Transhuman Serisi, Şaud 4
Adamus mesajı Geoffrey Hoppe kanallığı ile
10 Aralık 2016'da Kırmızı Çember'e sunulmuştur.
Ben Ben'im Egemen Alan'dan Adamus.
Hadi önce ilk yaptığımız şeyi yapalım. Enerji değiş tokuşu. (kahkahalar) Küçük bir kanal için biraz kahve.
LINDA: (Sandra'ya) Teşekkür ederim.
ADAMUS: Teşekkür ederim canım.
SANDRA: Çok sıcak.
LINDA: Verdiğin hizmet için teşekkür ederim. Kutsal koku!
SANDRA: Sıcak dedim.
LINDA: Çok güzel ve sıcak. Dikkatli ol.
ADAMUS: Teşekkür ederim. Teşekkür ederim.
LINDA: Çok, çok sıcak.
ADAMUS: Ah! Sıcakken alabilirim. Ahh!
İşte Şambra noele, tatillere. (kupasını kaldırır; izleyiciler alkışlar) Ahh!
Onu hala Noel zamanı diye adlandırmak benim hoşuma gidiyor. Bu belki iyi düşününce doğru olmayabilir, sanırım siz ona "Tatil zamanı" diyorsunuz ama benim için yılın bu zamanları hepimizin buraya neden geldiğimizi - neden dünyaya Mesih tohumu ektiğimizi - hatırladığımız zamanlar.
Bu aslında Yeshua'nın doğumu ile alakalı bir şey değil ki doğum günü de kesinlikle Aralık'ta değildi. O balık burcuydu. Bunlar gerçekten de neden buraya geldiğimizle, Mesih tohumu bilincini hatırlamamız ile ilgili zamanlar.
Biz buraya yeni bir umut için geldik, Dünya için, eninde sonunda insanlığın ve tanrısallığın bir olup bütünleşmesi gibi bir şey için geldik.
Cauldre ve Linda'nın daha önce söylediği gibi yılın bu zamanları basitçe durulan, basitçe derin bir nefes alınan ve rahatlanan zamanlardır. O kadar çok çalışmayı, mücadele etmeyi bırakın. Eğlenin. Öyle bir suratla nasıl eğlenemezsiniz ki. (elf maskesi takmış birine yönelik) Evet. O surat bir öpücük istiyor. Muahh! Evet.
LINDA: Eşsiz.
ADAMUS: Yani Noel zamanı yılın güzel bir zamanıdır. Şeyler biraz yavaşlıyor. Şimdi içeriye doğru derinleşme zamanı. Ah, çok yakında yılın en uzun gecesi yaşanacak. Sizler belki şimdi daha iyi uyuduğunuzu hissediyorsunuzdur. Dışarısı biraz daha uzun bir süre karanlık oluyor. Yılın bu zamanları biraz daha yavaşlama zamanlarıdır. Bizim gelecek yıl programımızda yapacağımız çok şey var.
Ben sizin yaşamlarınıza bakıyorum; ben ProGnost'a hazırlanırken sizin yaşamlarınıza, sizin neyin beklediğine bakıyorum. Küçük ayrıntılara değil ama sizin yaşamınıza giren enerjinin yönüne ve sizin hayatınızdaki hareketlenmeye. Oh, bu yıl farklı bir yıl olacak, bu yıldan farklı bir yıl olacak. Ben bunu anlatmak için ProGnost'u bekleyeceğim ama bu en azından "Hımm, ilginç bir yıl" diyeceğiniz bir yıl olacak.
Zaman
Başlamadan önce benim sizin hissetmenizi istediğim bir şey var, çoğunuza özellikle olan bir şey, ben buna zamanda değişim, zamanda esneme diyorum. Siz zamanın bazen çok hızlı aktığını hissediyor musunuz? Sizin bir şey yapmak ya da bir yere gitmek için bir saat vaktiniz olduğunda zaman çok hızlı geçiyor. Ve siz ben orada mıydım diye kendinize hayret ediyorsunuz? Siz mevcut muydunuz? Siz bedeninizde miydiniz? Belki de siz başka bir boyutta idiniz? Hayır, artık normalde olduğu gibi olmayacak. Üstatlığa kendini açanlar için zaman esnemez olmaktan çıkıyor. Zaman eskisi gibi giderek hızlanmıyor.
Aranızdan bazıları saate bile bakmadan zamanı biliyor. Siz zamanın daima beş, on dakikalık dilimleri içinde bulunuyorsunuz. O şimdi akıp gittiğinde bile siz, "Zamana ne oluyor?" diyorsunuz. Başka bir zaman da her şey çok hızlı ya da ağır geçiyor gibi, o hayatınızda size zor gelen şeylerden birisi? (bazı kıkırdamalar ve birisi "Evet" der) Siz acele ederseniz zaman daha hızlı geçiyor gibi gelir. Siz sıkıldığınızda, yapacak bir şeyiniz olmadığında zaman yavaşlar. Bunlar size biyolojik ve zihinsel düzeyde bir şeyler olduğunu gösteren en büyük belirtilerdir. Siz değişiyor ve değişim geçiriyorsunuz.
Beden zamana çok, çok bağlıdır. Kalp atışları zamana göredir. Güneşin doğması ve batması gibi hareketlere çok bağlısınız. Beden bir zaman makinesi olduğu gibi biyolojik bir makinedir de. Ve siz değişim ile beraber bunu bedeninizde hissedeceksiniz. Bedeniniz, "Neler oluyor? Ne oluyor?" diye merak edecek.
Zihin de zamana bağlıdır. Zihin günü planlamayı sever ve zihin saatin kaç olduğunu bilmekten hoşlanır. Enerjisel bakımdan sabahın sekizi ile öğleden sonra üç arasında muazzam bir fark vardır. Bunu bir anlığına hissedin. Sabah sekizde öğleden sonraya göre tamamen başka bir enerji vardır. Onlar çok, çok farklı hissettirirler çünkü zihin kendisine çok bağlıdır, onun düşündüğü olmalıdır; zihin bedene bağlıdır ve beden de zamanın ritmine. Bunların hepsi aniden değişmeye başladı.
Kötü diye değil. Hiç değil. Aslında siz bir sonraki adımda zamanın düşmandan çok bir dost olduğunu keşfedeceksiniz. Sizin yaşamınızın çoğu zaman bulmak, zamanında yapmak, zamanı yönetmek ile geçti ve zaman siz ona zihinsel veya fiziksel olarak kilitlendiyseniz aslında gerçek anlamda bir enerji hırsızına dönüşebilir. Siz aniden zamanın bir arkadaş olduğunu keşfedeceksiniz. Zaman sizin için çalışır ve siz aynı zamanda aslında zamanın olmadığını fark edeceksiniz. Aslında zaman diye bir şey gerçekten de yok. Siz diğer realitelere giriyorsunuz, geçmekte olan büyük evrensel bir saat yok. Gerçekte zaman yok.
O biraz bu gezegendeki amaca hizmet ediyor, zaman özellikle güneşin doğması ve batması ve gezegenin hareketleri ile ilgili ama siz artık zamana bağımlı olmadığınızı fark ediyorsunuz. Siz bunu bıraktınız. Bu çok tuhaf bir hissediş.
Bu size aynı zamanda çoğunuzun zaman zaman hissettiği gibi merkezlenmemişlik hissi veriyor, siz artık zamanın içine kitlenmiyorsunuz. Siz aniden lineer bir yaşam kavramının, benim lokal lineer dediğim konseptin - geçen saatlerin, dakikaların, yılların - büyük br illüzyon olduğunu fark edeceksiniz. Çoğunuz, "Eh, ben gezegende kalsam gelecek nasıl bir şey olurdu diye merak ediyorum?" diyor. Bunu bilmek ister misiniz? Derin bir nefes alın ve onu hissedin. Bu şimdi olmakta.
Bunların hepsini anlamak zihine tuhaf geliyor. Zihin, "Eh, bunların hepsi şimdi nasıl olabilir?" diye düşünüyor. Çünkü zihin çok lineerdir. O zamana çok odaklıdır. O geleceğin şimdi deneyimlendiğine dair bir fikri gerçek anlamda kavrayamaz. Ama siz zamanın, saatlerin, ayların ve yılların akıp gittiği ile ilgili anlayışı tamamen salıverirseniz her şeyin şu anda olmakta olduğuna dair o güzel farkındalığa sahip olursunuz. Her şey şimdi oluyor.
Bir açıdan olmakta olan geçmiş ve gelecek yaşamlar birbirinden bağımsızdır. Onların hepsi birbirinden bağımsızdır. Onlar birbirine sizin üstatlığınız için bir yaşamdan diğerine çalışmanızı gerektirecek bir biçimde bağlı değildirler. Siz aslında şimdi meydana gelen geçmiş yaşamda bir Üstat olabilirsiniz ve gelecekte bir Üstat olmayabilirsiniz. Zamanı salıvermenin güzelliği buradadır.
Salıvermek için onun zaten meydana gelmiş olduğunun farkında olmaktan başka bir şey yapmak gerekmez. Benim sizden istediğim tek şey ona direnç göstermemeniz, sizin de dediğiniz gibi, zaman aniden zihnin istediğinden farklı olduğunda uçun; zamana geri dönmeye çalışmanız gerekmediği için, sıkışmamanız için. Siz aniden zamansız olursunuz ve zamansızlık muazzam bir özgürlüktür.
Biz bugün biraz daha ilerledikten sonra buna yine değineceğiz ama biz şimdilik zamana olan ihtiyacı aşarken derin bir nefes alalım. Zamanın kendisinden beslenmeye bir son verin ve zamansız olun. Bu her şeyden daha iyi.
Bir Üstadın Anıları
İşte ben yeni kitabımın (Bir Üstadın Anıları) sonunda çıktığını anladım. Biz bir buçuk yıl geciktik (bazı kahkahalar) ama zaman diye bir şey yok (Adamus kıkırdar). Ben zaman konusundaki küçük bilgileri bir kitabın bölümleri arasında basitçe geçiş yapar gibi verdim. Biraz geç ama daima zamanında - bir Üstadın Anıları. Benim adım gerçekten çok büyük yazılmış olsa da ve ben sizin adınızı orada göremesem de ben ona "bizim" kitabımız diyorum. (kıkırdamalar artar) Ama o gerçekten bizim kitabımız. O gerçekten, gerçekten bizim kitabımız. O gerçeklere dayanıyor, gerçek Şambra'nın gerçek hikayelerini içeriyor. Siz orada anlatılan hikayelerden birinde veya hepsinde kendinizi bulacaksınız.
Biz Şambra'nın enerjilerini aldık, belki isimleri, bazı durumları değiştirdik - sizin bazen bazı şeyleri daha ilginç hale getirmeniz gerekebiliyor, o, sizin gerçek hayat dediğiniz şey kadar korkunç değil ki o da hiçbir şekilde gerçek hayat değil - ama bu kitap sizin kitabınız. Bu kitap bizim diğer kitaplarımızın hepsinden daha fazla miktarda sizin enerjinizi içeriyor.
Kitap hikayelerden, Üstat ve öğrencinin kısa hikayelerinden oluşuyor ve siz kitabı okuduğunuzda ilk önce öğrenci ile özdeşleşecek, kendi dertlerinizi, kendi verdiğiniz mücadeleyi ve yaşadığınız zorluklar ile kendi anlayışınızdaki eksikler ile karşılaşacaksınız. Siz kitabın sonuna yaklaştığınız zaman siz daha çok Üstatla, şu anda sizin içinizde mevcut olan Üstatla özdeşleşeceksiniz. O belki ortaya çıkmamış olsa da, berrak bir bilinç halinde olmasa bile sizin içinizdeki Üstatla. Siz aydınlanmayı arama kavramının, Üstatlığı gerçekleştirme kavramının o yalanlardan biri olduğunu fark etmeye başlayacaksınız. Bu daima, daima, daima basitçe ona izin vermekle ilgili bir şeydir.
Siz kendinizi Üstat olarak görmeye başladınız. Siz son bölümlere geldiğinizde kendinize, "Ben bunu yaptım. Ben burada anlatılan Üstadım." diyerek bunu kabul edeceksiniz. Siz öğrenciden, ara sıra kafası karışan öğrenciden, aşırı derecede sinirli, stresli öğrenciden, aydınlanmak için o kadar çabalayan öğrenciden; anılarda bahsedilen ve gerçekte siz olan Üstada doğru değişim gösteriyorsunuz. Bu olduğunda sizin yüzünüzde kocaman bir gülümseme belirir ve siz onun yol boyunca orada olmuş olduğunu fark edersiniz ve siz artık Üstadı aramazsınız. Siz basitçe Üstada yer açarsınız.
Bu bizim kitabımız ve ben bunun gibi daha çok şey olmasını umuyorum. O, toplumda ne kadar etki yapar bilmiyorum. O daha çok Tobias ve benimle geçen 16 yıllık bir enerji seremonisi. O bir enerji seremonisi. O, bizim yolculuğumuzun kutlanması. İçinde o hikayeler var - eh, siz gece yatmadan önce bir hikaye okuyun; siz endişe yaşadığınız veya karmakarışık olduğunuz veya zora düştüğünüz o öğrencilik anlarından birini yaşadığınızda bir hikaye okuyun, onlar bizim hikayelerimiz.
Yani dostlarım benim size bu kitabın bir parçası olduğunuz için teşekkür etmem gerekir. Yeniden söylüyorum benim adım kitabın kapağında yer alıyor ama onlar hepsini oraya yazamadılar. Yayıncı ısrar etti. Ben, "Hayır, lütfen. Ben adımın orada yer almasını istemiyorum." desem de yayıncı ısrar eti... Şimdi ve sonra birkaç hikaye anlatın tamam mı? (bazı kıkırdamalar)
Bugünün Formatı
Hikayelerden söz açmışken, hikayelerden konuşmuşken bugün bir fırsat doğdu. Ben bugünkü Şaud için iki versiyon hazırladım: ben ders verebilirdim veya ben hikayeler anlatabilirdim. Linda, izleyicilere mikrofon lütfen.
LINDA: Ah, eğer bulabilirsem zevkle. İşte başlıyoruz.
ADAMUS: Bir seçim yapabiliriz. Hangisini daha çok istersiniz ders dinlemek mi yoksa hikaye dinlemek mi? Linda, hazır gibi duran herhangi birine mikrofonu uzatalım.
FRED: Ben hikaye dinlemek isterim lütfen.
ADAMUS: Hikaye. Peki, güzel. Hikaye için bir kişi. Sıradaki.
LINDA: İzin ver huysuz birini bulayım.
ADAMUS: Hikaye mi ders mi? Ben hikayelerimi hazırladım. Ben hiç hikaye hazırlamadım ama başladığımızda uyduracağım.
SART: Evet, güzel bir şeyler uydur.
ADAMUS: Güzel bir şeyler uydur. Ne gibi?
SART: Benim hayatım ile ilgili. (kahkahalar)
ADAMUS: Bizim bazı şeylere gerçekten renk katmamız gerekiyor...
SART: Ah, evet! Önemli!
ADAMUS: Evet, önemli. Peki. O zaman iki tane hikayemiz var. Ders? Büyüleyici bir ders o, fizik.
TERRY: Eh, neden her ikisini de yapmıyoruz?
ADAMUS: Neden her ikisini de yapmıyoruz? Güzel. Güzel. O asla tek bir şeyde sıkışıp kalmaz. (izleyiciler "evet" der ve alkış) Ders niteliğinde hikayeler anlatabilirim.
LINDA: Ahhh! (Adamus kıkırdar)
ADAMUS: Ders mi hikaye mi?
CAROLYN: Sanırım hikaye daha çok hoşuma gider.
ADAMUS: Hikaye. Peki.
CAROLYN: Evet.
ADAMUS: Birkaç kişi daha. İşin ne tarafa gittiğini görüyorum. Ah, arkada ışık beden içerisinde olan insanlarımız var... (onlar yılbaşı ışıklandırması olan kostümler giymişlerdir) Devam edin. Işık bedende olan o üçünüz.
LINDA: Ben onların ne olduğunu anlamamıştım. Şimdi anladım.
ADAMUS: Önce ışık beden içinde olanlar kalkabilirler mi lütfen?
LINDA: Bekle, beklet! Buradan bir yanıt var.
ADAMUS: Hayır. Bekle. Bekle. Devam edin, kalkın. Işık bedenler. Herkesin görmesini istiyoruz. Evet. Bakın izin verdiğinizde böyle olacak. (kahkahalar) Güzel. Teşekkür ederim. Ben takdir ettim.
LINDA: Aman Tanrım.
ADAMUS: Hikaye mi, ders mi?
ŞAMBRA 1 (KADIN): Hikaye.
ADAMUS: Hikayeler. Hikayeler. Linda hadi salonun bu tarafını deneyelim. Sanırım bu tarafın hikayelere karşı bir önyargısı var.
LINDA: Eh, bilirsin işte, senin bildiğini yapman gerekir.
ADAMUS: Hikaye mi ders mi?
ŞAMBRA 2 (kadın): İkisi de.
ADAMUS: İkisi de. Peki.
LINDA: Ohh!
ADAMUS: Bu gerçekten sıkıcı bir hikaye olacak. (Adamus kıkırdar)
LINDA: Daha gidecek çok yolumuz var.
ADAMUS: Hikaye mi, ders mi? Beyfendi? Sanırım beyfendi.
NICOLAI: Evet. Evet.
ADAMUS: Nasıl...
NICOLAI: Nasıl olursa olsun...
ADAMUS: Ayağa kalkarsan biz de...
NICOLAI: Evet, tabii.
ADAMUS: Evet. Hoş bir kostüm. (mitolojik tanrı Satir gibi giyinmiştir) Güzel. Güzel.
NICOLAI: Evet, ben güzel bir hikaye uyduralım diyorum.
ADAMUS: Güzel bir hikaye. peki. İki kişi daha. Sanırım bugün hikaye kazanacak. İçinde biraz ders barındıran hikayeler.
LINDA: Eh, burada artık her ay bulunmayacak olanlar var. Ben onlara fikirlerini soracağım.
ADAMUS: Oh! Oh, hayır.
LINDA: Onu özleyeceğiz.
ADAMUS: Oh!
MARC: İkisi de olsun.
ADAMUS: İkisi de. Hem hikaye hem ders. Peki. Son bir kişi daha.
LINDA: Son bir kişi – ooh, ooh! Pardon, pardon. (biraz ortada dolaşır)
ADAMUS: Sanırım oylama zaten belli oldu.
LINDA: Ayakkabıların benim ayakkabılarımdan büyük. (Adamus kıkırdar) Birbirimizin koca ayaklarına bastık. Bakalım. Ah, işte! Hadi burayı deneyelim.
ADAMUS: Ah! Sen buraya gelmek için çok uzun yol katettin Hikaye mi, ders mi?
BIRGIT: Hikaye.
ADAMUS: Hikaye. Herkes hikaye istiyor.
LINDA: Oohhh!
ADAMUS: Henüz buraya gelme. (bazı kıkırdamalar) Sıradaki soru.
LINDA: Oh.
ADAMUS: Evet.
LINDA: Oh.
ADAMUS: İnsanlar neden hikayeleri sever? Neden hikayeleri seviyorsunuz? Neden hikayeleri seviyorsunuz? Seçim şansınız vardı ben burada ders verebilirdim. Biz yazı tahtasını çıkarabilirdik. Biz yaşamın kendisinin psişesini işleyebilirdik. Evet.
LINDA: Biz onu başka bir gün amele kılığında görmemiş miydik, o şimdi smokin giymiş?
ADAMUS: Evet.
LINDA: Vay beee.
ADAMUS: Evet.
JOE D: Evet ben her şey yapabilirim.
ADAMUS: Hepsini yap. Hikayeler neden çekici geliyor peki?
JOE D: Hikayeler insanları bulundukları realitelerin dışına taşıyor...
ADAMUS: Güzel.
JOE D: Onları kendi hikayelerinin içine sokuyor.
LINDA: Oooh!
ADAMUS: Onların "kendi" hikayelerine.
JOE D: Geçmişlerine evet.
ADAMUS: Evet, evet. Güzel. Peki.
JOE D: Bana bir hikaye anlat o zaman.
ADAMUS: Bir çift hikayemiz olacak. Benim hızlıca düşünmem gerek, ben ders hazırlamıştım. Ben sizin ders isteyen izleyiciler olduğunuzu sanıyordum ama sizin hikaye dinlemek istediğinizi fark etmedim.
LINDA: Başka?
ADAMUS: Siz peri masalları mı dinlemek istiyorsunuz? Siz yetişkinler için açık saçık hikayeler mi istiyorsunuz? Siz... (kahkahalar) Ne olduğunun bir önemi...
LINDA: Hayır!
ADAMUS: Benim için fark etmez. (kıkırdamalar artar) Birkaç tane daha. Hikayelerde sizi çeken ne var?
IWONA: Eh, onlar kalpten geliyorlar.
ADAMUS: Onlar kalpten geliyorlar. Peki.
IWONA: Onlar dersten daha fazlası.
ADAMUS: Benim bugün anlatacaklarım değil.
IWONA: Tamam!
LINDA: Ohhh!
ADAMUS: Ama evet öyleler. Onlar kalpten geliyorlar. Başka? İnsanlar neden hikayeleri severler? David.
DAVID: Onlar bizi zihinden çıkarır ve bizi imgelememize ve hissedişimize yönlendirir.
ADAMUS: Evet.
LINDA: Ohh!
ADAMUS: Evet, kesinlikle.
LINDA: Çok iyi.
ADAMUS: Güzel. İki kişi daha.
LINDA: İki kişi daha.
ADAMUS: İki kişi.
LINDA: Peki. Dolaşalım.
ADAMUS: İnsanlar ve onların hikayeleri.
LINDA: (fısıldar) Senin yanıtlarından daima hoşlanmışımdır.
ŞAMBRA 3 (kadın): Kaçış.
ADAMUS: Kaçış. Güzel.
LINDA: Ooohh!
ADAMUS: Güzel. Umarım bugün biraz kaçabiliriz. Şeyden kaçabiliriz...
LINDA: Oh, bir gönüllü. Pardon. Bunu istediğine pişman olacaksın.
ŞAMBRA 4 (erkek): Pişman olacağım ama onlar bize kim olduğumuz ile ilgili bir içgörü veriyor.
ADAMUS: Bize içgörü veriyor. Evet, kişiselleştiriyorlar demenin farklı bir yolu, içgörü vermek. Harika. harika.
Ve, ah, sormam gereken sıradaki soru, eh, sizin hikayeniz nedir?
Sizin Hikayeniz nedir?
LINDA: Oh.
ADAMUS: Yirmi ya da daha az sözcükle.
LINDA: Yirmi ya da daha az sözcükle mi?
ADAMUS: Eh, peki. Ben birkaç sözcük vereceğim ya da alacağım. Burada oturan sizlerin hikayesi ne? Sizin hikayeniz nasıl? Devam edin.
LINDA: Peki.
ADAMUS: Senin hikayen nedir?
LESLIE: Ben de tam bunu düşünüyordum sen... çok keyifli bir yolculuk oldu ve hala sona ermedi.
ADAMUS: Evet. Güzel. Güzel. Sen daha fazla eğlenceli yolculuk istiyor musun?
LESLIE: Oh, evet!
ADAMUS: Yoksa artık bir son mu bulsun?
LESLIE: Hayır, hayır, hayır.
ADAMUS: Peki.
LESLIE: Ben biraz daha keyifli yolculuk yapmak istiyorum.
ADAMUS: Peki, güzel.
LESLIE: Ben sıradaki şey için hazırım.
ADAMUS: Leslie'nin hikayesi - "Çok keyifli bir yolculuk ve henüz sona ermedi." Güzel. Bu hoşuma gitti.
LINDA: Peki, ben o tarafa giderek risk alacağım.
ADAMUS: Birkaç kişi daha. Merhaba canım.
EDITH: Merhaba.
ADAMUS: Senin hikayen nedir?
EDITH: Ben 1999'da Kırmızı Çember'i bulduğum için mutluyum ve ben senden ve Tobias'tan ve Kuthumi'den eğitim ve öğretim aldım ve ben bunu içtenlik ile seviyorum ve ben sizin hepinizin muhteşem olduğunuzu düşünüyorum, o kadar.
ADAMUS: Senin hikayen Kırmızı Çember. Evet. Ve Edith biliyorsun sen dünya çapında bir rock yıldızısın. Hiç böyle bir hikayenin içinde olmayı umar mıydın?
Edith umutsuzluk içinde olduğu bir zamanda Kırmızı Çember'i buldu. Hayatın çok kasvetli geldiği bir zamanda, yarın için bir umut kalmadığı bir zamanda onun zihnine aniden "Tobias" diye bir isim girdi. "Tobias! Tobias!" diye çevresindeki herkese sordu. "Sen bu Tobias hakkında ne biliyorsun? Onun "Tobias" ismi - kafamda çınlamaya devam etti." Sonunda birisi, "Edith internete bak." dedi. "Ah." O internete - "Tobias" ve Kırmızı Çember yazdı - "Bu ne kadar tuhaf bir inanç? Ben kendimi nasıl bir şeyin içine sokuyorum? Onlar ne yapacaklar? Onlar yaptıkları o toplantılarda insanları, hatta yarım insanları mı kurban edecekler? (bazı kahkahalar)
Ama o birgün ortaya çıkmaya karar verdi. O kendisini gizlemek için toplantıya kendisine yakışıklı, iyi giyimli bir adam görüntüsü vererek katıldı. Oturdu ve aniden göz yaşlarına boğuldu. "Ben evdeyim." dedi. "Ben evdeyim. Çevremi benim gibi insanlar sardı. Eh, tam olarak benim gibi değil ama çevremde hep benim sevdiğim ve beni seven insanlar var. Kırmızı Çember benim evim." Ve o sonra burada bulunan ve online izleyen herkesi tanıdığını fark etti. O, onları çok uzun bir zamandır tanıyordu. Onlar doğru zamanda, doğru insanlar ile daha önce tüm yaratımda hiç yapılmamış bir şeyi yapmak için yeniden Dünya'ya gelmek üzere eskiden bir anlaşma yapmışlardı. Ona bedenli aydınlanma deniyordu. Yükselmiş Üstatlar Kulübü'nde takılan Yükselmiş Üstatlar bile o kadar uzun bir zaman dilimi boyunca burada kalmaya muktedir olmadılar.
LINDA: Bu kimin hikayesi? (kahkahalar)
ADAMUS: Shh!
Edith, "İşte bu kadar. Ben evimdeyim, Kırmızı Çember'deyim." dedi. Ama pek bilmediği bir şey birkaç kısa yıl içinde "Edith" adının tüm gezegende yaşayan Şambra tarafında telafuz edileceği gerçeği idi. (kahkahalar ve alkışlar) “Edith! Edith, seni seviyorum, Edith!” O hiç fark etmedi, Edith'in böyle... (izleyiciler “Edith! Edith! Edith! Edith!” diye tezahürat yapar Adamus kıkırdar) Onun aklına hiç Facebook'ta ünlü biri olacağı, Edith'in sadece bir isim, bir kişi değil Kırmızı Çember'de bir yer - Edith'in sandalyesi- olacağı gelmemişti.
İşte Edith hikaye böyle anlatılır. Ve bu gerçek bir hikaye. Bu gerçek bir hikaye ama benim bugün dikkat çekmek istediğim şey sizin bir hikayenin içinde olmanız. Sizin hikaye olmanız. Siz aslında birçok, birçok hikayesiniz. Neden o hikayede takılınıp kalınsın ki? Neden o şu hale getirilsin ki, "Eh, ben sadece burada oturuyorum. Ben burada ne yaptığımı bilmiyorum ve ben... " (donuk bir sesle) Siz bir hikayenin içindesiniz. Onu gerçekten ışığa getirebilir misiniz?
Ben hikayeleri - şimdilik bu kadar Linda, teşekkürler - ben hikayeleri hikaye anlatmak için kullanırım. Ben hikayeleri kitapta olduğu gibi bilgeliği paylaşmak, onu ilginç kılmak ve sıkıcı olmaktan uzak tutmak için kullanıyorum.
Siz hiç daha önce başka insanlar ile birlikte spiritüel toplantı tarzı eğitim toplantılarına katıldınız mı? İç karartıcılar. İç karartıcı. Ve sizlerden bazılarının, "Ah ama ben bunu yaşam için yapıyorum." diyeceğini biliyorum. Eh o zaman yaşamınızı değiştirin. (kahkahalar)
Çok iç karartıcılar çünkü insanlar gülemiyor, insanlar kendi hikayelerine gülemiyorlar. Onlar kendilerini lanet olasıı öyle ciddiye alıyorlar ki. Ve siz hepsinin bir hikaye olduğunu fark ettiğinizde - biz örneğin Edith'in hikayesini aldık ve ona biraz ışık kattık. Biz ona biraz şeker, biraz tuz serptik ve onu ilginç hale getirmek için biraz sirke ekledik çünkü onun hayatında şeker, tuz ve sirke var.
Biz ona biraz renk katıyoruz - yalan söylemiyoruz ama süslüyoruz - çünkü sevgili dostlar benim daha önce defalarca dile getirdiğim gibi siz kendinizin konseptlerine yakalanıyor ve sonra onların gerçek olduğuna inanıyorsunuz. Yaşamınızın erken yıllarında deneyimler yaşadınız ve siz, olanın o kadarcık olduğunu sandınız ve siz aniden yaşama sevincinizi kaybettiniz. Bu o herkesin oturup kendi iç karartıcı yaşamlarını anlattığı, danışmanlık verilen eğitim toplantıları kadar iç karartıcı bir şey.
Tanrım, ben birinin kalkıp, "Benim bir hikayem var. Benim müthiş bir hikayem var. Ben burada kayıp bir melektim. İşte ben bu Dünya Gezegeni'nde bu güne kadar nefret ettiğim bu fiziksel beden içerisindeydim. Bu bedene dayanamıyorum. İşte ben burada çevremdeki insanların enerjileri yüzünden travma geçirmiş, kötü, aşağılık, tehditkar bir halde bulundum. Onlar sadece kanınızı ve paranızı değil ama mümkün olsa ruhunuzu da çalacaklardı. Ben ne yaptım? Ben kendimi alkole verdim. (bazı kıkırdamalar) Ben bir alkolik oldum. Evet ben ailemi istismar ediyordum. Ben işimi kaybettim ve ben bütün paramı kaybettim. Ama bilirsiniz işte birinin en derin, en karanlık, en umutsuz duruma düşmesi gerekiyordu. Birinin uçurumun ne kadar alçak ve ne kadar yüksek olduğunu görmesi gerekiyordu ve ben Jack Daniels'im ile bunu yaptım.” (kahkahalar)
LINDA: Beni mi tarif ediyorsun? (kıkırdamalar artar)
ADAMUS: Bilirsiniz işte farkı şu. "Eh, bilirsin işte ben bir alkoliğim. Ah, benim bir hayatım yok. Ben bu toplantıya geliyorum. Ben kahve içiyorum ve ben gerçekten sıkılmaktan sıkıldım." (donuk bir sesle, yeniden kahkahalar)
Sizin hayatınız bir hikaye! ve bu (kitap) sadece bunun bir temsili. Siz onun içindesiniz. Sizin enerjiniz, sizin deneyimleriniz. Sizin hayatınız bir hikaye. Onu ilginç hale getirin. Siz, "Ben sahneye çıkıp senin yaptıklarını yapıp yapamayacağımı bilmiyorum Adamus. Benim hikayemi anlatmam için onun mu içimde olması gerekiyor bilmiyorum."
Biliyorsunuz. Siz derin bir nefes alıp basitçe onun ile akışta olursunuz. Siz zihninizden çıkarsınız ve onun ile sadece eğlenirsiniz. "Ben cehennemin en derin, en karanlık yerindeydim, daha önce hiçbir insanın bu kadar derine düşmediği bir cehennem ama ben oradan çıktım. Ben bundan benim sadece ışığım içinde olamayacağımı öğrendim. Ben sadece iyi kız veya iyi oğlan olamayacağımı öğrendim. O beni kötüye götürüyordu. Ben o zaman ne yaptım? Ben dalabildiğim kadar derine daldım. Ben o alkol trenini dibine kadar sürdüm ve öğrendiğim şey benim hem ışık hem karanlık olduğumdu. Ben gerçek olmayı öğrendim, kimse iyi öz, temiz öz olmaya çalışmaz. Birinin gerçek olması için dalabildiği kadar bütün sorunlarının içine dalması gerekir. Sorunlardan kaçmak değil, kafanızdaki seslerden saklanmak değil ama özünün bütün parçalarına dalabildiğin kadar derin dalmak."
Bu bir hikaye. (alkış)
LINDA: Vay!!
ADAMUS: Bu bir hikaye. O halde birkaç tane daha. Onu izlemeye çalışın. Mikrofonu. Sizin hikayeniz nedir? Onu biraz canlandırın. Üzerine biraz karabiber, biraz acı sos dökün. Sizin hikayeniz nedir? Ah, herkes şimdi, "Linda ne olur mikrofonu bana verme." diye sızlanıyor. (bazı kıkırdamalar) Senin hikayen nedir tatlım?
CAROLYN: Benim hikayem ben büyüdüm, harika bir çocukluk geçirdim, daha sonra evlendim ve o beni terk etti ve ben daha sonra benim harika arkadaşım ve aşığım ile karşılaştım ve biz dünyayı gezdik ve hayat harikaydı.
ADAMUS: Vay! Bu güzel bir hikaye. (bazı alkışlar) Umutsuzluk ve yoksulluktan - hayır, biz güzel bir çocukluk ile başlamıştık değil mi?
CAROLYN: Evet.
ADAMUS: "Seven, ilgilenen, besleyen anne babalardan ama bu ruhtan değil. Ben o şekilde yaşamayacağım. Ben sadece kolay olan, güzel olan bölümü yaşamayacağım. Ben özgür olduğum anda adi bir insanla, daha önce tehdit edilmediğim şekilde beni tehdit eden karanlık bir adamla evleneceğim; hayatımın gerçek aşkı beni enerjisel ve zihinsel ve her şekilde istismar eden o yanımda oturan adam değil, o, Ben'im olandır. Ve ben bu yolu yanımda oturan ile paylaşabilirim." Sıradaki hikaye... sizin hikayeniz olsun mu efendim?
VINCE: (kocası) Benim mi?
ADAMUS: Evet. Neden olmasın? (bazı kıkırdamalar)
VINCE: Ben hala hikayemi yazıyorum.
ADAMUS: Sen hala hikayeni yazıyorsun.
VINCE: Fantastik bir şey ama. Biz onun nerede sona ereceğini ya da nereye gideceğini bilmiyoruz. Ama...
ADAMUS: Oh, bilmiyor musun?
VINCE: Hayır. .
ADAMUS: Bilmiyor musun?
VINCE: Hayır.
ADAMUS: Yardım edebilir miyim?
VINCE: Ben hala trende gidiyorum.
ADAMUS: Akıllı bir adam, yakışıklı bir adam, kariyeri olan bir adam ama hep, "Ben neden buradayım? Bütün bunların anlamı nedir?" diye soran bir adam.
VINCE: Bippety, boppety, boop! Bippety, boppety, boop! Bippety, boppety, boop!
ADAMUS: Teşekkürler. Ses efektleri. ben onun... (Adamus öksürür) İnsan içinde geçen heyecan verici bir yolculuk, neredeyse istediğin her şeye sahip olmak, zekanın olduğu gibi çekiciliğinin de bir anahtar olduğunu bilmek. Sonra eski bir...
VINCE: Vayyyyy!
ADAMUS: … eski, güzel, sevgili bir arkadaş ile karşılaşmak. Onun ile tanışmak ve yaşamını tamamen başka bir düzeye taşımak.
VINCE: Evet.
ADAMUS: Yaşamını heyecan verici bir sevgi düzeyine taşımak.
VINCE: Doruğa.
ADAMUS: Evet doruğa, zirveye. Evet. Ama biraz dram daima vardır. Bazı sağlık sorunları baş gösterdi.
VINCE: (alçak sesle) Ohhh…
ADAMUS: "Bu bedene olanlar da neyin nesi? İşte hayatta hayal edebileceğim her şeye sahibim partnerimin güzelliği, onun ile yaşamını paylaşmak, onun ile ruhunu paylaşmak, hayattaki her şey ama aniden sağlık sorunları. Lanet olsun bedene! Lanet olsun bu fiziksel bedene! Hastalanmaya, halsizliğe, yaşlanmaya bu kadar savunmasız, bu kadar duyarlı bir beden. Bedene lanet olsun yoksa benim hayatım mükemmel olacaktı. Biyoloji beni neden terk ettin? Bunların ne anlamı var?"
Sonra mücadeleler. Zihinsel mücadelelere götüren beden ile mücadeleler, "Ben neyi yanlış yaptım? Benim bedenim neden böyle? "Ben onu neden kontrol edemiyorum? Ve devamlı o aynı fısıltı, "Çabayı bırak. Çabayı bırak. Düşünerek sağlıklı olma çabasını bırak. Basitçe izin ver. Basitçe izin ver."
Bu mesajı almak uzun sürdü çünkü çok fazla korku vardı. Öfke vardı, hayal kırıklığı ve pişmanlık vardı ama sonunda, "Bu beden benim değil. Bu beden benim değil. Benim gerçek bedenim biyolojim ile bütünleşecek olan ışık bedenimdir, o benim." ve hayatta atılan büyük bir adımdır bu, o ışık bedenin girmesine izin vermek, bu gezegende insanlara satılan en büyük yalan olan ölüm korkusunu salıvermek. Her şeyi salıvermek ve sonunda gerçek bütünleşme noktasına gelmek, bedenin dokularının, hücrelerinin, DNA'sının bütünleştiği ve artık böyle bedensel bir ayırımın olmadığı bir nokyata gelmek. Beden ile ilgili güvensizliğin artık olmaması. Erken yaşlarda bedeninizi istismar ettiğiniz için artık pişman olmamak ama aniden Bilinç Bedeni'ne sevgi duymak ve onu kabul etmek.
Senin hikayen bu dostum.
VINCE: Vay.
ADAMUS: Senin hikayen bu.
Eğer benim bugün yayınlanacak kitap ile ilgili bir genelleme yapmam gerekseydi bu her hayat bir hikayedir olurdu. Her hayat harika bir hikayedir ve siz ayrıntılara çok sık yakalanıyorsunuz. Siz hikayenin donuk tarafına yakalanıyorsunuz. Siz drama ve olumsuzluğa yakalanıyorsunuz. Siz hikayenizden çıkma çabanıza yakalanıyorsunuz, siz yumruk atarak çıkmaya çabalıyorsunuz. Veya siz hikayenizi farklı bir şeklide düşünürseniz onun değişeceğini sanıyorsunuz ve bu olmuyor.
Hemen şimdi derin bir nefes alın ve hikayeniz olun. Ve bunun sizin fark etmiş olduklarınızdan çok daha fazlası olduğunu anlayın, bir parça kağıda yazabileceğinizden çok daha fazlası - "Benim hikayem: Ben doğdum. Ben okula gittim. Ben evlendim, bir işim oldu ve ben öldüm." Bu sıkıcı. Bu tıpkı bir ders gibi. Ama ne ders! Ben sizin hepinizi aynanın önünde durmaya cesaretlendirebilirdim, ormana gidin ya da her nereye olursa benim yaptığım gibi biraz teatral bir şekilde kendi hikayenizi oluşturun. Tiyatrolar her şey sadece bir hikaye olduğu için o kadar iyi. Siz ona kilitlenmiyorsunuz. Hepsi hikaye.
Ben tiyatro seviyorum. Ben sanat seviyorum çünkü özgür oluyorsunuz. Siz artık "Ben sadece hayatta kalmaya çalışıyorum. Ben sadece başarmaya çabalıyorum. Ben yanıtları arıyorum." dediğiniz o iç karartıcı, o donuk yerin içinde değilsinizdir. (donuk bir sesle) Yanıtlar burada ve hikayenin güzelliğinin içinde.
Sizin geçmiş ve gelecek yaşamlarınız - evet sizin gelecek yaşamlarınız olacak, bunu hemen şimdi söyleyebilirim. Evet. "Ah, sıçtık!" (kahkahalar) Sizi işitmem için psişik olmam gerekmiyor. Aniden bütün dünyada, "Ah, sıçtık!" diye bir ses çınlar. "Ah, sıçtık!" (kıkırdamalar aratar)
Ben size neden gelecek yaşamlarınız olacağını analatacağım. Çünkü her şeyden önce zaman yok, yani onlar zaten oluyorlar; ikincisi siz Yükselmiş Üstatlar Kulübü'nde oturacaksınız ve diğer yükselmiş Üstatlar ile konuşacaksınız ve sizin başka hayatlarınız olacak. Siz iaydınlanmış olacaksınız ve siz bir kez daha yaşayacaksınız. Belki burada değil, muhtemelen burada bu gezegende değil. Başka bir yerde. Belki başka bir yerlerde, yeni bir yaratımda, belki bu yeni bir Dünya olacak - ve bir sürü yeni Dünyalar var - belki onlar sizin daima yapmak istediğiniz ama kitle bilinci tarafından, kendiniz tarafından ve geçmişiniz tarafından sınırlandırılmış hissettiğiniz şeyleri yapmanız için oradadırlar.
Ama sizin belki fiziksel bir beden içinde olmasa da yaşamlarınız olacak ve hatta biz belki onları yaşamlar diye bile adlandırmayacağız. Onlar basitçe dışavurumlardır. Ruh (soul) dışavurumu seviyor. Biz 4 Eler'den bahsediyoruz, "E" dışavurum demek. Ruh'un (soul) kendine olan aşkı, onun sürekli olarak spiritüel bir orgazm yaşaması var - o, tekrar ve tekrar kendisine aşık olan ruhun sürekli orgazmına mani olamaz ve kendisini yaratıcı olarak dışavurur. Geçmişten çıkıp gelecek yaşamlara girer.
*Adamus ve Yoham'ın mistik müzik yolculuğu'dan "4 E'lere işaret ediyor.
Heyecan verici bir şey olacak, heyecan verici bir şey. Ben fotoğraf çekiyorum, Dave fotoğraf çekiyor, Crash fotoğraf çekiyor - ama ben enerji fotoğrafları çekiyorum. Siz rutin hikayenizden çıkıp şimdi hikayeniz ile eğlenebiliyorsanız - kendinizi hikayenizden keyif alacak kadar özgürleştiriyorsunuz demektir - siz şimdi hayatınızda aydınlanmaya izin verirseniz bu bütün yaşamları değiştirecektir. Siz bunu sadece bu yaşam süreci için yapmıyorsunuz. Bu bütün yaşamları değiştirir - geçmişi ve geleceği.
Şu anda o kadar sıkışmış olan geçmiş yaşamlar, geçmiş hikayeler var ki, onların... bilirsiniz işte, şimdi olan şey onların hikayelerini durmaksızın tekrarlamaları. Tıpkı bir bilim kurgu filimi gibi, onlar sadece devamlı olarak hikayelerini tekrarlıyorlar. Cauldre bana bu konuda yeni bir televizyon dizisinin çıktığını söylüyor, bir tür - Westworld dizisi gibi - hikayenin sürekli tekrarlanması. Bu aslında doğru çünkü sizin geçmiş yaşamlarınız ölmüş olsa bile hala hikayelerinde yer alıyorlar, sürekli ve sürekli ve sürekli olarak. Gelecek yaşamlar da aynı şekilde. Onlar bu döngülere sıkışıyorlar ve tekrar eden bir kalıp tutturuyorlar.
Siz bunu bir dereceye kadar hissedebilirsiniz - o sizin içinizde, siz onu hissediyorsunuz - ve onun bu yaşam sürecine bir etkisi var çünkü siz bu yaşam sürecinde aynı şeyleri yapmaya, aynı kalıpları - istismar kalıplarını, umutsuzluk kalıplarını, yanıtları bulmaya çalışan kalıpları tekrar etmeye başlıyorsunuz. Sizde geçmişten geleceğe doğru dönen çarklar var. Onların hepsi de kendi hikayesinde kilitli kalmış.
Bu hikayenizin, bu yaşam sürecinizin eşsiz yönü sizin burada kilidi çözmeniz, onları özgür bırakmanız için bulunmanız. Bunu yapmak biraz cesaret istiyor. Biraz cesaret istiyor çünkü siz eski kalıpların dışına adım atıyorsunuz. Siz zihnin kalıplarını, kitle bilincinin kalıplarını kovuyorsunuz. Ama bunu yaptığınızda, siz bu hikayeyi değiştirdiğinizde, geriye kalan bütün hikayeleri değiştirmiş oluyorsunuz. Kendi döngülerini tekrar eden her geçmiş yaşam, aynı oyuncular, devamlı ve devamlı aynı şeyler. Ölene kadar son bulmuyor. Hikayeler sadece tekrar ediyor. Ama diğerlerinin üzerine çıkan bir hikaye olduğunda, bir 'siz', "Yeter" der, bir siz "Ben hazırım der. Ben herhangi bir şeyi ya da herhangi bir kişiyi takmıyorum." diyenler vardır. Bu çok önemli bir bildiridir - "Benim umrumda değil çünkü ben bu hikayeyi yaşamaktan çok yoruldum."
Ben sizden bunu bir anlığına hissetmenizi istiyorum. Siz bu yaşam sürecindeki hikayeyi birçok, birçok kez yaşadınız. Bu ilk değil. Siz bu hikayeyi tekrarlıyorsunuz. Biz uzay ve zaman hapishanesinden çıktık ve biz çoğu insanın kendisi olduğunu zannettiği o düşünceyi attık ve siz fark etmeye başlıyorsunuz, "Ben buraya daha önce geldim. Ben bunu daha önce yaptım. Ben daha önce burada bulundum." İşte bu nedenle bazen o kadar sıkıcı oluyor. Ama sizin o parçanız diyor ki, "Yeter. Biz kurtulacağız. Yeter."
Şimdi o hikayedeki her şey sürekli ve sürekli ve sürekli tekrarlıyor ve diğer hikayelerde yer alan her şey, "Gidemezsin. Bu senin hikayen. Senin hikayeyi düzenlemen gerek. Senin daha iyi olman gerek. Senin daha kutsal olmak gerek. Sen gitmeden önce daha iyi bir iş yapmalısın." Eh, sizin büyük bir parçanız buna inandı. Siz doğrudan eski tekrar eden kalıplara atladınız, sıkıcı bir hikaye ve siz yolunuzu açmaya çalıştınız. "Yeter. Bu bana yetti" - bu sizin hepinizin demiş olduğu bir şey - ve o zaman her şey değişmeye başlar.
Zordur. Hikayeler - taşlara dahi oyulan hikayeler - hikayeler değişmeye başladı. Onlar çözülmeye başladı. Zaman gitti. Sizin arkadaşlarınız ve aileniz gitti. Spiritüelliğe dair bütün kavramlar, Yeni Çağ gitti. Sizin değerli tuttuğunuz her şey gitmeye başladı. Siz daha sonra onun sadece bir hikaye olmuş olduğunu fark etmeye başlıyorsunuz ve siz o zaman onu istediğiniz hale çevirebileceğinizi anlıyorsunuz. Ve siz aynı zamanda bu hikayedeki değişimi de fark ediyorsunuz, o, aslında şu anda olmakta olan her bir yaşam sürecinin hikayesini değiştirir. O hepsini değiştirir. Aydınlanma budur. Gerçek aydınlanma budur. Teşekkür ederim. Büyük bir alkış. (Adamus kıkırdar ve izleyiciler alkışlar)
Bizim burada yaptığımız şey bu. Biz bunu yapıyoruz ve zaman zaman zor gelmesinin nedeni bu ve ben bu nedenle dikkat dağıtmak için geldim, o düşünceler olmadan sadece olmasına izin verebilesiniz diye burada sizin dikkatinizi dağıtmaya geldim. O nedenle benim burada birkaç hikaye ile şimdi ve sonra dikkat dağıtmamı umursamamanızı umuyorum.
Siz bugün hikayeler dinlemek istiyorsunuz. Siz bugün hikayeler dinlemek istiyorsunuz. Peki, hadi bir hikaye anlatalım. Hikayenin konusu ne olsun? Biraz kahve alırım. Başka kahve isteyen var mı? Eh. Hım.
Salonun ışıklarını biraz kısalım ve ısıyı azaltalım. Evet. Burası yanıyor. Bütün hikayeler salıverildi, basitçe yandı. (bazı kıkırdamalar) Evet. Hayır, öyle iyi. Ben sahnede biraz yürüyeceğim, o nedenle sahnenin ışıklarını açık tutmak isteyeceksiniz.
Hadi güzel, derin bir nefes alalım ve hikayemize başlayalım.
Evet, ben size yeterince hikaye anlatamam, siz sadece bu hikayeler ile eğlenin! Kendiniz hakkında hikaye anlatmak ve bunun ile eğlenmek. Bazılarınızı - oh! - tiyatro kursuma almak isterdim. Sizi biraz gevşetmek hoşuma giderdi.
Üstat ve Futbol Maçı
Üstat Roger'a onun ile buluşmasını söyledi... (Adamus kıkırdar) Cauldre, "Bunu nasıl yapıyorsun Adamus? Sen daha hikayeyi bile bilmiyorsun." diyor. Lanet olası hayır. Ne olacak göreceğiz. (bazı kıkırdamalar) Her hikayenin bir başlangıç noktasına ihtiyacı vardır ve aslında başlangıçta başlamak zorunda değildir. Siz ortada bir yerden başlayabilirsiniz ama sizin hikayeniz de dahil olmak üzere hikayede önemli olan onun sadece devam etmesine izin vermeniz. Sadece devam etmesini sağlamanız.
Böylece Üstat Roger'a kensisiyle Cumartesi sabahı 11 gibi erken bir saatte otoparkta buluşmasını söyledi. Üstat bunu zaman zaman öğrencileri ile yapardı, onları tek tek, kişisel olarak alıp sınıfın, diğer insanların dışına çıkarırdı. Üstat onları arada sırada çıkarırdı, öğrenciyi alır onun ile yaşamındaki şeyleri konuşurdu. O nedenle Üstat, "Roger saat 11.00'de gel, ben otoparkta kırmızı spor otomobilimin içinde olacağım. Ben Honda kullanmıyorum." dedi. (bazı kıkırdamalar) Pardon.
Roger oldukça heyecanlıydı. Zor olacağını biliyordu. Üstadın ona söyleyeceği sözleri olacaktı. O, Üstadın onun kalbine derinlemesine bakacağını biliyordu ama bunun için hazırdı. Zamanın geldiğini biliyordu. O mücadele ediyordu. Roger biliş kavramının tamamıyla mücadele ediyordu. Bilirsiniz işte, o, kelimeleri biliyordu. O biliş kavramını anlıyordu ama lanet olsun ki onu yaşamında gerçekleştirmekte zorluk çekiyordu. O, gerçekten de, "Biliş nedir? Peki ben biliş ile diğer şeyler arasındaki farkı nasıl anlayacağım?" diye mücadele ediyordu.
O nedenle Roger Üstat ile bir araya geleceği için özellikle heyecanlıydı. Saat on bire beş kala oradaydı, Üstat da zaten oradaydı, spor otomobilinin sesi geliyordu. Üstat, "Roger, içeri gel. Kapıyı kapat." dedi. Üstat, "Bu arada Roger sen benim spor otomobilimi kullanmayacaksın." dedi. O basitçe bu isteğin Roger'dan geldiğini hissedebiliyordu. Roger sadece otomobile binip kendisi denemek istiyordu, o harika spor otomobili denemek istiyordu. Bir servet değerinde olmalıydı. Aslında Roger'ın bir otomobili bile yoktu. O her yere yürüyerek gidiyordu. O bazen otobüse biniyordu ama bir otomobili bile yoktu. Zavallı Roger. (bazı kıkırdamalar) Roger'ın bu spiritüel okula devam etmesinin nedeni buydu (kıkırdamalar artar) bolluğu hayatına nasıl getireceğini ve otobüse binmekten nasıl kurtulacağını öğrenmek için geliyordu.
Roger otomobile bindi, kapıyı kapattı ve - vınnnn! - Üstat gaza bastı ve yola çıktı. Onlar bir süre sessizlik içinde gittiler. Üstat eğleniyordu, o, otomobili hızlı kullanmayı seviyordu. Hiçbir zaman hız cezası yemedi. Hızlı kullanmayı severdi. Rüzgarın sesi, o neredeyse yakalanma korkusu ama asla yakalanmamak. Bu Üstada neşelendirici geliyordu. Bilirsiniz işte, o, sınıfta öğrencileriyle... (Adamus esner)... çok vakit geçiriyordu. Sıktığım için özür dilerim. (bazı kıkırdamalar) O sınıfta öğrencileri ile çok zaman geçiriyordu ve bu bazen sıkıcı oluyordu. Onun çıkıp böyle kaçışlar yapması gerekiyordu.
LINDA: Joe nerede biliyor musun? ( Diğer salondan konuşur ama mikrofonu açıktır)
ADAMUS: Merhaba?
Yani onlar yarışır gibi gittiler...
LINDA: … bu. Bekle, sen... (bazı kıkırdamalar)
ADAMUS: Linda? Ah, Linda? Linda? Birisi Linda'ya mikrofonunun açık olduğunu söyleyebilir mi? (birisi, “Linda mikrofonun açık" diye bağırır; kahkahalar) Ah, zavallı elf. Ahhhh! (Linda pişman bir ifadeyle geldiğinde kahlahalar artar) Ah, o kadar üzgün gözüküyor ki. Ahh, zavallı elf. Hazır elflik yaparken başka bir kahveye ne dersin ama sıcak olacak. Bu soğudu... hava serin içerde. Teşekkür ederim tatlım.
Nerede kalmıştık? Spor otomobil ile yollarda gidiyorlardı. Ve senin mikrofonun açık.
LINDA: Gerçekten mi?! Ah, evet öyle. Kahretsin!
ADAMUS: Evet. ah, evet.
LINDA: Kahretsin!
ADAMUS: Cauldre.hakkında ne dediğini duydum.
LINDA: Ben onun hakkında bir şey söylemedim ama çadırımız uçup gidecek.
ADAMUS: Pfft! Bırak uçsun.
Yani onlar spor otomobilde gidiyorlardı ve Roger Üstadın ne zaman konuşmaya başlayacağını, onların ne zaman Roger'ın sorunları konusunda sohbet edeceklerini merak ediyordu. Ama bunun yerine Üstadın trafiğin kalabalık olduğu futbol stadyumuna doğru gitmesi Roger'a sürpriz oldu. Üstat zig zaglar çiziyordu. İnsanlar kornalarına basıyor ve Üstada orta parmak işareti yapıyorlardı ve o gülümsüyordu. Ve Roger kendi kendine, "Biz neden futbol stadyumuna gidiyoruz?" diye merak ediyordu. Ve Üstat Roger'ın bunu düşündüğünü hissetti ve dedi ki, "Roger bugün cumartesi ve kolej futbol takımının maçı var. Biz onun için stadyuma gidiyoruz."
Roger kafasını kaşıdı ve, "Ben Üstat ile konuşma ve biraz sohbet etme fırsatı yakaladığımı sandım. Ben belki de biz göle gideriz diye düşünmüştüm. Ben Üstadın balık tutmaktan hoşlandığını biliyorum ama biz bir futbol maçına gidiyoruz. Bu da neyin nesi?" diye düşündü. Roger, "Ben futbol sevmem bile." diye düşündü. Onun düşüncelerini hissedebilen Üstat, "Ben futbol seviyorum. (kahlkahalar) Ben futbol seviyorum çünkü o düalite. O kesinlikle düalite. Neşelenmeye, bağırmaya, çığlık atmaya gidiyorsun. Bunun hep iyi olmak, doğru şeyi yapmak ve kutsal olmak ile bir alakası yok. Biz oraya gireceğiz. Biz kötü yiyecekler yiyeceğiz. Biz bira içeceğiz. Biz küfür edeceğiz. Biz hakeme söveceğiz. Biz kendi takımımız için coşacağız. Biz yaşayacağız Roger. Biz yaşayacağız."
Üstat hemen sağ tarafta bir park yeri buldu. Onun sizin gibi ayrıntılı bir şekilde düşünmesi gerekmiyordu, bilirsiniz işte, "Benim park yeri bulmam gerekiyor. Ben enerjimi göndereceğim." diye düşünmek. Kapa çeneni! Park yeri zaten burada. Onun hakkında düşünmen gerekmez. Sizin onu beyaz ışık ile sarmanız gerekmez. Sizin özel bir enerji göndermeniz gerekmez. Siz burada park yeri olduğunu var sayarsınız o kadar. Ve o oradadır. Sizin park yeri bulmak için seans yapmanız gerekmez. Ben sizin bazılarınızın bu tuhaf telaşlara kapıldığını ve ani dönüşler yaptığını görüyorum. Kapa çeneni! Park yeri orada.
Yani Üstat bunu biliyordu. O hemen sağ tarafa park etti. O yürüyerek stadyuma girdi, Üstat biletlere baktı. Aslında onda iki bilet seti vardı. Ona birisi vip bölüm için bilet vermişti. Kim olduğunu bilmiyordu. Bilirsiniz işte şeyler cebinizde belirir ve siz onların nereden geldiklerini asla sormazsınız. Siz basitçe devam edersiniz.
Sonra onda başka bir bilet seti vardı. Onlar 45'lik çizginin 20. sırasındaydı. Güzel yerler. Peki. Üstat, "Neresi olsun? Vip mi 45'lik çizgi mi?" diye düşündü. O, Roger'a baktı, "45'lik çizgi." Onlar yerlerine doğru giderken yolda iki büyük bira aldılar, ikisi de Üstat içindi ve nacho (meksika usulü cips) ile sosisli sandviç aldılar ve Roger cebinden granola barını (yulaflı kuruyemişli bir yiyecek) çıkardı (kahkahalar artar) ve stadyumdan yiyip içmeyi reddetti. Üstadın umurunda değildi çünkü Üstat her şeyi yiyip içebileceğini biliyordu. Üstat yiyeceklerin ve içeceklerin senin için iyi ya da kötü olması ile ilgili tüm o tuhaf korkuları dönüştüreli çok olmuştu. O şimdi hayatın tadını çıkarabiliyordu. O istediği her şeyi yiyip içebiliyordu ve istediği her şeyi yapabiliyordu. O, o eski kuralların hiçbirisine bağlı değildi, o, o "nasıl aydınlanılır" kurallarına bağlı değildi çünkü o çok uzun bir zaman önce sadece kendisi olmayı idrak etmişti.
İşte onlar gidip yerlerine oturdular ve maç hemen başladı. Ah, teşekkür ederim. (Linda ona yeni kahve getirmiştir)
LINDA: Sadece bir Üstat hizmet edebilir.
ADAMUS: Teşekkür ederim ve sen de öyle bir Üstatsın. Of! (kahkahalar) Çok sıcak bir kupa vererek Adamus'a oyun oynamak ha.
Böylece onlar oturdular ve hemen başlangıç atışı yapıldı Üstadın tuttuğu takım topu alınca izleyiciler tezahürat yaptılar ve oyuncu topu sürmeye başladı. İzleyicilerin tezahüratı. Burada siz devreye giriyorsunuz.
ADAMUS VE İZLEYİCİLER: Haydiii!
ADAMUS: Evet, güzel. Maç devam ediyordu ve birkaç dakika sonra birasından - ya da sıcak kahvesinden - bir yudum alan Üstat, Roger'a baktı ve dedi ki, "Roger sorun ne?" Roger stresli ve şaşkın bir halde, "Ben neden bir futbol maçında oturup Üstat ile sorunları konuşuyorum? Ben biraz özel ve sessiz bir zaman ayırılmasını istedim." Üstat, "Roger ya şimdi ya da asla. Ya Şimdi ya da asla. Neler oluyor?" diye sordu. Roger, "Eh, bilirsin işte ben çok çalıştım. Ben senin okuluna devam edeli altı yıl oldu, çok para harcadım - onlar hep böyle der - "Çok para harcadım ama gerçekten bir yere ulaştığımı hissetmiyorum. Sanki ben anlamıyorum gibi. Kafamda devamlı o sesler var ama onlar da doğru değil ve onların da bir anlamı yok. Ben bunlar ile kendimi delirtiyorum. Ve o sırada Üstadın takımı bir gol attı ve izleyiciler coştu (izleyiciler bağırarak tezahürat yapar, Adamus kıkırdar)
Üstat Roger'a, "Roger bana biraz daha neler olduğundan bahseder misin?" dedi. Roger, "Biliyorsun işte Üstat sen biliş konusunda konuşuyorsun - biliş - ve bu kulağa o kadar kolay bir şey gibi geliyor ki. Ve bu kulağa sanki şeyleri sadece bilmen gerekiyormuş gibi geliyor." Ve Üstat başını salladı, birasından bir yudum aldı, nachosundan yedi ve dedi ki, "Eh, evet. Sen basitçe bilirsin." O da, "Ama Üstat ben bilişi çözmeye çalışıyorum ve bu çok kafa karıştırıyor. Ben hep kafamda o sesleri duyuyorum ve bazen de kafamda senin olduğunu düşünüyorum. Bazen de kafamdakinin bir baş melek olduğunu düşünüyorum ve ben bazen de kafamın içindekinin aslında şeytan olduğunu sanıyorum bu bazen benim annem oluyor ve bazen de bilirsin işte eskilerden bir öğretmen oluyor. Ve bu kafamı o kadar karıştırıyor ki çünkü ben bu sesleri kafamda devamlı duyuyorum. Biliş bu mu Üstat?" Üstat bir anlığına durdu çünkü tuttuğu takım topu diğer taraftan almıştı ve kalabalık delirdi. (izleyiciler tezahürat eder)
O gün çok gürültülü bir kalabalık vardı. Konuşmalar ve bağırmalar ve çığlık atmalar. Evet, evet, evet! Evet! Evet, evet, evet, evet! (izleyiciler gürültü yapmaya başlar) Her yerde gürültü. (izleyiciler gürültü yapmaya devam eder) Orada içen ve nacho yiyen insanlar vardı - Çatur! Çutur! Çıtır! - ne gürültü ama!
Üstat bunlara rağmen Roger ile konuşmaya devam etti ve dedi ki, "Roger o, biliş değil. O, biliş değil. Onlar senin hikayeni pekiştiren, senin o aynı hikayede oynaman için seni tutan kafanda çalan eski kasetler, eski enerji kayıtları. Ve onlar senin kafanı o kadar karıştırdılar ki. Onlar senin ne yapman ve ne dinlemen ile ilgili senin kafanı o kadar karıştırdılar ki. Roger ben senin arada sırada hala ruhsal rehberlerden bahsettiğini duyuyorum. Bu yolda yürüyenler için ruhsal rehberler yoktur. Roger biliş senin duyduğun o seslerden hiçbirine benzemez. Hiç benzemez."
Ve bu noktada topu alıp biraz döndüren Üstadın takımı bir gol daha atar. Kalabalık delirir. (izleyiciler yine tezahürat yapar) ve bu arada bu bütün gün böyle sürecektir. Üstadın tuttuğu takım karşı takımın tamamen canına okudu.
Ve onlar bir süre konuştular. Üstat Roger'ın ne hissettiği konusunda daha fazla soru yöneltti; onun kafasında işittiklerini değil ama hissettiklerini. Ve o bu konuda uzun bir süre konuştu, uzun bir süre ve Üstat dedi ki, "Roger, burada o var. Biliş. O, burada. Ben onu hissedebiliyorum. Herkesin aslında bilişi var ama seninki gerçekten de oldukça iyi. Ama sen onu hep bozuyorsun ve onu kafandaki seslerde, kafandaki önemsiz şeylerde ve kafandaki aktivitelerde kaybediyorsun.
"Ben bu konuşmayı yapmak için seni o nedenle bu futbol maçına getirdim çünkü burada tezahürat yapan ve bağıran ve çığlık atan beceriksizler senin kafandaki seslere benziyor ve senin dikkatini dağıtıyorlar ve bulmayı, o içsel bilişin sesini gerçekten duymayı çok zorlaştırıyorlar. Ben seni onun için buraya getirdim çünkü eh, hayat bir açıdan burası gibi. Her zaman bir futbol maçı kadar yoğun değil ama hayat buradaki düalite, kitle bilinci gibi. Kargaşa ve dikkat dağıtma ve düalite ve bağırma ve tezahürat hep var ama ağlamak da var. Oradaki takımı görüyor musun? Onlar şimdi ağlıyorlar. Ağlama ve umutsuzluk." Evet, biraz ağlama.
AUDIENCE: Ühü hü!
ADAMUS: Ühü! Ühü! Ühü! "Ben seni bu yüzden maça getirdim Roger çünkü kafanın içinde gerçekten neler olduğunu görmeni istedim." Ve Roger bunu bir anlığına düşünerek, "Aslında bu gerçekten de iyi bir örnek. Burası benim tüm o sesleri, kafamın içinde oynanan bütün oyunları anlamama yardım etti."
Roger bunu bir anlığına düşündü ve sonunda, "Eh ama Üstat benim bilişimin oldukça iyi olduğunu, çok bilişe sahip olduğumu sen söylememiş miydin? " diye sordu. Üstat, "Evet aslında öyle. Sen o konuda oldukça doğalsın." diye yanıt verdi.
Roger, "Ama ben ona sahipsem onu neden bulamıyorum? Ben ona sahipsem onu neden kullanmıyorum?" diye sordu. Üstat bu söz üzerine gülümsedi. O konuşmanın buraya varacağını biliyordu. O, "Roger sadece tek bir şey var. Senin bilişin, o içselliğin bir ses bile değil Roger, o, biliş, bir his - o bir his ama sen onu insanlaştırmaya çalışıyorsun. Roger sen onu bir insan sesi ile özdeşleştirmeye çabalıyorsun ve o öyle bir şey değil. Sen onu zihinsel düşüncelere koymaya çalışıyorsun ve öyle olmaz. Senin içinde olan biliş her zaman orada oldu ama sen o ses başka bir ruhsal rehber, başka bir baş melek, başka bir anne, başka bir öğretmen, başka bir insan gibi ses vermedikçe onu dinlemiyorsun. Sorun burada. Sen onu insanlaştırmaya çalışıyorsun." diye konuştu.
Üstat, "Ben neden öyle olduğunu anlıyorum. Herkes her şeyi insanlaştırmaya çalışıyor. Onlar her şeyi hoş, muntazam bir kutuya sığdırmaya çalışıyorlar. Onlar sesler duymak istiyorlar. Sen bilişin ile sesler duymayacaksın. Sen gerçek içsel hislerin ile sesler duymayacaksın ve bu iyi bir şey. O kadar değerli, o kadar saf olan bir şeyi insanlaştırmak istemezsin. Onu bir sesin yerine koymak istemezsin. Sen onu o düzeye oturtmak istemezsin. O içsel biliş tanımlanamaz olandır, insan kalıbına ihtiyacı yoktur. Onun kafanın içinde ders veren bir öğretmen ya da sana ne yapman gerektiğini söyleyen bir başmelek gibi olması gerekmez.
"Bu arada tüm o sesler sana aitti. Onlar ruhsal rehberler değildi. Onlar melek değildi. Melekler insanlar gibi konuşurken sözcükler kullanmazlar. Fakat her şey hissetmek ile ilgili. Her şey duyumsallık ile ilgili. Onlar senin kafanın içinde devamlı ve devamlı tekrar eden eski hikayelerinin sesleriydi. O nedenle Roger sen bilişi, Ben'im'i insanlaştırma çabasına bir son verdiğinde, kendini gerçek hissedişe, gerçek farkındalığa açtığında o öne çıkacaktır. Böyle olduğunda açılır o."
Roger bunu bir anlığına hissetti ve o futbol stadyumunda olmasına rağmen, o, bütün o tezahüratın ve bağırışın ve ağlamanın olduğu bu yerde onu ve o güvenli alanı, kitle bilincinin ortasındaki güvenli alanı şimdi takım başka bir gol daha atarken bir anlığına hissetti. Bilişi insana dair bir şeye benzetmeye çalışmayı kesin. Ona basitçe izin verin.
Üstat bunun Roger'a ya da başkalarına zor geleceğini biliyordu çünkü orada daima kelimeler duymaya ya da resimler görmeye ya da bunun gibi bir şeylere karşı bir arzu, bir girişim vardır. Ama birisi biliş içinde olup onu tanımlamaya çalışmıyorsa, bilişin orada nasıl mevcut olduğunu veya bilişin onu nereye yönlendireceğini bilmek zorunda değilse, eğer o, berrak bir bilinç halinde ise o biliş o kişiyi gerçekte kim olduğuna götürecek - kim olduğunu gösterecektir. Bu biliş onun aydınlanması olacaktır.
Ve Üstat bunun yanı sıra şöyle dedi, "Ben yarım litre bira içtim. Şimdi işemeye gidiyorum. Aşağı gitmişken bir şey ister misin? (kahkahalar) Ve Üstat ve Roger'ın hikayesi böyle sona erer. (izleyiciler alkışlar)
Bu bir hikaye ve bu... (birisi, "tuhaf" der)... kısmen tuhaf, evet. Kısmen tuhaf, kısmen doğru ama tüm o seslerin içindesiniz. Bir maça gitmiş olsanız da, alışveriş yapıyor olsanız da, hatta evde tek başınıza olsanız da çok ses var. Işıklardan - adına ne diyorsunuz - radyo frekanslarından kaynaklanan enerji gürültüsü var. Her yerde gürültü var. Bilgisayaranız kapalıyken bile ondan gürültü geliyor - yani fişe takılı değilken demek istiyorum - ondan gürültü geliyor çünkü o internet denilen şeyin enerjisini biriktiriyor ve o devamlı o gürültüyü çıkarıyor.
Siz gerçekte ondan kaçamayacaksınız, kurtulamayacaksınız bunu yapmanız da gerekmez. Evet, sizin güzel bir ağustos günü bir ormanda yürüyorken bilişinize dokunmanız çok daha kolaydır, çok daha kolaydır ama siz bunu her yerde yapabilirsiniz.
Kelimeler beklemeyin. Lütfen kelimeler beklemeyin. Biliş, Ben'im kelimeler ile konuşmaz, asla konuşmayacak, bunu asla istemeyecek. Kafanızdaki bütün sesler, rehberlere ve meleklere ve geçmiş yaşamlara ve gelecek yaşamlara atfettiğiniz bütün sesler size ait. Onlar hikayenin parçaları. Onlar sizin hikayenizdeki karakterler. onlar size ait. Onlar iyi ama onlara prim vermeyin. Onları bir kaideye oturtmayın+. Onların daha güçlü olduğunu düşünmeyin. Onlar sadece sizin hikayenizdeki karakterler. O kadar.
Gerçek biliş bir, eh, bir kolaylık hissi ile birlikte gelir. Onun için çaba gösterilmez. O çabasız ve şüphe olmadan gelir. O basitçe oradadır. Siz onun ileri çıkmasını sağlayamazsınız. Siz onu hayatınıza az ya da çok sokamazsınız çünkü o daima oradadır. Bu bir insanlaştırmaya çalışmayı bırakma meselesidir. Sadece Ben'im bir sesi, bir özü olan bir şeyi bir sesle veya komutla ya da kelimeler ile özdeşleştirmeyin.
O halde hadi yeni hikayemize başlarken derin bir nefes alalım. Biz belki de yeni bir kitaba doğru gidiyoruzdur, he he. Güzelce derin bir nefes alın.
Şimdi sıradaki hikaye - bugün hikaye günü değil mi? Yoksa şimdi ders mi işlemek istersiniz? (birkaç kişi "hayır" der) Başka bir hikaye daha ister misiniz? (birisi "evet" der) Peki. Bu biraz daha farklı olacak. Salonun ışıklarını artıralım lütfen. Bu... (Adamus kahvesinden bir yudum alır) Ahh! Vay!! Eh, bunun içine ne koydular bilmiyorum ama bana rom gibi geldi. (kahkahalar)
Üstat ve Sınıf
Peki. İşte sıradaki hikaye. Bu etkileşimli bir hikaye. Biraz önceki güzel uyutan bir hikayeydi ve sizin onu dinlerken arkanıza yaslanmanız gerekti. Bu kez benim bu hikayenin nereye gideceği konusunda bir fikrim yok ve bunun bir önemi de yok. Bu etkileşimli bir hikaye. Tamam mı? Hazır mısınız? Linda elinde mikrofon hazır bekleyecek çünkü bu etkileşimli bir hikaye.
Her hikaye etkileşimli olmalı blirsiniz işte. Evet, her hikaye. Sizin hayat hikayeniz etkileşimli değil, gerçekten. Yani o tek karakterin varlığı çok baskın ama diğer potansiyel veçheler ile çok fazla bir etkileşim yok.
İşte ben sizden bu hikayeyi dinlerken sizin hikayenizi etkileşimli yapmanızın zamanının geldiğini fark etmenizi istiyorum. Onun ile eğlenin. Ben başladıktan sonra hikayenin sonunun nereye varacağını bilmiyorum. Daima başlangıç olsun. Bir başlangıç noktanız olsun. Sarkaç bir yöne doğru dönsün. Biz "Üstat ve Sınıf" adlı sıradaki hikayemize geçerken sizin bir başlangıcınız olsun ve sonra gelişmeleri izleyin. O nedenle bana izin verin. (Adamus salonun arka tarafına gider)
"Üstat ve Sınıf." Ben tabii ki Üstat rolünü oynayacağım. Bundan şüphesi olan var mı? Rolü oynamak isteyen başka biri var mı? Teşekkür ederim. O zaman ben oynayacağım. (bazı kıkırdamalar)
Üstat sınıfa girdi ama o bugün normale göre biraz daha ağırdı. Üstat genellikle sanki havada süzülür gibi yürürdü ama o gün çok ağır hareket ediyordu. Üstat sınıfta toplanan bütün öğrencilere baktı. Üstat, "Biz bugün iş yapacağız. Biz bugün bütün yüzeysel konuşmaların, makyonun ötesine geçeceğiz. Biz bugün öğrencilerimin her biri ve hepsi için sıradaki gerçek adımı atarak onu alt edeceğiz." diye düşündü.
Onlar sessizdi. Onlar Üstadın dış görünüşünde ve Üstadın hareketlerinde farklı bir şeyler olduğunu duyumsadılar. Onlar genellikle Üstadın sınıfa girdiği zamanlar hoşlarına giden hisler duyarladı. Onlar çok huzurlu hissederlerdi. Onlar bir şekilde Üstadın onlara muazzam bir şefkat beslediğini bilirlerdi ve sınıf bir öğrenme ve bilgelik yeri olurdu. Ama bugün farklıydı. Birkaç kişi, "Ah! Üstat bir şeye mi kızdı? Dün geceki buluşması kötü mü geçti?" diye merak etti. (bazı kıkırdamalar) Üstat asla kötü bir buluşma geçirmedi. (kahkahalar artar)
Üstat sınıfın önünde durdu... (ciyaklama sesi çıkaran bir oyuncak alıp ses çıkarır; kahkahalar) Buna güldüler. Üstat sınıfın önünde durdu ve en sert bakışıyla öğrencilere baktı. Öğrenciler biraz titremeye başladı, "Üstat akşamdan mı kaldı?" Üstat asla akşamdan kalmaz, onun ne kadar içtiğinin bir önemi yoktur. Neden? Çünkü Üstadı dengeden çıkaracak bir şey yoktur. Yani o yüzden değildi. Ama Üstat bugün ona yoğunlaşıyordu, onun ile ilgili bir arzusu vardı. Üstat sınıfa baktı ve onlara - ve Linda şimdi ilk öğrenciyi canlandıracak birini bul - "Yaşamınızda eksik olan şey nedir? Yaşamınızda eksik olan şey nedir?" diye sordu.
ALAYA: Daha çok test.
ADAMUS: Daha çok test.
ALAYA: Bana daha çok test ver. Ben daha çok test istiyorum.
ADAMUS: Sen hayatında daha mı çok test istiyorsun?
ALAYA: Hayatımda daha çok test olsun istiyorum.
ADAMUS: Sen sınıfımdan çıkabilirsin. (O gitmek için kalktığında bazı kıkırdamalar ve Adamus fısıldar) evet, evet, oraya geri dön. Böyle yanıtlar ile benim sınıfımdan çıkabilir misin?! Sen - ne kadar oldu iki hafta mı? - bu kadar zamandır buradasın ve daha mı çok test istiyorsun? Biz bu nedenle mi buradayız?! Sen bu nedenle mi bir sürü para ödeyerek benim okuluma devam ediyorsun? Gerçekten öğrenmek isteyen birine verilebilecek bu sandalyede sen bu nedenle mi oturuyorsun?
Üstat sanki tükürecekmiş gibi baktı ama bunu yapmadı. (kahkahalar) Bunu yapmadı ama bunu yapmak istedi. Ve o başka bir öğrenciyi işaret etti...
LINDA: Mofo.
ADAMUS: … ve dedi ki, "Eksik olan ne Mofo? Ne eksik? Sen yıllardır buradasın. Evet. Sen çözüm getiren bir sınıftasın." (Adamus güler)
MOFO (Marty): Özür dilerim!
ADAMUS: Eksik olan nedir?!
MOFO: Benim dikkatim…
ADAMUS: Ayağa kalkar mısın lütfen! Üstat ile konuşurken ayağa kalk.
MOFO: Benim dikkatim bugün çok dağınık Üstat.
ADAMUS: Neden dolayı dikkatin dağınık?
MOFO: Çok gazım var.
ADAMUS: Yine pantolonunu mu ıslattın?
MOFO: Hayır, benim bugün çok gazım var - özür dilerim. (kahkahalar)
ADAMUS: Gazlı!
MOFO: Özür dilerim.
ADAMUS: Sen ne yedin Mofo?
MOFO: Her şey.
ADAMUS: Her şey. (Adamus kıkırdar) Her şey mi Mofo?
MOFO: Evet, tabak da dahil.
ADAMUS: Ah, tabağı da. Gazın olduğuna şaşmamak lazım. Eksik olan nedir Mofo? Senin hayatında eksik olan nedir? Sen buraya geliyorsun, sen benimle balığa çıktın ama eksik olan ne?
MOFO: Bir kopya kağıdı.
ADAMUS: Bir kopya kağıdı. (bazı kıkırdamalar) Kopya kağıdında ne yazmasını isterdin?
MOFO: Bütün yanıtların.
ADAMUS: Bütün yanıtların! Kopya kağıdı nerede Mofo?
MOFO: Sanırım bileğime yazmıştım ve bu sabah yıkadım. (bazı kıkırdamalar)
ADAMUS: “Kopya kağıdı” dedi. Sen de sınıfı terk edebilirsin. Sen değerli bir ortamda, değerli bir alandasın. O sanki kopya kağıdının zaten onun içinde olduğunu bilmiyormuş gibi kopya kağıdı istiyor... evet, ah, ah. Hep birlikte bir, iki, üç...
ADAMUS VE İZLEYİCİLER: Ahhhhhh! Ahhhhh! Ah! (Mofo salonun arkasına giderken)
ADAMUS: Sen kopya kağıdının zaten senin içinde olduğunu fark etmiyor musun ve bu basit iki sözcükten ibaret. Bu nedir?
MOFO: Ben osurdum mu? (kahlahalar artar)
LINDA: Gördün mü bak. Bu bulaşıcı!
ADAMUS: Lütfen dışarı çıkar mısın? Aman Tanrım! (kahkahalar artar) İki basit kelime! Vayy! Vayy!
Kopya kağıdı iki basit kelimedir. İki basit kelime. Bu nedir sınıf? (izleyiciler, "Ben'im" diye bağırır birisi, "Ben Varım" der) Daha bunu bile doğru anlayamıyorlar. İzin ver ve ve. Bunu tahtaya yazmaya ihtiyacımız var mı? Bizim tahtamız yok. Peki. yazmayacağız. Hatırlayabilir misiniz? Sınıfın bu tarafı, "İzin ver." (sınıfın o tarafı "izin ver" der) Sınıfın bu tarafı "ve" (diğer taraf "ve" der) Şimdi her şeyi birleştirirsek...
AUDIENCE: İzin ver, ve.
ADAMUS: Ve. O kadar. Sen salonun arkasında kal. Sen kötü kokuyorsun. Peki. (kıkırdamalar artar)
Ve Üstat bu noktada gerçekten sinirlenmişti. Öğrettiği o kadar şeyden sonra, peş peşe kitaplardan sonra, derslerden sonra, gerçekten güzel merablar yaptıktan sonra onlar hala anlayamamışlardı. Üstadın başka bir öğrenciyi işaret ettiği ve "Hayatında eksik olan şey nedir?" dediği zaman kapıldığı endişe düzeyini tasavvur edebilirsiniz.
(kısa duraklama and Adamus esner) Ah, ben yine kahve alacağım. Hayatında eksik olan şey nedir?
OLGA: Hiçbir şey.
ADAMUS: Hiçbir şey. Eh, hayatında bir eksik yoksa sen neden buradasın o zaman?
OLGA: Merak.
ADAMUS: Merak. Sen beni mi merak ediyorsun?
OLGA: Seni de.
ADAMUS: Yoksa onları mı merak ediyorsun?
OLGA: Onları da.
ADAMUS: Yani sen burada olduğunu ama hayatında eksik olan bir şey olmadığını söylüyorsun ve bunu sadece meraktan yapıyorsun. Neyi merak ediyorsun? Sen neleri keşfettin?
OLGA: Tamam belki hafızam kaybolmuştur.
ADAMUS: Muhtemelen zihnin kaybolmuştur?
OLGA: Hayır. Benim hafızam, hafızam, hafızam.
ADAMUS: Senin hafızan.
OLGA: Evet.
ADAMUS: Eh, zihin ile hafıza aynı şeydir.
OLGA: Mm hımm.
ADAMUS: Evet, senin muhtemelen hafızan kayboldu. Yani neyi merak ettiğini hatırlamıyorsun.
OLGA: (kıkırdar) Hayır, onu hatırlıyorum.
ADAMUS: Merak ettiğin şey nedir?
OLGA: Benim merak ettiğim şey...
ADAMUS: Sen böyle spiritüel bir sınıfta ne öğrenmeyi umuyorsun?
OLGA: Eh, her şeyden önce ben enerjiyi seviyorum.
ADAMUS: Sen enerjiyi seviyorsun.
OLGA: Mm hmm.
ADAMUS: Ah! Sen enerjisel beslenen birisin.
OLGA: Evet, evet, öyle. Öyle.
ADAMUS: Ahhh! Ahh! Ah! (izleyiciler de “ahh!” der) "O zaman izin ver şimdi bunu anlatayım. Anlamaya başladım." dedi Üstat. "Sen bu okula gerçekten öğrenmek istediğin bir şey olduğu için kayıt olmadın, bunun için olmadın çünkü sen tıpkı çok çalışan, peşin ödeme yapan öğrenciler gibi bedenli aydınlanma yolculuğundasın. Sen burada bir enerji vampiri olarak yer alıyorsun, onlar güvenli alanda kendilerini açtıklarında, savunmasız olduklarında sen sınıfta onların enerjisini çalıyorsun." Bu doğru mu?
OLGA: Hayır.
ADAMUS: Bu kulağıma hoş geldi. (bazı kıkırdamalar) Ama Üstat bu doğru diye ısrar etti ve ona bir şans daha vererek, "hayatında eksik olan şey nedir?" diye sordu.
OLGA: İzin vermek tabii ki.
ADAMUS: İzin vermek. Sen bir izin mi vermek istiyorsun? Sen büyürken ailen sana izin verdi mi? (bazı kıkırdamalar)
OLGA: Bir şekilde, bir şekilde yapamam - bilmiyorum - vizyonumda özgür ve her şeye izin vermiş bir ben var.
ADAMUS: Peki.
OLGA: Ama ben bunu bir şekilde hissetmiyorum.
ADAMUS: Eh-errrr! Burada filmi donduracağız.
OLGA: Tamam.
ADAMUS: Biz duracağız.
OLGA: Lütfen.
ADAMUS: "Burada bir hikayede oynamak ile" kendi hikayende olmak arasındaki fark nedir? Oynamakla, ona basitçe izin vermekle arasındaki fark - oyunculuk yapmak, basitçe olmasına izin vermek - ve sen aniden kendi hikayene girmişsindir.
OLGA: Evet, peki.
ADAMUS: Ah, tamam. Hikayeden çık tekrar - vay! - çünkü hikayende sıkışıp kalmanın ne kadar kolay olduğunu görüyor musun?
OLGA: Mm hmm.
ADAMUS: Bizim sadece hikayeler anlattığımız ve eğlendiğimiz zamanlarda bile bu böyle. En azından ben eğleniyorum. O halde hikayeye geri dönelim. Oyunculuk yapalım. Biz sınıfta Üstat ile birlikteyiz ve Üstat teatral bir şekilde, "Hayatında eksik olan şey nedir?! diye soruyor. Ve sen teatral bir şekilde karşılık veriyorsun...
OLGA: Mm. (birisi “Seks” der)
ADAMUS: Seks! (kahkahalar)
ADAMUS: Güzel - dedi. Teşekkür ederim.
OLGA: Doğru öyle dedim!
ADAMUS: Teşekkür ederim. O, "Seks" dedi. O demediğini sandı ama herkes duydu. Siz duydunuz mu? O, "seks" dedi.
OLGA: Tekrarlayabilir miyim?Tekrarlayabilir miyim? Yeniden sor.
ADAMUS: Tamam. (kıkırdamalar artar) Hayatında eksik olan şey nedir?
OLGA: (yüksek sesle) Seks! (yoğun kahkaha)
ADAMUS: Ve Üstat der ki, "Sen en son ne zaman..."
LINDA: Buna yanıt verme! (kıkırdamalar artar)
ADAMUS: “… çığlık attığın bir orgazm yaşadın?”
LINDA: Aghhh!!
OLGA: Hatırlamıyorum.
ADAMUS: Ahhhh!
LINDA: Ahhhh!
ADAMUS: Ve Üstat der ki, "Öyle bir şey ister miydin?" (kahkahalar)
OLGA: Evet!
ADAMUS: Ne kadar şiddetli olsun?
LINDA: Ahhhhhh!
MOFO: Bu bir aile gösterisi! (kahkahalar artar)
OLGA: Fena.
ADAMUS: Osurmayı bırak! (kıkırdamalar artar) Kaç tane olsun?
OLGA: Çok.
ADAMUS: Çok. Ben sana şunu önereceğim. Bugün dersimiz bittikten sonra odana gir, kapıyı kilitle. (bazı kıkırdamalar) Sıcak bir banyo yap ve bir kere olsun, bir kere olsun kendine dokun... (ciyaklayan oyuncağın sesi gelince izleyiciler güler) Kendine dünyadaki en muhteşem aşık dokunuyormuş gibi dokun. Bedenine müthiş bir sevgi ve şefkatle dokun. Bedenine sanki sen en müthiş aşıkmışsın gibi dokun çünkü öyle. Kendine dokun ve tüm yaratımda varolan bütün varlıklardan daha fazla insanın deneyimlediği beden, zihin ve ruh birliğini yaşarken utanç hissetme çünkü bir insan kendini sevdiğinde suçluluk veya utanç olmaz. Bir insan kendisini o şekilde sevdiğinde ruha benzer, ruhu taklit eder çünkü ruh her an kendisi ile aşk yaşar. Güzel.
Biz sıradaki hikayemize geçmeden önce bu hikayenin devamı ve sonu. Biz sınıftayız. Üstadın yüzünde hala ekşi bir ifade vardır ve Üstat mikrofonu alan sıradaki öğrenciye bakar ve "Hayatında eksik olan şey nedir?" diye sorar. (mikrofonu alan "öğrenci" şaşırınca bazı kahkahalar) ve öğrenci, "Üstat neden hep bana soruyor?" diye düşünür. Hayatında eksik olan şey nedir? (birisi "endişe" der) Bu hoşuma gitti. Bu iyiydi. Hayatında eksik olan şey nedir?
ŞAMBRA 5: Hım …
EDITH: Ona lavaboya gönderdiği insanlardan bahset. (şambra 5 kıkırdar)
ADAMUS: Sıradaki sen olmak ister misin?
EDITH: Hayır, ben...
ŞAMBRA 5: Aslında onlar buradalar, ben onları görüyorum. (Alaya ve Mofo'yu işaret eder) Evet.
ADAMUS: Bu sadece bir hikaye. Biz sadece oyunculuk yapıyoruz. Peki. Senin hayatında eksik olan şey nedir? Konuş! Konuş! Fazla vaktim yok. Ders üç dakika sonra sona erecek.
ŞAMBRA 5: Tamam!
ADAMUS: Senin hayatında eksik olan şey nedir?
ŞAMBRA 5: Üzgünüm.
ADAMUS: Asla üzgünüm deme.
ŞAMBRA 5: Mmm. Bir film ya da şarkı yapmalılar!
ADAMUS: Bir şarkı.
ŞAMBRA 5: Hayır…
ADAMUS: Bir şarkı. Evet. Üstat sabırsızlanıyor.
ŞAMBRA 5: Tamam.
ADAMUS: Senin hayatında eksik olan şey nedir?
ŞAMBRA 5: Belki… (Adamus horuldar gibi ses çıkarır) … kendime güven duymam, kendime inanmam.
ADAMUS: Kendine inanman ve güven duyman. Bunu da nereden buldun?
ŞAMBRA 5: İçimde.
ADAMUS: Evet ama kendine nasıl inanırsın ve güvenirsin ki demek istiyorum?
ŞAMBRA 5: Bilmiyorum. Sordum...ah! (izleyiciler “Ahhhh!” der)
ADAMUS: Ahhhh! Ahhhhh! Ahh! Ahh! Ahh! Burada bir kuralımız var, istediğiniz her şeyi söyleyebilirsiniz, "Bilmiyorum" hariç. O nedenle mikrofonu arkanda oturan hoş hanıma uzat ve arkada merak içinde otur.
ŞAMBRA 5: Ah, peki.
ADAMUS: Evet.
LINDA: Ne?!
ADAMUS: Canım biz bunu basitçe çıkardık. Üstat o zaman kızar.
LINDA: Başka kimi çağırmak istersin?
ADAMUS: Kimseyi.
LINDA: Oh.
ADAMUS: Üstat şimdi gerçekten kızgın. O kadar ders verdikten sonra, öğrencileri ile o kadar saatler ve saatler geçirdikten sonra onlar, "Bilmiyorum" veya "gazım var" gibi şeyler söylüyorlar. Üstadı sınıfın önünde kendi kendine düşünürken hayal edebilirsiniz, o, üç dakika daha düşündü ve, "Ben belki de ders vermeyi bırakabilirim. Belki buna değmiyordur. Belki de onlar bunu gerçekten istemiyorlardır çünkü buraya kadar bir ilerleme sağladık mı bilmiyorum." Üstat kısa bir anlığına tek başına balığa çıkmak istediğini hissetti. Evet, o balık tutmaktan hoşlanıyordu ve bildiğiniz gibi Üstat sadece oltayı suya atar, oltaya yem bile takmaz ve balıklar oltaya takılmaya başlar. Balıklar aslında Üstat için tekneye atlayacaklardı ama o buna izin vermedi. O, "Bırakın burada en azından biraz eğlenelim." O daima balıkları suya geri atardı. Ve Üstat sonunda öğrencilere dersin bitmesine iki dakika kala, "Sizin hayatınızda eksik olan şey yaşamak." dedi.
"Siz yaşamıyorsunuz. Siz düşünüyorsunuz. Siz eski anılara dalıyorsunuz. En son ne zaman seks yaptınız? Yanıt şöyle olmalıydı, "Buraya gelmeden önce bu sabah." Yaşamak budur. Yaşamak siz, "Üstat dün gece çok güzel bir yemek yedim. Çok heyecan vericiydi ve ben o kadar iyi hissediyorum ki çünkü ben tam anlamıyla yaşıyorum." dediğinizde olur. 'Ben bugün osuruyorum' değil çünkü bu sizin gerçekte yaşamadığınızın, dengeden çıkmış olduğunuzun bir göstergesidir.
"Bugün sınıfta bulunan her biriniz ve hepiniz yaşamayı unutuyor. Siz kendinizi bir tür nötr enerjiye, gri, sıkıcı bir alana soktunuz. Siz sıkıcı hikayelerinize o kadar daldınız ki yaşamayı unuttunuz. Siz yaşamaktan korkuyorsunuz. Siz müthiş bir orgazm yaşayacağınız bir noktaya kadar seks yapmaktan korkuyorsunuz. Siz yemek yemekten korkuyorsunuz. Siz toplum içine çıkıp toplumun içinde yürümekten korkuyorsunuz. Siz eğlenmekten korkuyorsunuz. Siz fazla çabalıyorsunuz. Sizin her birinizin ve hepinizin hayatında eksik olan şey bu. Ben sizden bu öğleden sonra bovlinge gitmenizi, paten kaymanızı, alış verişe çıkmanızı ve kendinize asla almayı düşünmediğiniz bir şey almanızı istiyorum. Ben sizden sinemaya gitmenizi ve büyük boy patlamış mısır yemenizi istiyorum. Her ne yapacaksanız artık yaşama zamanı. Ölü kıçınızı kaldırıp yaşamak zamanı. ve siz yaşamaya başlayana kadar bu sınıfa gelmeyin." (izleyiciler tezahürat yapar ve alkışlar) Hikayenin sonu.
Hikaye artık yaşama zamanının geldiği mesajını veriyor. Bu gerçekten öyle. Yani yaşamak konusunda ya da aydınlanma konusunda düşünerek bir sürü zaman harcanıyor ama bu çoğunlukla doğru: siz yaşamayı unutuyorsunuz. Siz güzel bir yemek yemeyi ya da her neyse onu unutuyorsunuz. Siz bunun aydınlanmanızı engelleyeceğini sanıyorsunuz. Engellemeyecek. Geliştirecek.
Bu yaşam sürecinde gerçekten aydınlanmak isteyenlerin yaşama tam olarak dalması gerekir. Hatta bu size olması gerekenin tersi gibi gelebilir. Sizin yaşama dalmaya ihtiyacınız var, yiyeceklere, sekse ya da o her ne ise, yaşamın içine.
Süregelen bir isteksizlik var ve bu özellikle başta Buda olmak üzere her Yükselmiş Üstada oldu. Yaşamın içinde, bedenin içinde olmaya, yaşayan bir varlık olmaya dair bir isteksizlik var. Siz neredeyse sanki yükselişiniz için yaşamdan uzak durmanız gerektiğini hissediyorsunuz çünkü siz yaşamın bağımlılık yapabileceğini düşünüyorsunuz. Evet, öyledir. Siz de o zaman bağımlılıklarınıza dalın. Yaşamın tuzağına. Dalın ve siz öyle olmadığını göreceksiniz çünkü yaşamdan kaçmak yaşamın içinde olmaktan daha büyük bir tuzaktır.
Siz aydınlanmada, yaşamdan zevk almak, sizi geri tutan her şeyi bırakmak istediğiniz bir noktaya geldiniz. Ben ProGnost'ta bu konuya daha çok değineceğim ama biz birlikte çok, çok farklı bir yere gideceğiz ve orası sizin artık yaşamayı sadece düşünmenizi değil yaşamanızı talep ediyor, yaşamanızı gerektiriyor. Orada sadece rüyaları görmeniz değil, rüyalarınızın ötesine geçerek, rüyalarınızı gerçekte yaşamanız isteniyor.
İşte böylece bizim etkileşimli hikayemiz de sona erdi. Ne kadar kolay olduğunu görüyor musunuz? Ne olacağını bile bilmenize gerek yok. Güzel.
Hadi o zaman güzel, derin bir nefes alalım ve üçüncü hikayemize başlayalım. Başka kahve isteyen var mı? Oturduğunuz yerlere geri dönebilirsiniz ama gazı tut. (bazı kıkırdamalar)
Parktaki Bank
Ve bu hikaye için bizim biraz moda girecek ışığa ihtiyacımız var, ışıkları biraz kısalım. Herkes güzel, derin bir nefes alsın. Biz bir hikaye anlatacağız ve ondan sonra hemen sanki süzülür gibi bir merabha gireceğiz.
Hikaye zaten yazıldı. Hikaye bu yeni kitabın içinde yer alıyor. "Bir Üstadın Anıları." Bu aslında benim yazmadığım tek hikaye. Onu Cauldre, Geoffrey benim isteğim üzerine yazdı ve onun başlığı, "Parktaki bank."
Ben ona hikaye ile ilgili bir genel bir bakış sundum ki bu hikayenin büyük bölümü ona, bu hikayenin büyük bölümü size ait ama ben biraz "Parktaki Bank" adlı hikaye konusunda konuşmak istedim.
Bu hikayede çeşitli semboller, çeşitli metaforlar var. Hikaye parkta bir bankın üzerinde oturan bir Üstat ile başlar, şu anda benim oturduğum şekil gibi. Sabahın erken saatleridir; güneş daha tam olarak doğmamıştır bile. Dışarısı hala karanlıktır. Sabahın o güzel anlarını bilirsiniz, o kadar sessiz ve o kadar sakin, huzurludur ki; bu kitle bilincinin çıkardığı gürültü biraz azalınca, biraz sessizleşince, diğer insanlar henüz çıkmadığında olur. Fazla trafik yoktur. Sabahın güzel anlarıdır ve hiçbir şey olmasa gider güneşin ufukta doğmasını seyredersiniz. Üstat zamanıdır. Harika bir Üstat zamanı.
Üstat parktaki bankta oturuyordu. Elinde kahvesi vardı tabii ki ve birkaç tane de kruvasanı. Onun öğrencilerden uzak olduğu sessiz zamanlarıydı. O öğrencileri seviyordu, onlar ile çalışmayı seviyordu ama yorucuydu, tüketiciydi. Öğrenciler ile çalışırken çok hayal kırıklığı yaşıyordu çünkü onlar aydınlanmalarını ne kadar istiyorlarsa bir şey onları o kadar geri tutuyordu. Onları geri tutmaya çalışan o insan parçasıydı aslında , o nedenle bu zaman zaman Üstada bile zahmetli geliyordu.
Ama bu özel sabahta şimdi ufukta güneş doğarken Üstat bunların öğrencileri ile ilgili olmadığını bildi, bu diğer insanlar ile de ilgili olmamalıydı; bunlar kendi veçheleri ile ilgili olmalıydı. Yoğun bir sabah olacağını biliyordu çünkü parktaki bu bank Üstadın veçhelerinin onu bulacaklarını bildikleri yerdi. Onlar biliyorlardı, onlar onu başka bir yerde, sınıfta veya hatta geceleri rüyalarında bulamadıkları zamanlarda onu parktaki bu bankta buluyorlardı. Bu onun açıldığı zamanlardı, onun kendini veçhelere açtığı zamanlardı. Ve parktaki bank hikayesinin geçtiği yer işte burası.
Parktaki Bank Hikayesindeki bu özel günde Üstadın sadece "karanlık" diye adlandırdığı en karanlık veçhesi geldi. Onlar konuşarak anlaşmıyorlardı. Üstat, Dark'ın sözlerini duymuyordu çünkü onun gerçekten aşağılık bir veçhesi olan Dark aslında o kadar gelişmiş, o kadar psişik ve Üstadın o kadar gerçek bir parçasıydı ki sözlere ihtiyaç yoktu. Benim daha düşük veya daha az karmaşık diye adlandırdığım veçheler Üstada kelimeler ile konuşurlar ama Dark'ın kelimelere ihtiyacı yoktu.
Üstat Dark'ın geldiğini hissetti çünkü her şey buz kesti. Ona vakum gibi geldi. O emişi basitçe hissedebiliyordu. Karanlık enerji böyledir.
Ve Dark içeri gelir gelmez istismar etmeye başladı ve tekrar ediyorum bunu sözler ile yapmadı ama hisler ile iletti. Dark, "Seni yaşlı deli piç. İşte burada parkta bir bankta oturup aydınlandığını, başkalarına bir şey öğrettiğini sanıyorsun." demeye başladı. Karanlık veçheler böyle yöntemler kullanır. Onlar sizi küçümserler. Onlar sizin kendinizden şüphelenmenize yol açarlar. Onlar sizi parçalara ayırırlar. Onlar sizin en karanlığınızı bilirler. Onlar düğmelere nasıl basılacağını bilirler. Onlar sizi nasıl değersizleştireceklerini bilirler.
Ama Üstat orada sadece oturdu. Üstat kahvesinden içti - iyi hissetti, sabah biraz serindi - kahvesinden içti ve güneşin kutlu ışıklarının ufukta belirmesini izledi. Üstat Dark'ı görmezlikten gelmiyordu, orada değilmiş gibi yapmıyordu ama Üstat asla bu karanlık veçhenin, kendisinin karanlık veçhesinin kendisini rahatsız etmesine izin vermezdi. Üstat olan oydu. Bütün olan ve Üstat olmasına rağmen sahip olduğu, olmakta olan hikayelerin gözlemcisi oydu.
Dark istismarcı davranışlarına şöyle diyerek devam etti; "Sen sadece kendine aydınlandığını söylüyorsun ama gerçekte aydınlanmadın. Sen kendine başkalarından daha iyi olduğunu söylüyorsun ama aslında daha kötüsün." Dark, "Ben senin geçmişini biliyorum. Ben senin yaptığın bütün hataları biliyorum. Ben senin bütün küçük pis sırlarını biliyorum. Ben biliyorum ve ben bildiklerimi başkalarına söylesem kimse senin okuluna devam etmezdi, sözlerini dinlemezdi çünkü sen sadece adi bir insansın ve tüm bu Üstatlık, aydınlanma zırvaları senin bir yalan olduğunu gizlemek için var."
Aranızdan bazıları belki zaman zaman böyle sözler duyuyordur ama Üstat sadece derin bir nefes aldı, kruvasanından bir lokma daha ısırdı, kahvesinden bir kez daha içti ama onun az da olsa rahatsız etmesine izin vermedi.
Bu hikayede Dark aynı şekilde devam eder ve hikayede Üstat orada yüyüyüş yapanları izler ve bir köpek gelir topuyla ve tamamen çevresindeki şeyler ile meşgul olan Üstat hala Dark'ı duyar ve görür.
Bu hikayenin ana noktası - bu çok önemli bir nokta - bir yanda Üstadın olması ama diğer yandan da insanın, insan terimleriyle, "Eh, Üstat aydınlandıysa veçheler neden orada?demesidir. Üstat o kadar aydınlandıysa artık karanlığın olmaması gerekmez miydi? Her şey iyileşmiş olmaz mıydı?" Ve yanıt kesinlikle hayır. Bu ve ve sizin her biriniz ve hepiniz bu noktada bulunuyor.
Siz parkta bankta oturan, kahve keyfi yapan, güneşin doğuşunu izleyen, bir şeyler yiyen, küçük köpekle eğlenen Üstatsınız. Siz tamamen sizin huzur dediğiniz ama özgürlük olan şeyi hissediyorsunuz. Siz Özgür Özsünüz ve insan özü hala orada. Biz onu reddetmeye çalışmıyoruz. Biz onu elemeye çalışmıyoruz. Biz insanın veya karanlığın veya diğer veçhelerin üstesinden gelmeye çalışmıyoruz. Biz veyiz.
Üstat orada oturur, onları duyar, onları hisseder. Üstat orada oturur çünkü o karanlık ve aydınlık, büyük ve küçük her veçhesi kendisini nerede bulacağını bilir. Onlar basitçe Üstat ışında olmak için gelirler. Dark bile gelir. Dark başka bir yaşam sürecinde işkenceye maruz kalmış olan parçadır. Bunun bir önemi yok. Her şey şu anda Şimdide. Dark ışık gibi, çocuk veçhesi gibi, dindar ve spiritüel veçhe ve her veçhe gibi Üstadın ve sizin gerçek bir parçanız. Onların hepsi sizin parçanız. Onlar bu güzel hikayenin bütün parçaları.
Aydınlanma parktaki bankta hem Üstat hem insan hem karanlık hem korku dolu hem mutlu hem yaratıcı hem sıkılmış olanın oturmasıdır. Ve siz de burada Üstat gibi, bütün veçhelerin, bütün hareketlerin ve kargaşanın, bütün kendini bulmaya çalışanları anlatan hikayelerin gözlemcisi gibi burada bu anda oturup basitçe izin verdiğiniz zaman ve "Ben'im ve Ben Üstadım" diyerek hiçbir veçhenizden, hiçbir geçmiş ya da gelecek yaşamınızdan kaçmadığınız zaman; aydınlanmanın bir noktasında durmadığınız zaman, burada basitçe Üstat olarak da varolduğunuz zaman sizin derin bir nefes alıp kendinizi kutlayabileceğiniz zamandır. Bu "Ben'im ve Ben'im" farkındalığına sahip olunca böyle olur. Siz Üstatsınız. Siz henüz kendinize orada oturup, o, olma izni vermediniz.
Evet benim sevgili dostlarım gerek kitaptaki Üstat kadar Üstat gerek benim gibi bir Üstat olsun yine de geçmiş ve gelecek veçheler oluyor. Onlar hala buradalar. Onlar artık o kadar sıkışmış bir halde değiller ama onlar hala oradalar. Üstat onların kendisini rahatsız etmesine izin vermez. Üstat, "Eh, onlar hala buradalarsa o zaman ben Üstat değilim." demez. Gerçek bir Üstat der ki, "Ben'im ve Ben'im" ve Parktaki Bank hikayesinin güzel yönü buydu. Bu bizi bugünkü bölümümüzün başında konuştuğumuz şeye bağlar.
Zaman akmaya başlar ve siz burada kendi hayatınızın Üstadı olarak oturursunuz, sadece gözlemlersiniz. Hiçbir veçheyi değiştirmeye çalışmazsınız. Siz oturursunuz. Sonra geçmiş yaşamdan olsun, gelecek yaşamdan olsun kendi içinde bulunan bu veçhelerin her birine ayrı ayrı derin bir etkisi olur. Bu sizi aniden o yaşam sürecindeki hikayede, parktaki bankta oturan Üstat haline getirir. Siz de aniden Üstat gibi bankta yalnız oturmuyor olursunuz ama Üstada her geçmiş ve her gelecek yaşam veçhesi gelir. Sonra her şey değişir.
Tobias'ın uzun bir zaman önce söyledği gibi, "Gelecek şifalanmış geçmiştir." Ben bunu biraz daha farklı bir şekilde söyleyeceğim, Üstat her yaşam sürecini bu yaşam sürecinde fark eder. O, her yaşama ve kendi kalıplarına sıkışan o yaşamlara, kendi zamanlarında sıkışan yaşamlara iletilir ve ışır, aniden dönüşüm başlar.
Parktaki Bank Merabhı
Hadi o zaman bunu hemen yapalım. Parktaki bankımıza oturalım...
(müzik başlar)
... işte bu güzel tatil zamanında Kırmızı Çember Bağlantı Merkezindeyiz. Hadi derin bir nefes alın ve muhteşem bir günde parktaki bankınızda otururken kendinize şimdi Üstat olma izni verin.
Ve evet o veçhelerden bazıları yanınıza gelecektir. Siz böyle sessiz olduğunuzda gelir onlar. Karanlık olsun, ışık olsun gelir. Ve siz de Üstat gibi onları sadece gözlemlersiniz. Siz sadece farkında olursunuz. Siz onlara öğüt vermeye ya da onları şifalandırmaya çalışmazsınız. Onların kendi hikayeleri var. Onlar kendi şeylerini yapıyorlar.
Aralarından bazıları size bağıracaktır. Aralarından bazıları sizi sömürmeye çalışacaktır.
Aralarından bazıları sizin mevcudiyetinizde olmaktan çekinecektir. Diğerleri saatlerce, hayır, bir gelişte günlerce yanınızda oturacaktır.
Bazıları sorularına yanıt bulmak için gelecektir, "Yanıt nedir Üstat?"
Bazıları sihirli bir iksir isteyecek, onlar bütün yanıtların ve gücün yanı sıra onları süper insan varlığına dönüştürecek bir şey.
Siz parktaki o bankta oturduğunuzda, "Ben Ben'im." olur. Bu aslında bütün veçhelere, bütün geçmiş ve gelecek özlere izin vermek demektir.
Sizin onlar ile kavga etmeniz gerekmez. Sizin onları şifalandırmanız gerekmez. Siz şunu fark edersiniz, "Ah! Bunlar sadece benim hikayemin parçaları. Bunlar sadece benim parçalarım. Ama "Ben'im ve Ben'im."
Kendini düzeltmeye ihtiyacın olmadığı gibi onları değiştirmeye ya da düzeltmeye ihtiyaç yoktur. buna hiç gerek yoktur. Siz parktaki bankta oturan Üstatsınız.
(duraklama)
Size hedeflerden ve plan yapmaktan bahseden bir veçheniz gelebilir. Size uğrayan ve parktaki bankta yanınıza oturan başka bir veçhe de size spiritüel arayışından bahseden veçhedir. Size gelen hayalet veçheye benzeyen başka bir veçhe de kurban olma, fiziksel, zihinsel işkence ile ilgili hikayelerini tekrarlar durur.
Siz bunların hiçbirisini değiştirmeye çalışmazsınız. Siz burada derin bir nefes alır ve Üstat olduğunuzu idrak edersiniz. Siz Ben'imsiniz. Bütün bunlar sadece bir kitapta geçen hikayeler. Sayısız hikaye. Sizin onları değiştirmeniz gerekmez.
Aslında gerçek şu, bu hikayelerin her biri, sıkışmış olan, yaralı olan veya hatta mutlu, kaygısız olan hikayeler bile kendi kendilerini değiştireceklerdir. Onlar hikayelerini baştan yazacaklar. Onlar sadece Üstadın gelmesini bekliyorlardı, öylesine üstü örtülü olan Üstadı, öylesine gürültüde kaybolan Üstadı. Onlar sadece parktaki bankta oturan o Üstadı bekliyorlardı. Ve işte siz şimdi buradasınız.
O seslerin sizi kandırmasına izin vermeyin. O seslerin size hala gidecek yolunuzun olduğunu söylemelerine izin vermeyin. Onlar sadece veçheler. Siz parktaki bankta oturan Üstatsınız.
(duraklama)
Siz sadece içeri ve dışarı süzülen bu hikayeleri gözlemliyorsunuz. Onlar sadece Üstadı bekliyorlardı.
Ve söylemekten hoşlandığım bir şey, "Üstat ortaya çıktığında, hikayeler değişmeye başlar." Üstat nihayet belirdiğinde bütün hikayeler istedikleri her şeye dönüşebileceklerini idrak ederler.
O halde hadi burada sadece oturalım. Hadi sadece bir anlığına oturalım. Ben sizden Üstat olmak nasıl bir şey onu hissetmenizi istiyorum. Evet sesler duyabilirsiniz, sesler bilişi, üstatlığı örtebilir. Siz o şüphe veçhesinin bile çevrede olduğunu, parktaki banka oturmaya çalıştığını hissedebilirsiniz. Siz Dark'ın çevrede olduğunu hissedebilirsiniz. Sorun yok. Siz sadece bir Üstat gibi parktaki bankta oturun.
(duraklama)
Böyle bir mücadele bazen size çok zor geldiği için üzgünüm. Sizin en sert, en sert şekilde meydan okuyan şeylere dayanmanız gerektiği için üzgünüm. Bunlar bedenli aydınlanma bölgesine girildiği zaman oluyor sanırım. Bunlar ilklere, öncülere oluyor. Biliyorum zaman zaman çok zor geliyor.
Ben sizin gerçekte kim olduğunuzu görüyorum, siz kendi içinizde bunu görmediğinizde bile bu böyle.
Siz Üstat olmaya çalıştığınızı düşünseniz de ben zaten orada oturan Üstadı görüyorum.
Ben hikayelerin zaman zaman ne kadar vahşice olduklarını görüyorum. Vahşi derecede sert. Ama ben hiçbir hikayenin hiçbir zaman kendi kendinin içinde nasıl kilitlenmediğini de görüyorum.
Ben sizin tüm o hikayeleri, tüm o zorlukları ve meydan okuyuşları nasıl serbest bıraktığınızı görüyorum. Ben sizin nasıl izin verdiğinizi görüyorum.
Hadi hep birlikte burada, parktaki bankta derin bir nefes alalım, Üstat sadece yaşamdan keyif alıyor. Üstat geçmiş ve gelecek veçhelerin bile uğramasına izin veriyor.
Hadi hep birlikte güzel, derin bir nefes alalım.
Ve bunun yanı sıra herkese ve tüm yaratımda yolunda olan her şeye Mutlu Noeller.
Teşekkür ederim sevgili Şambra. Benim için bir zevkti. (izleyiciler alkışlar)
İngilizceden çeviren: Meltem Taban