesinlikle, evet.
ADAMUS: Ve sen kafana giriyorsun.
MOFO: Ah ah.
ADAMUS: Sen donuksun. Bilirsin işte bazen sana Mofo demek yerine Mo-do demek istiyorum, bilirsin işte. (kahkahalar artar) Mo-do. Sen çamuruna giriyorsun, biliyorsun ve sonra çıkman ve insanlarla olman gerekiyor ve sen o eğlenceli yönünün ortaya çıkmasına izin veriyorun. Ama senin en kötü arkadaşın sensin.
MOFO: Doğru.
ADAMUS: Fazla açık mı belirttim?
MOFO: Evet!
ADAMUS: Peki. Ona biraz zum yapabilir miyiz? Gerçekten çok yakın olsun istiyorum. Evet, evet. (Mofo dilini çıkarıp gülümser) Ahhhh! Evet, evet, evet, evet.
İşte bu benim konuşmak istediğim konu için mükemmel bir hazırlık. Yani sen biraz daha zevk almak konusunda pek pişman değilsin.
MOFO: Evet. Evet, evet.
ADAMUS: Peki.
MOFO: Ve sanırım sen benimle birkaç kez oldun...
ADAMUS: Evet. Evet.
MOFO: … teke tek.
ADAMUS: Evet. Ve lütfen yanlış anlama.
MOFO: Arada bir oldukça iyi vakit geçiriyoruz biz.
ADAMUS: Evet. Ve bu çok doğal. Sen öyle bir varoluş haline giriyorsun ki bilirsin işte kendinle ve şüphelerle ve gelen hayaletlerle, bilirsin işte, artık hiçbir şey gerçekten eğlenceli değil.
MOFO: Doğru.
ADAMUS: Ve sen yarına nasıl çıkacağınıı merak ediyorsun. Ve bunlar benim psiko-ruhsal sorunlar diye adlandırdığım şeyler. Ama sonra sen onları tezahür ettiriyorsun, neredeyse bilerek, başka sorunlarla birlikte, bazılarınız için bunlar biyolojik, bazılarınız için finansal sorunlar, kendi kendine karşı duyarsızlaşıyorsun, kendi içine çekiliyorsun. Bu kötü. Yani kötü demek istiyorum. Ve sen mükemmel geçişi yapıyorsun. Teşekkür ederim Mofo, Marty.
MOFO: Ekstra ücret yok.
ADAMUS: Teşekkür ederim. Mükemmel geçişti. Linda her zaman olduğu gibi doğru kişiyi seçti. (Mofo tatlı tatlı gülümser) Teşekkür ederim. Biz şimdi bana geri döneceğiz. (Adamus kıkırdar)
Tavan
Ben bunu çok, çok önemli bir nedenden dolayı gündeme getiriyorum. Siz cam tavan terimini, şu insan terimini duymuşsunuzdur. Cam tavan. Tavan pervanesi var. Tavan pervanesi.
Cam tavanların kadınların içinde bulundukları kurumsal topluluklarda yükselmelerini olanaksız kıldığını biliyorsunuz. Bu arada erkek gibi hareket ederek yükselemezsiniz tamam mı? Siz içinizdeki cengaver maskülen Adem'i çıkarıp o adamlardan biri gibi hareket etmesiniz. Bunu yapmazsınız çünkü çok o şekilde pek yol alamayacaksınızdır. Öyle yapmak pek gerçekçi değildir ve onlar bunu görebilirler ve koklayabilirler ve seni kullanmay kalkarlar. Feminen olan maskülen olandan çok daha yaratıcı ve etkilidir. Gerçekten öyle. Feminen maskülene göre çok daha hareketlidir ve öyle tasarlanmışlardır. Belki de bunu aşmanın zamanı gelmiştir ama maskülen tıpkı ağaç kesen biri gibiyken; feminen bir koşucu gibidir, bilirsiniz işte, feminen çayırlarda özgürce koşarken maskülen oduncu da bilirsiniz işte kaslarıyla küçük ağaçları devirir ama oradan asla fazla uzaklaşmaz.
Orada o cam tavan denilen şey vardır ve o yükselme ve yukarı çıkma olanağını ortadan kaldırır. Bu bir illüzyon, gerçekte öyle bir şey yok ama insanlar buna inanıyor. Eğer onlar fakir bir aileden geliyorlarsa cam tavanın orada olduğuna ve geldikleri yer nedeniyle asla zengin olmayacaklarına inanıyorlar. Evet, bu işleri biraz daha zorlaştırıyor ama aslında çok daha kolaylaştırabilir.
Cam tavanların insanların kendi zekaları ile bir alakası olduğunu ileri sürenler var. Zeka gereğinden fazla abartılıyor ve aslında zeka o kadar akıllı değil. O, yazıları ve şekilleri belleğe alan tek şey ama hayatını yaşamak başka bir şey, benim ortak duyu ya da daha iyi bir ifadeyle Odaklanmak duyusu diye adlandırdığım duyu bambaşka bir şey.
Ama bir sürü cam tavan var. Hepinizin zaman zaman çarptığı bir tane var. Tavan pervanesi ya da siz onu kuş tüyünden yapılmış bir tavan pervanesi olarak düşünebilirsiniz.. Katı değil, taş bir duvar gibi değil. Bir demet melek kanadı. İşin eğlenceli tarafı onlar sizin melek kanatlarınız ve ben hep sizin bugün söylediğiniz türden pişmanıklar duymuyorum. Bana hep şöyle şeyler geliyor, onlar diğer tarafa geliyorlar ve "Lanet olsun!" diyorlar. Onların şüphelerinin onları bastırması pişmanlık oluyor. Onlar yapmadıkları için pişmanlar. Ve bu insan hayatında olağan bir şey olabilir ama ben onu sizin ruhsal Farkındalığınız konusunda izin verişinize bağlıyorum.
Sizin bazı heyecan verici buluşlarınız oldu - korkutucu, kesinlikle korkutucu buluşlarınız - ve sonra ortaya ertesi gün sendromu çıktı, "Delirmiş olmalıyım. Öyle olmuş olmalı çünkü ben pizza yedim ve o da bende mide ekşimesine neden oldu ve bu da beynimdeki bazı kimyasalları tetikledi ve tuvalette lusid deneyim gibi bir şey yaşadım." (bazı kıkırdamalar) Bilirsiniz işte ama siz onun varoluşun dışında meydana geldiğini savunuyorsunuz. Biliyorsunuz işte, içinizde en derin düzeydeki siz kesinlikle biliyor - ben bildiğinizi biliyorum, biz bu konuda konuşuyoruz, siz onu hissedebilirsiniz - ama sonra siz yolunuza bu kuş kanatlarından oluşan tavan pervanesinin, tavan pervanesinin çıkmasına izin veriyorsunuz.
Kanatlar orada. Onlar size ait. Onlar sizi öteye geçmeniz için davet ediyor. Onlar sizi onlarla yükselmeniz için davet ediyorlar. Son Şaudumuzda dediklerimi hatırlayın, izin verin rüyalarınızın kanatları sizi Farkındalığa götürsün. Sizin Atlantis zamanından şimdiye kadar gördüğünüz rüyalar, bedenli Farkındalık rüyaları; bırakın o kanatlar taşısın sizi. Ama sanki siz onlardan korkuyor gibisiniz. Siz, "Vay, orada öyle kanatlar var ki geçemiyorum." der gibisiniz. Onlar size ait ve onlar sizi şüphenin ve geri tutmanın ve delirecekmişsiniz hissinin ötesine götürmek istiyorlar.
Siz delirmeyeceksiniz. Ben bunu şimdi söyleyebilirim. Benim bunun ile ilgili tek beklentim ve ben bu yüzden muhtemelen birkaç tane kötü mesaj da alacağım; benim tek beklentim sizin gördüğünüz şu SSRI (antidepresan) tedavileri ve ben bu konuyu tartışmak ya da başka bir şey yapmak istemiyorum çünkü gerçek şu ki insanları delirten onlar. İnsanlar çılgınca şeyler yapıyorlar çünkü o ilaçlar zihnin doğal ritminin neşesini kaçırırlar ve bu özellikle uyanışa geçen birinde ya da o kişi uyanıştayken böyle olur. Bu o kadar çok zarar verir ki yaşamlar boyu ıslah edici aktivite yapılmasına neden olur.
Bizim şimdi diğer realitlerde yaptığımız birkaç şey var. Bizim daha önce Dünya'da bulunmuş olan meleksi varlıkları - yeni gelenleri değil ya da "orada hiç bulunmamış olanları" değil ama daha önce Dünya'da bulunmuş olanları eğitmemiz gerek ve antidepresanla ölen varlıklarla nasıl başa çıkacağımızı bulmak. Onlar uyuşuk. Onlar ortaya çıktıkları zaman küçük gri topaklara benziyorlar. Onların farkındalığı çok az. Ve bu tedavileri herhangi bir süre görenlerle çalışmaya çalışmak, onlrla cansızlarken, tutkuları yokken çalışmaya çalışmak diğer tarafa gelen bir intihar vakası ile çalışmaktan daha zordur. Cauldre bana soruyor, beni kontrol ediyor ama iki yıldan daha uzun bir süre geçti ve onlar ölürken hala bünyelerinde mevcuttu.
Onlar ölmek istiyorlar. Onlar varoluştan çıkmak istiyorlar. Onlar artık dayanamıyorlar. Onlar orada bir şey olduğunu biliyorlar ama çok flu. Onlar sadece varoluştan çıkmak istiyorlar yani onlarla, sanal gerçeklikte kaybolmuş olanlarl çalışmaya çalışmayı düşününün. Ben bu konuda güncel ProGnost'ta konuştum.
Sanal gerçeklik o kadar gerçek, o kadar çekici ve o kadar uyarıcı hale geliyor ki gözlüklerin ve maskelerin arkasında veya hatta her gün oynadıkları o video oyunlarının ve yeni çıkan şeylerin içinde kayboluyorlar, sanal gerçeklikte ölüyorlar. Bunun eğlenceli yanı - bunun eğlenceli bir yanı yok - bunun tuhaf yanı onların bazen bedenleri ölmüyor ama onlar oraya geri dönüyorlar. Onların bir robot bedeni var yani otomatik pilota bağlamışlar demek istiyorum, biyolojileri otomatik pilotta ama geriye bir şey kalmamış. Onlar sanal gerçeklik içinde ölmüşler. Bizim onlara... (Adamus iç çeker) bizim onlara yeniden "Ben Buradayım" ve "Ben Varım"a geri dönmeleri için yardım etmemiz gerekir. Bunlar sizin çok değişen dünyanızda yüzleşeceğimiz meydan okumalar.
Ben konuyu dağıtmak istemiyorum Ben bu konuda ProGnost'ta konuşuyorum ve biz bu konuyu konuşacağız ama ben kanat pervaneye geri dönmek istiyorum. O kanatlar size ait. Onlar sizi aydınlanmaya taşımak için varlar ama sizin derin bir nefes alıp şüphenizin ötesine geçmeniz gerekiyor. "Şey, kanatlar beni taşıyacak kadar güçlü mü?" Kapa çeneni.
"Onlar beni nereye taşıyacaklar?" Çeneni iki kere kapat.
"Bunların gerçekten bana ait olduklarını nereden bileceğim?" Siz bu sorularla beni delirteceksiniz. (bazı kıkırdamalar) Ve bunun şüphenin ötesine geçmekle alakası var. Delirecekmişsiniz gibi bir his var çünkü sizin duyumsadıklarınızı diğer insanlar görmüyor, hissetmiyor, duyumsamıyor.
Ben başka bir soru daha soracaktım ama zamanı aşıyoruz ve ben... şey, lanet hayır biz zamanı aşmadık ama ben onu sonraya saklayacağım.
Siz bu hislere çok gençken sahiptiniz ve sonra onların üstü örtüldü, özel olduğunuza dair bir biliş var ama siz kendinize bunu hissetme izni vermiyorsunuz. Ben özel olmaktan, diğerlerinden daha iyi olmaktan bahsetmiyorum ama siz özelsiniz ve bunun üstünü örttünüz. Siz bu konuda şüphe ettiniz ve sonra da şüphelerden dolayı kendinize, kendi ruhsal araştırmanızı ağır ağır ilerleyerek yapma izni verdiniz. Ve onlar diğer tarafa geçiş yaptıklarında ve ben onlara, "Hangi konuda pişmanlık duyuyorsun?" diye sorduğumda şuna benzer cevaplar geliyor, "Basitçe yapmadığım için. Geri tuttuğum için, şüphe duyduğum için, delireceğim diye endişe ettiğim için, diğerleri benim hakkımda ne düşünürler diye endişe ettiğim için."
Eğer siz başkaları sizin hakkınızda ne düşünürler diye endişe ediyorsanız size hemen şunu söyleyeceğim. Onlar bu gezegende bir kahraman arıyorlar. Onlar bir kahraman arıyorlar. Onlar enerjlerini kimlere veriyorlar? Yüzeysel modellere ve yıldızlara ve spor figürlerine, muhtemelen hepsi de hoş insanlar ama onlar daha derin şeyler arıyorlar. Onlar siyasetçi olarak sizin standartlarınızı koymaları konusunda artık rahat hissetmiyorlar, siz de öyle. Ben çok fazla kişinin sabah kalkıp Donald Trump olmayı arzuladığını sanmıyorum, belki saçı hariç olabilir. (bazı kıkırdamalar)
Gezegende artık kahramanlar yok ve ondan sonra onlar karikatür kitabı kahramanları yaratıyorlar, onları 1920'lerden 1930'lardan araştırıp çıkarıyorlar ve onlar yüzeysel kahramanlar oluyorlar ama tatmin etmiyorlar. Bu sizin gerçekten açken oturup bir kase jelatinli pudding yemeniz gibi bir şey. Evet, siz yiyorsunuz. Sizin ağzınız oynuyor. Birkaç tat noktanız uyarıldı ama tam olarak değil. Onlar - ben cesaret kelimesini sevmiyorum Cauldre - onlar sadece varolan, özgürlüğe sahip olan, şüphenin ötesine geçen birini arıyorlar.
Siz zaten biliyorsunuz. Bu benim size anlatacağim bir şey değil. Siz aydınlanma konusunu, Farkındalığınızı zaten biliyorsunuz. Siz zaten bunun süper insan ya da onun gibi bir şey olmak anlamına gelmediğini biliyorsunuz ve bu gerçek bir dönüşümdür. Bu bir açıdan ölüm ama sonunda hayatta size özgürlük verecek olan bir ölüm.
Siz bunları hissediyorsunuz. Siz onları zihninizden geçirdiniz ve onlar kirlendi ve bozuldu ve ondan sonra siz cam tavandan olduğu gibi kanatlı pervaneden de korkuyorsunuz. Siz ondan korkuyor ve ona küfrediyorsunuz. "Şey, evet, yolumda hep bu bariyerler var ve şey var" - neydi? Siz ona bir sürü isim verdiniz - "alemler arasındaki örtü." Alemler arasında örtü yok. Ben onu aradım. Ben herkese sordum (bazı kıkırdamalar), "Arkadaşlar bir örtü gören var mı? Örtü?" Müslüman kadınlarda görüyorum ama ben gezegenin tamamında onları yükselişten uzak tutan bir şey görmüyorum. Ve siz onu suçluyorsunuz. "Ah, örtü." Örtü yok ama sizin kanatlarınız var. Sizi Farkındalığa taşımak isteyen kanatlar. Onlar sizin. Sizin ve kanatlarınızın arasındaki tek şey şüpheler. O kadar. O kadar. O kadar.
Kanatlar Dizisi
Biz Ağustos'ta başlayacak olan önümüzdeki dizimize Kanatlar Dizisi adını vereceğiz. Biz şüphelerin ötesine geçeceğiz. Biz sizi zarafetle ve harika bir şekilde Farkındalığınıza taşımaları için bu kanatlara izin vereceğiz. Bu kanatlar size ait. Siz onlardan uzak durdunuz, onlara direnç gösterdiniz, bahaneler ürettiniz, şöyle dediniz, "Çocuklarım büyüyene kadar beklemeliyim." Kaç yaşında olduklarının bir önemi yok 21 veya 23 yaşında veya beş yaşında şimdi yapın. Şimdi yapın. Onlar bunu hak ediyorlar ve daha da iyisi siz hak ediyorsunuz.
Burada çaba yok. Her şey izin vermekle ilgili ama siz şüpheler nedeniyle böyle geri tutulunca izin vermek zor oluyor. "Yapmalı mıyım yapmamalı mıyım?" ve, "Ah, delirecek miyim?" Delirmek nedir? Delirmek budur. Kalıplara bağlı kalmak, küçük ve sınırlı kalmak ve siz bunu biliyorsunuz.
Ben bazen bazılarınızı alıp soğuk suya daldırıp orada on dakika kadar tutmak istiyorum. (bazı kıkırdamalar) Hayır, gerçekten öyle. On dakika, evet çünkü siz sefil bir şekilde çok rahatsınız ve sonra da gelip bana ağlıyorsunuz. Bana, "Ahh, neler oluyor? Hani aydınlanma?" diyorsunuz. Sanki o tam olarak burada. Hah kanatlar da burada. "Ah ama ben emin değilim" - siz şüphe ediyorsunuz ve siz endişeleniyorsunuz ve siz korkuyorsunuz. Biz bunları masaya yatıracağız. Biz önümüzdeki dizimizde, Kanatlar Dizimizde bunları işleyeceğiz ve gerçekten özgür olmak nasıl bir şey hissedeceğiz.
Ben bu konuşmaya bugün özgürlüğü ve bu ülke ve insanlarının özgürlüğü için uğraşanları anlatarak başladım. Ama biz şimdi de biraz transhümanizm ile Ben'im'in özürlüğünü işliyoruz, sadece insan özünüzün özgürlüğünü değil ama Ruhunuzun (spirit) özgürlüğünü.
Dizinin adı Transhümandı ve bu benim muzipliğimdi. Kelime oyunuydu çünkü şimdi gezegende bununla ilgili bir hareket var - iyi ya da kötü diye değil - ama bu insan biyolojisinin yer değiştirmesi - ki bu çok, çok eski, çok, çok eski - ama nano teknoloji ve henüz virtine bile çıkmamış diğer teknolojiler kullanılarak hızlı bir şekilde yapılıyor. Bu temel olarak doğum sürecini değiştirmek için yapılıyor ki bundan 30-40 yıl sonra karnında çocuk taşıyan bir kadına göreceli olarak nadiren rastlansın diye. Çok nadir. Bu arada bir olacak ve herkes gidip, "Ah, ne oldu sana?" diyecek. (bazı kıkırdamalar) "En son seks yaptım. Sen yapmadın." (kıkırdamalar artar)
Çok farklı şekillerde olacak - yapay rahimler, çeşitli tipte kuvözler. Beni güldüren bir tane var, adı Noktadaki-Johny. Bu adı ben verdim. Bu tıpkı yazıcıdan bir beden çıkarıp sonra ona teknoloji aracılığıyla bilinç aşılamaya benziyor, tıpkı data yükler gibi. Bu bir insan varlığı değil. Belki bir hizmetkar, bir robot ama bir insan değil.
Kanatlar için zaman geldi. Bu konuda oyalanmayı bırakma zamanı geldi.
Düzenin terimleriyle söyleyecek olursak Transhümanizm çok hızlı gelişiyor. Beden ve zihni ilgilendiren teknolojiler ister mekanik olsun, ister elektrikli olsun, ister kimyasal veya sadece enerjisel olsun çok, çok hızlı gelişiyor. Onlar teknolojinin gelişmesi için her yıl trilyonlarca dolar harcıyorlar ki bu iyi bir şey. Teknoloji Üstat için iyidir çünkü üstat enerjilere izin verir, her şeyin kendisine hizmet etmesine izin verir. Ama birileri bunu ışık hızında geliştiriyorsa ve Üstat değillerse ve bilince dair bir anlayışları yoksa bir şeyler dengeden çıkar.
Burada bizim transhümanizmamız var, bizim versiyonumuz, eski DNA'yı salmak için kendimize izin veriyoruz, o siz değildir ve siz Ben'im'inizin ışığına izin veriyorsunuz. Tanrı'nın değil, İsa'nın değil ama sizin ışığınızın içeri girmesine. O, bedeni değiştirecek. Siz öleceksiniz, bu, sizin bedende dönüşmeniz anlamına geliyor, canlının dışında ölüm, siz orada duracaksınız ve dönüşüm geçireceksiniz. Siz buna devam edeceksinz ama siz çok farklı hissedeceksiniz. Siz çok farklı düşüneceksiniz.
Bu bir yarış değil, hiç değil ama benim size tüm bu transhümanizm hareketinin çok, çok hızlı geliştiğini anlatmam gerek. Bunda yanlış bir şey yok. Tekrarlıyorum, bir Üstada her şey hizmet eder. Ama o çok hızlı ilerliyor ve bu gezegen hala güce yönelimli, yüksek oranda güce yönelimli, şeylerin yanlış gideceğine dair çok yüksek bir olasılık söz konusu. Ben bir çöküşe filan işaret etmiyorum ama ben bilinç olmadan teknolojinin bu kadar hızlı gelişmesinin çok sallantılı bir zemin olduğunu söylüyorum.
Bu arada ben bilinçten bahsederken ahlaktan veya değerlerden bahsetmiyorum çünkü bunlar da yine insan yapımı. Ben bilinçten, farkındalıktan, ışıktan ve burada eksik olan şeyden bahsediyorum. Belki bu değişir. Biz burada kendi transhümanizmamızdayız, anayatronu kullanarak bedeni iyileştirmeye muktediriz ama bunu sadece izin vererek yapıyoruz. Biz burada zihnin ötesine geçiyoruz. Ve ben sizin delireceğinizi sandığınızı biliyorum. Delireceksiniz. Deli demek zihnin ötesinde olmak demek. Ama siz, sizin bir yere kapatıldığınız kelimenin eski anlamıyla delirmeyeceksiniz. Siz delirmeyeceksiniz. Siz duyularınıza, duyusallığınıza giriş yapacaksınız.
Biz artık eski doğum/ölüm sürecinin yer almadığı bir alana giriyoruz; Sam'in yaptığı şeyi yapabileceğiniz, Tobias'ın yaptığı gibi o beden bir kadın ve erkek tarafından biyolojik olarak veya laboratuvarda üretilmiş olsa da fiziksel bedene, beden doğduktan sonra girmek.
Tobias kabuk beden kullanarak yaptı bu küçük numarayı, insanlığın alışık olunmayan biyolojik bedenlere doğru gittiğini bilerek yaptı. O, "Biyolojik bir bedende yapılabilir mi? çünkü muhtemelen ancak o zaman nano-biyolojik bir bedende de yapılabilir." dedi. Yani o gerçekten de, "Yapılabilir mi? Biz doğumu bertaraf (baypas) edebilir miyiz? çünkü bunu burada teknoloji ile yapacaklar. Biz bunu burada ışığımız ile yapabilir miyiz?" diyerek bunun yolunu açtı.
Biz önümüzdeki yıl çok hızlı, çok hızlı gideceğiz. Siz zaman zaman tökezleyeceksiniz ve sendeleyeceksiniz ve siz doğru şeyi, doğru hareketleri ya da her neyse doğrusunu yapıp yapmadığınızla çok ilgileneceksiniz. Ben size devamlı şüphenin yolunuza çıkmasına izin vermemenizi hatırlatacağım. Bu biraz korkutucu çünkü siz şüpheyi bir nevi kendinize hakim olmak için kullandınız. "Şey, kendimden şüphe edersem delirmem." Siz onu kendinizi tutmak için kullandınız ama bizim bunu aşmamız gerekiyor. Bu sizi deli ediyor ve biz yalnızca otuz üç kişiyiz. Hadi ama. Gelecek yılın sonunda bundan daha iyisini yapmalıyız. Otuz üç tane farkındalığa ulaşmış bedenli Üstat.
Hadi derin bir nefes alalım ve pardon biz şimdi başlıyoruz. Ben bitirdim... (bazı kıkırdamalar) Ben bir şey konuşmak istiyorum ama bunun için mikrofona ihtiyacım var. Sadece birkaç tane cevap.
Bir Olma
Bir olmak ile ilgili o kavram nereden çıktı? İnsanları duyuyorum... ışıkları açabiliriz, Linda mikrofonla olacak. "Biz biriz, biz bire döneceğiz" gibi kavramlar nereden çıktı? Ben bunu Yükselmiş Üstatlar için yaptığım araştırmanın bir parçası olarak yapıyorum. Biz anlamıyoruz. Bu bir olma nereden çıktı?
ŞAMBRA 2 (kadın): Güzel soru.
ADAMUS: Evet, biliyorum. Ve bunun gibi bilmediğiniz bir zaman gelince siz derin bir nefes alırsınız ve Dave'in resminizi çekmenizi izlersiniz - ayy! (bazı kahkahalar) - ve siz bir şey uydurursunuz.
ŞAMBRA 2: Ben sadece bana nasıl geldiğini söyleyebilirim.
ADAMUS: Sana nasıl geldiğini?
ŞAMBRA 2: Bana...
ADAMUS: Bu ifadeyi daha önce duydun mu? Sen şimdiye kadar hiç Bir Olma Konferansına gittin mi?
ŞAMBRA 2: (kıkırdar) Hayır.
ADAMUS: Şey, gitme.
ŞAMBRA 2: Ben bir işe yaramadığımı hissediyordum, o nedenle bir şey yapmak istedim...
ADAMUS: Peki, sen işe yaramaz hissettin ve "Hadi hepimiz bire dönelim." dedin.
ŞAMBRA 2: … büyük ve bilirsin işte.
ADAMUS: Peki.
ŞAMBRA 2: Ama ben onu geçtim. (kıkırdar)
ADAMUS: Peki, evet. Aslında geçtin. Bunun güzel yanı bu. Sen geçtin. Sen hala geçip geçmediğinden şüphe ediyorsun ama ben senin geçtiğini biliyorum. Sıradaki. Burada hızlanalım. Yapmamız gereken işler var.
LINDA: Ben hızlanabilirim. Bir maymun gibi koşuyorum.
ADAMUS: Sanki – sniff! sniff! sniff! – koklar gibi. (birisi “Ahhh!” der) Hayır, ben maymun gibi kokladığımı söyledim.
ŞAMBRA 3 (kadın): Ah. Ben burada bir şeyleri kaçırdım.
ADAMUS: Cauldre bana bu yüzden yumruk atmak istedi.
ŞAMBRA 3: Belki de insanlar kendilerini yetersiz, küçük hissettikleri içindir.
ADAMUS: Güzel.
ŞAMBRA 3: … ve biz gitmek için daha önemli, daha büyük bir şey arıyoruz.
ADAMUS: Hiç bir olma için para verdin mi?
ŞAMBRA 3: Hayır, pek değil.
ADAMUS: Hayır, peki. Evet. Birkaç tane daha. Bir olma nereden çıktı?
LINDA: Peki. Bunu yeniden Gary'ye uzat.
ADAMUS: Seni seçeceğini biliyordum. Aslında bunu yapmasını ben söyledim.
GARY: Onu istemediğim tek zaman.
ADAMUS: Doğru, doğru, doğru. Evet, evet.
LINDA: İşte böyle oluyor.
ADAMUS: İstersen ayağa kalk ki dünyadaki herkes seni görsün. Bütün o bir olma şeyi nereden çıktı?
GARY: Yetersizlik duyusu, bağlanma ihtiyacı.
ADAMUS: Evet, evet. Güzel. Şimdiye kadar bunu hiç bir noktada biraz olsun içine aldın mı?
GARY: Kesinlikle.
ADAMUS: Evet. Hiç Bir Olma konferanslarına gittin mi?
GARY: O isim altında değil.
ADAMUS: Evet. Ne diye adlandırıyorlardı?
GARY: Bilirsin işte, şu spiritüel, bu guru.
ADAMUS: Doğru, doğru, doğru.
GARY: Kilisede.
ADAMUS: Orada herhangi bir şekilde bir bir olma fark ettin mi?
GARY: Sadece kendi içimde.
ADAMUS: Evet. Güzel. Güzel. Olağanüstü. Birkaç tane daha. İki tane daha. Bir olma nereden çıktı? Yükselmiş Üstatlar bunu merak ediyorlar ve ben onlara her şeyi bilmeme rağmen yine de çıkıp bunu teyit etmem gerektiğini, insanların ne diyeceklerini duymak istediğimi söyledim.
MARY SUE: Sanırım herkesle barış içinde olma isteğinden kaynaklandı.
ADAMUS: Evet.
MARY SUE: Şey için, bilirsin işte, her şey - bu kelimeyi kullanmaktan nefret ediyorum...
ADAMUS: Sana sarılabilir miiyim?
MARY SUE: … güzeeel. Ben...
ADAMUS: Hadi sadece sarılalım.
MARY SUE: Ah!
ADAMUS: Biz biriz. (sarılırlar) Kardeşim, biz biriz. Evet. Güzel.
MARY SUE: Evet.
ADAMUS: Bu benim makyo hareketimdi.
MARY SUE: Peki. (kıkırdar)
ADAMUS: Güzel. Ama bir anlığına öyle iyi geldi.
MARY SUE: Evet.
ADAMUS: Ah, evet.
MARY SUE: Evet.
ADAMUS: Evet. Peki. Güzel. Bu iyiydi.
MARY SUE: Teşekkür ederim.
ADAMUS: Bir tane daha. Bir olma nereden çıktı? Hadi ama, bunu kim uydurdu? Kim yarattı? Kim bir gün oturdu ve "Ah, bir olmamız gerek." dedi? Evet. (birisi “Coca Cola” der) Coca Cola! (kahkahalar) Evet, devam et ve ayağa kalk.
KATHLEEN: Bir zamanlar hepimizin tek bir bütün egemen varlık olmamız ve yaratılışçılık, patlama. Big Bang.
ADAMUS: Evet.
KATHLEEN: Ve ayrı düşme.
ADAMUS: Aslında onların hiçbirisi olmadı. Hikaye öyle anlatılıyor ama aslında asla öyle olmadı.
KATHLEEN: Eski bir hikaye.
ADAMUS: Eski bir hikaye. Evet, peki. Peki. Hepimiz birden geliyoruz. Evet, Tobias bile bunu Meleklerin Yolculuğu'nda lanse etti çünkü açıklamanın daha iyi bir yolu yoktu... aslında gerçekten nasıl olduğunu anlatmış olsaydı ödünüz bokunuza karışırdı. O nedenle hoş bir hikaye anlattı, "Biz yeniden bir olmuştuk" ve aslında hala buna inanıyor. Ama (bazı kıkırdamalar) uyanacaktır.
Teşekkür ederim. Bir olma. Nerede yaratıldı? Hangi yıl, ne zaman, kim tarafından? Ah 1700'lerde, benim zamanlarımda, ben yaratmama rağmen. Kiliseye kolaylık olsun diye. O kadar, sade ve basit. Bir olma o kadar eski değil. Bazıları bunun eski Budist veya Hindu öğretilerinde yer aldığını söylüyor ama çok fazla yok. Hadi ama diyorum. Hindular bir olma konusunda konuşmuşlar diye ki arada konuşurlardı, bunlar beş bin yıl önce konuşulmuş diye bunu düşünmekten hoşlanıyorlarsa bu grubu oluşturan harika insanların 100.000 tanrısı vardı. Bu bir olma değil. (kahkahalar) Ben bu yüzden onlar bu konuda konuştuklarında, "Gerçekten mi? 100.000'de bir olma nerede?" diye soruyorum. Hintli olanlar için üzgünüm - ah, bugün Hintliler izlemiyor. Peki. İki kişi var. Sizi görüyorum. Evet. "Merhaba. Siz görmek güzel." (mimik Hint aksanı ve bazı kıkırdamalar) Bu politik olarak mı yanlış yoksa ruhsal olarak mı?
LINDA: Evet. Politik olarak yanlıştı.
ADAMUS: Şey, peki. O zaman bugünkü her şey politik olarak uygunsuzdu çünkü ben bir Amerikalı gibi konuşuyor ve hareket ediyorum. (bazı kahkahalar)
LINDA ve İZLEYİCİLER: Ahhh. Aaah! Vay! (Adamus güler)
ADAMUS: Bilmiyorum. Buradan olmayanlar şimdi kıçıyla gülüyorlar! (kahkahalar artar)
SART: Cehenneme kadar yolları var!
ADAMUS: Peki. Evet. Adamus amcanız. Bunu engelleyemedim işte. Evet. Ben bugün bir Amerikalıyım.
Yani bir olma kilisenin hayrı için... lanet olası bu da ne? (Adamus Amerikan bayrağı desenli bir şeyi alıp bedenine sardığında bazı kıkırdamalar olur) Bu elbise gibi, etek gibi bir şey mi? Peki. Bilmiyorum. Ben uzun zamandır Dünya'da değilim. Bana yardım eder misin lütfen Linda? Bunu bağlamam mı gerekiyor ya da başka bir şey? (bazı kıkırdamalar)
LINDA: İyi yapıyorsun. İyi yapıyorsun. (Linda bayrağı beline sarar)
ADAMUS: Peki. Yani bir olma... dikkat dağıtma sanatı.
Hadi güzel, derin bir nefes alalım.
Bir olma kilise tarafından yaratıldı. Gibi. "Hepimiz biriz. Biz bire geri döneceğiz." Sırada durun. Hipnoz. "Biz biriz. Biz biriz. Biz biriz. Biz bire geri döneceğiz. Kulağa gerçekten iyi geliyordu ve siz bunu gerçekten benimseyenlerin 1800'lerin sonundaki Yeni Düşünce insanları olduklarını biliyorsunuz ve bu 1960'ların başında gerçekten bir momentum yarattı. "Hepimiz biriz çünkü ben değilim..." ('eteğine' gülerler) "Hepimiz biriz çünkü ben egemen olacak kadar değerli değilim. Ben kendi tanrısallığıma layık değilim. Benim bire dönmem gerekiyor." Şimdi, ne kadar sıkıcı değil mi? Eğer Tanrı gerçekten o şekilde olsaydı bu çok boktan kötü bir şaka olmuş olurdu. Üzgünüm Edith. Edith bana sanki, "Küfür etmeyi ne zaman bırakacaksın?" der gibi bakıyor. Yoksa hayranlıkla mı bakıyordu?
EDITH: Kesinlikle hayranlıkla.
ADAMUS: Kesinlikle. Ölmeniz ve sonra - aaah! - beyaz ışığı görmeniz gerçekten kötü bir şaka olurdu - aaah! - sizi birliğe götürürdü. Ve siz, "Tüm o çalışma! Ben Varım. Ben Ben'im. Hayır! Ben de herkes gibi sadece şu süt şisesinin bir parçasıyım. Tüm çalışma boşa gitti! Bütün o kimliğimi bulma çabası. Ben bu birlikte kaybolacağıma insan olunan dünyaya geri dönmeyi tercih ederim. Bu o kadar sıkıcı ki. Yani bu büyük birlikte kimlik yok. Ben bir olduğumuz oradaki o kişilerden hiç hoşlanmadım ama şimdi onlar da buradalar? Herkes burada! Aman Tanrım! (kahkahalar) Eğer yalnızca ben birlikten çıkabilseydim Dünya'ya dönerdim ve herkese "Gitmeyin! Bir olma berbat bir şey! Orada duyusallık yok! Bok gibi sıkıcı. Sanki devamlı sütün içinde gibisin, sıcak süt, kaymağı alınmış süt" (kahkahalar artar) Asla bir farkı yok! Her zaman aynı. Aman Tanrım. Dünya'da o kadar keyfim yerindeydi ki. Ben neden değerini bilmedim? Ben neden egemenliğimin, özgün varlığımın değerini bilemedim." diye bağırırdım.
Ve sonra da muhtemelen kendinize, "Biliyorsun işte, şimdi anladım. Ben anladım." Aslında Kilise oraya ulaşıyordu ama onlar yanlış bir yola saptılar, kendi güçlerinin yoluna.
Bu bildiri ile aslında şu demek istendi, "Ben kendi birliğime giriyorum. Ben oralarda uçan bütün o veçhelere, bütün o geçmiş yaşamlara" sahibim ki onlar bu arada bunu şimdi bu yaşamda yapman için sana güveniyorlar, yani ortalıkta uçmuyorlar. "Ben tüm bu bölümlere ve bu parçalara sahibim, onlar kopuk ve daima fasetalar olarak kalacaklar. Ama her şey onları benim birliğime, Ben Ben'im'e getirmek içindi. Ben'im'im olan kristalin birçok, birçok fasetası var ama bir olma kendimledir. Aman Tanrım. Onlar asıl noktayı kaçırdılar. Benim Dünya'ya geri dönüp şunu öğretmem gerek, 'Birlik benim. Bir olan benim' ve benim kendimin tamamını - tanrısal olanı ve insanı ve benim Üstadı ve öğrenciyi ve bütün geçmiş yaşamlarımı ve bütün potansiyelleri bir araya getirmem gerek. Onlar benim. Onlar benim. Onlar ben."
Başka bir söz etmeden hadi bunu hemen merabhlaştıralım. Merabh bir fiildir. Bilinci değiştirmek anlamına gelir.
Eteğim gibi mi?
LINDA: Evet.
ADAMUS: Yani benim bugün asıl konum bu. Gerisi sadece eğlenceydi.
Bir Olma Merabhı
Birlik sizsiniz. Bu hep böyleydi. O siz olan egemen varlık.
(müzik başlar)
Siz başka bir varlığa, ne olursa olsun başka bir varlığa borçlu değilsiniz. Asla, asla, asla sizin bilincinizi ele geçirebilecek karanlık bir varlık yok. Bazılarınız kendisini o kanatlı pervaneden geri tuttu. Siz kendinizi geri tuttunuz çünkü siz oralara açıldığınızda sizden daha güçlü olan kuvvetlere karşı savunmasız kalmaktan korkuyorsunuz. Burası daha kolay. Dışarıda bazı şeytanlar var, bazı kötüler var.
Çünkü onlar güç kullanıyorlar, karanlık taraf kandırmak için gücü kullanıyor; güç yok, sadece derin bir nefes alın ve "Ah, güç yok" deyin - işte o zaman sizi farkındalığa götürecek olan rüyalarınızın kanatlarına gerçekten izin vermeye başlarsınız. Ama biz şimdi burada bir olmak için varız.
Bunu bir anlığına hissedin, "Ben'im', Ben Varım" birliğini.
(duraklama)
Güzel, derin bir nefes alın. Kendi birliğiniz. Tamamen egemen.
Tamaman egemen.
(duraklama)
Başka bir açıdan bakınca da kendine yetensiniz. Birliğin dışında, sizin birliğinizin dışında, enerji de dahil olmak üzere sizin ihtiyacınız olan hiçbir şey yok .
(duraklama)
Sizin her veçheniz, kendinizin her fasetası, her geçmiş yaşam, bu yaşamdaki kişisel özellikleriniz o birliğin bir parçası. Onlar eve gelmek için yalvardılar. Onlar bir olan size geri dönmek için yalvardılar.
Ben bir olmayı Transhüman dizisinin sonunda gündeme getiriyorum çünkü bunun gerçekten her bölüm ve parçanıza, her veçhenize ve her fasetanıza şimdi artık zamanın geldiğini bildirmekle alakası var. Artık ortalıkta oyalanmak yok. Artık Ben'im'in çevresinde dolaşmak yok. Artık bazı veçhelerin yaptığı gibi sizinle alay etmek yok, sizinle dalga geçmek yok.
Sizin, birliğinizin basitçe geri dönmek isteyen birçok parçası var. Onlar bu gezintiye sizinle çıkmak istiyorlar. Onlar tamamen ayrı, bağlantısızken bunu yapamazlar.
İşte biz önümüzdeki dizimizde gerçekten yükselmeye başlamadan önce burada Transhümanın sonunda böyle bir toplantıda oturuyoruz ve siz basitçe bir olmayı hissedin. Yapmanız gereken tek şey bu, sadece kendinizin, Ben'im'in birliğini hissedin.
Ve siz bunu yaparken onların kırık, yaralı, incinmiş, travmatize olmuş olduklarını düşünseniz bile bütün o bölümler ve parçalar çekilirler. O maskülen ve femineni geri getirir. İyiyi ve kötüyü, ışığı ve karanlığı geri getirir ve siz sanki... ben onu sanki büyük bir küre gibi görüyorum, çok yönlü bir küre gibi. Her şey yeniden farklı kenarları olan milyonlarca ve milyonlarca elmasa sahip olan o parlayan yanar döner şekle, siz olan o küreye getiriliyor. Ve siz onu uzaktan gözlemlediğinizde o kocaman parlayan bir ışık topu gibi gözükür. Siz ona gerçekten yakınlaştığınızda onun milyonlarca mükemmel elmastan oluştuğunu görürsünüz; bu küredeki milyonlarca ve milyonlarca kenarlara sahip elmasların her birinin mükemmel olduğunu söyleyebiliriz.
Ah, bilirsiniz işte, kürenin dışında süzülen bu elmaslardan bazıları, parça gibi olanlar, kristal gibi, cam gibi olanlar, tereddüt edenler ve gelmek istediklerinden emin olmayanlar eve dönüyor; uzay çöplüğü gibi, şey gibi - Satürn'ün halkası gibi - her şey onu çevreleyen yörüngede. Ama biz burada ne zaman derin bir nefes alır ve izin verirsek, şey, ben konuşmayı keseceğim ve bunu deneyimlemeniz için size bırakacağım.
Siz derin bir nefes aldığınızda, kürenin dışında süzülen o çöplüğe neler olduğunu hissetmek için kendinize izin verin.
Güzel, derin bir nefes alın.
(duraklama)
Hepsi izin Vermek ile ilgili. Hatırlayın, zihin bu parçaların hepsini bir araya getiremez. İnsan özü aydınlanmadan sorumlu değildir. Her şey İzin Vermek ile alakalıdır.
Sizin bu harika küreyi, kendi birliğinizi, kendi egemenliğinizi duyumsamanız bütün bölümleri ve parçaları yeniden eve çağırmanız demektir.
(duraklama)
Bu transhümanizm, benim dediğim transhümanizm. Bu Öz'e geri dönmektir. Bu, bütün kozmoza yayılmış olan, zaman ve uzayda duran bölümlerin ve parçaların, kendinize ait bölümlerin (fragmanların) başkalaşım geçirmesidir.
Ve gerçek transhümanizm bunların yeniden bir araya gelmesine izin vermektir.
Hatırlayın, siz onları zihinsel olarak geri getiremezsiniz. Siz basitçe izin verebilirsiniz.
(uzun duraklama)
Siz veçhe diye adlandırdıklarınızla ve kendi parçalarınızla çok mücadele ettiniz. Şüphelerin çoğuna onlar neden oluyorlar. Birçok rüyadan vazgeçilmesinin, geri tutulmasının nedeni onlar.
Şimdi sadece birlik için, kendi egemenliğiniz için derin bir nefes alır mısınız?
(duraklama)
Essneilere ve Gnostiklere ait çok eski öğretilerde bir olmadan bahsediliyordu. Bütün evrenin bir olmasından değil; onlar Öz'ün bir olmasından bahsediyorlardı. Bu bozuldu. Yanlış anlaşıldı. Bir olmadan bahsettiğinizde insanları hipnotize etmek kolaydır, 1984 filmi gibi, Büyük Birader gibi.
Ama ben ileride bu öğretilerden bazılarını Şaudlarda ve kesinlikle Keahak'ta gündeme getireceğim. Bu eski öğretiler egemenliğin gerçek doğasıyla, varlığın bir olmasıyla, bütünleşmiş varlıkla, kendi içinde bir olmakla ilgiliydi.
Ve her ne kadar mantıklı ve öyle sanıyorum çok doğal gözükse de ona karşı büyük bir direnç var. Onun anlamı kendini kabul etmek ve kendine izin vermektir. Şüphelerin ötesine geçmek. Sanırım siz delirmek derdiniz. Ama delirmek ne demek?
Hadi kendi transhümanizm şeklimiz için derin bir nefes alalım. Bedenin, zihnin ve ruhun (spirit) Bilinç Bedenine evrilmesi; eski biyolojinin ötesine geçen evrim; zihnin korkularının ötesine geçen doğal evrim.
Bizim tranhümanizm şeklimiz bunların üzerinde çalışmamak, doğal aydınlanma süreci sırasında insanı yola çıkarmamak ama insanın katılımcı olması ve tanrısallığına, birliğine izin vermesi. İnsan Aydınlanmadan kendisinin sorumlu olmadığını fark etmeli. Ondan sadece izin vermesi ve deneyimlemesi isteniyor. Çaba olmadan, basitçe izin vererek, güvenerek.
Bizim transhümanizm şeklimiz bedenin, biyolojinin belki doğada bir yürüyüş ya da sıcak bir küvette oturmak dışında dışarıdan herhangi bir müdahale olmadan kesinlikle kendisini iyileştirebildiğini bilmek demektir.
Bizim transhümanizm şeklimiz insan bilgisayarlarının yaptığı gibi mümkün olduğu kadar veriyi toplamak ve depolamak demek değildir ama hiçbir şeyi depolamaya ihtiyacımız olmadığını fark etmektir. Hiçbir şeyi.
Bizim verileri ve tam rakamları yüklememiz gerekmiyor çünkü biliş denilen bir şey var. O sizin kişisel birlik kümeniz. O sizin kendi bilişiniz ve o, zihnin yaptığı gibi veriyi depolamaz. O, zihnin hatırladığı gibi hatırlamaz ama biliş basitçe bilir. Ve o ihtiyacı olana kadar bilmez. Onun güzelliği bu. Sizin bilişiniz, sizin gnostunuz bir depolama yeri değildir.
Onu tarif etmenin en iyi yolu şu, biliş uzay ve zamanın dışında işler. O nedenle lineer olması gerekmez. O tarihleri kaydetmez. Eğer bilmeniz gereken bir şey varsa ve bu geçmişte olan bir şey ise, o, geçmişe gider. O, depolamaz, o, basitçe orada olur. O, Ben Buradayım'dır. O, bir bilinçtir.
İnsan zihninin artık anıları ve bilgiyi depolamasına ve sizin kimlik damganızın yüklendiği gizli mahzenlere sahip olmanıza ihtiyaç yok. Siz bunların hepsinin ötesine geçeceksiniz. Bu bizim transhümanizmamız.
Varlığımıza büyük bilgisayarların yerleştirilmesine ihtiyacımız yok bizim. Biz basitçe bilişe gideriz. O daima oradadır. Onun enerjiye ya da başka bir şeye ihtiyacı yoktur, ona biliş deniliyor.
O daima orada. Bizim transhümanizmamız, bizim bir olmamız bu şekilde.
İnsanlar teknoloji ile nereye gidiyorlar? Farklı yönlere doğru birçok potansiyel var. Ben bu konuda size bilgi vermeye devam edeceğim ama ben bu konuya çok zaman harcama niyetinde değilim. Bunun yerine sizin transhümanizmanızı konuşmayı tercih ederim.
Ben sizden bir şey istiyorum - merabh sırasında - sizden bir şey hissetmenizi istiyorum. Ben sizden o yedi yıl sözünü hissetmenizi istiyorum, aydınlanma gerçekleştiğinde en az yedi yıl bedenli olarak kalacağınız sözünü. Bu sizin kendinize verdiğiniz bir sözdü - ve bu daha uzun da olabilir, daha kısa da olabilirdi - ama kalma sözü.
Ben bunu hissetmeniz için sizi davet ediyorum.
(duraklama)
O histe bir sevinç olduğunu söyleyebilirim, gerçek bir sevinç.
(duraklama)
Hadi bu bağımsızlık gününde, burada Amerika Birleşik Devletleri'nde, Cumhuriyette, demokrasi değil, hep birlikte güzel, derin bir nefes alalım. Burada özgür topraklarda ve kahramanların evinde.
Ama ben sizden bir bakmanızı, şu andan önümüzdeki toplantımıza kadar şunları gerçekten hissetmenizi istiyorum, Amerika ve sizin şimdi gelişmiş diye adlandırdığınız Dünya'yı; ama Amerika'yı, özgürlük arzusunu, daha iyi bir yaşam arzusunu ve şimdi Eski Dünya'ya olanları ve Yeni Dünya'yı. Çok farklı değil dostlarım.
Evet buraya gelip bu yeni yeri kuran öncüler geldikleri yeri özlediler. Onlar ailelerini ve geleneklerini ve adetlerini özlediler. Onlar Avrupa'dan ya da Güney Amerika'dan da gelseler oraları çok özlediler. Ama onlar öncülerdi. Onlar özgürlük için geldiler.
Şimdi Yeni Dünya ve Eski Dünya var. Biz Yeni Dünya'da - ve Theos'ta - gerçekten de özgürlüğün sonraki turunu gerçekleştiriyoruz. Bu sizin bu Dünya'da yine bulunamayacağınız veya istediğiniz zaman gelip ziyaret edemeyeceğiniz anlamına gelmez. Ben sizin asla bir daha olağan bir enkarnasyon seçmeyeceğinizi biliyorum ama Amerika'ya gelen, kentlere dönüşen koloniler kuran öncülerde olduğu gibi olur, onlar arada bir gidip ziyarette bulunurlardı. Onlar İrlanda'yı, İngiltere'yi veya Fransa'yı ziyaret ederlerdi ve asla geri dönemeyeceklerini anlarlardı. Onlar fazlasıyla özgülüğe sahiptiler. Onlar asla geri dönemezlerdi. Ziyaret etmek güzeldi ama onlar asla geri dönemezlerdi.
Hadi bu harika günde güzel, derin bir nefes alalım. Birlik içinde güzel, derinlemesine bir nefes.
(müzik sona erer)
Dostlarım bugün ders mi işledik söylediğim gibi ciddi bir ders mi yoksa biraz eğlendik mi bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey var o da özgür topraklarda ve yaban ellerde olmam. (kahkahalar)
ADAMUS VE İZLEYİCİLER: Tüm yaratımda her şey yolunda.
ADAMUS: Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. (izleyiciler alkışlar)
İngilizceden çeviren Meltem Taban