• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

Şaud 4: “Karizma 4”

 

Karizma Serisi


Şaud 4: “Karizma 4” – 6 Aralık 2014’de Geoffrey Hoppe kanallığıyla ADAMUS mesajı Kırmızı Çember’e sunulmuştur.

www.crimsoncircle.com www.kirmizicember.com

Ben benim, St Germain’in Adamus’u.

Hoş geldiniz, sevgili dostlar. Hayat güzel. Hayat çok güzel. Ah, hadi derin bir nefes alalım.

Hayat güzel ve kolay. Gerçekten öyle. Gerçekten de öyle. Bugün neden bazen bize zor geldiği, neden onu bazen zorlaştırdığımız konusunda konuşacağız. Aslında o çok kolay.

Bir anlığına bunu hissetmenizi isteyeceğim. Hayat kolaydır.

Oh, neden olmadığı konusunda bana binlerce neden sayabilirsiniz. Bana geçmişinizden bahsedebilirsiniz. Gelecek konusundaki endişelerinizi benle paylaşabilirsiniz; ama o kolay. Gerçekten de öyle.

Size soracağım soru şu: onla başa çıkabilir misiniz? Eh, cevap vermeden önce, bunu gerçekten hissetmenizi istiyorum. Hayatın kolay, bolluk dolu, özgür ve farklı olmasını kaldırabilir misiniz? Bunu kaldırabilir misiniz? (biri “evet” diye fıısldar)

Evet diyorsunuz; ama kanıtlar aksini ispatlıyor. (kahkahalar) Sadece söylüyorum. (Adamus kıkırdar)

Ön sıradan gelmeyenler mi oldu? (Bazı sıralar boştur) Onlar … Linda onları korkutup kaçırdın mı yoksa? Önde kimse yok … (biri kalkıp öne oturur) Teşekkürler. Isırmam. Tükürürüm. (kahkahalar) Ateş solurum; ama ısırmam.

Başka kimse yok mu? Ön sıra. Ön sıra. Teşekkürler. Evet. Eh, kulaklarındayken orası olmaz. (biri kameranın görüntüsünü engelleyecek ren geyiği boynuzları takmıştır)

LINDA: Orda bir sandalye var.

ADAMUS: Şurada. (Adamus kıkırdar)

LINDA: Teşekkürler. Teşekkürler.

ADAMUS: Evet. Dikkat etmemiz gereken teknik ayrıntılar var. (kahkahalar) Yaşam kolaydır, ama bunun farkında olmalısınız. Evet (Sandalyelerden birine oturur) Bu benim için. Evet. (Bazıları güler) Oh!

LINDA: Hayır, hayır. (oraya başka biri oturmak için gelmiştir.)

ADAMUS: Çok özür dilerim. Sanırım bu seninki. Teşekkürler. Kafandaki boynuzlar nedeniyle seni oraya oturtamayız.

Yaşam kolaydır ve bu iyi bir şeydir. Gittiğimiz yön de budur. Oraya doğru gidiyoruz

.

Ve bu kulağa güzel geliyor. “Oh harika! Benim istediğim de bu.” diyorsunuz. Ancak oraya varmamız için bazı şeyleri serbest bırakmamız gerekiyor. Yaşamın kolay olduğuna dair ki gerçekten de öyledir, bir vizyona sahip olmamız gerekiyor.

Kitle bilincin derin çekimine kapılmamanız şart. Bu aslında kolay; ama başlarda rahatsızlık verici de.

Çevrimiçi dinleyen herkes hoşgeldi. Bu tatile bayılmıyor musunuz? Tatillerin güzelliğine bayılmıyor musunuz? Sahnenin güzel bir görüntüsünü alabilirseniz (kamera ekibine). Oh Linda, sen kalkma lütfen. Sen doğal güzelliğin bir parçasısın.

Evet.

LINDA: Oh, bugün kalbimi kazandın. Ohhh. (bazıları alkışlar)

ADAMUS: Oh, tatillere bayılırım. Her zaman bayılmışımdır. Daha sık ziyaretlere geliyorum. Sadece şaudlar için değil sizleri de. Tatil günlerinde etrafta takılma eğilimindeyim çünkü biraz daha hafif, biraz daha rahat oluyorsunuz. Tatiller insanların sihire inandığı zamanlar hatta neredeyse geriye kalan tek zaman. Özel bir şeylerin gerçekleşmekte olduğuna inanıyorlar. Üzücü, göz yaşı döktüren – bazılarınızın ucuz diyebileceğim – tatil filmleri seyrediyorsunuz. Ama ben “Bu harika bir yaşam’ı seyrederken sizle oturmayı seviyorum. Evet. Evet. Siz, ben, mısır patlağı, selpak mendiliniz, benim şalım ve bolca gözyaşı. (bazıları kıkırdar)

Tatillere bayılıyorum çünkü sıklıkla gezegen üzerinde şeylerin çok daha büyülü olduğu zamanları size hatırlatıyor. Onun büyük bir kısmı artık gitti. Zihinsel bir dönemin içindeyiz.

Tabii ki … lütfen, rahat ol (Linda’yı sandalyesine geri davet ederek). Ve … Sandra, her seferinde sana hatırlatmam mı gerekiyor? (Adamus kıkırdar) Sütlü kahve lütfen. Keçi sütü olmasın. (Birkaçı kıkırdar)

Yılın bu son günleri çok büyülü. Belki yıl boyunca iş yerlerinizde çok fazla stres ve şüphe dolu bir şekilde saatleriniz harcadığınız içindir akrabalarınızla bile zaman geçirmekten keyif almıyorsunuz; bunu tatillerde yapmak zorundasınız. Gardınızı birazcık da olsa indiridiğiniz yılın öylesine sihirli bir dönemi ki. Küçük çocuklar hatta bazı büyükler bile Noel Baba’ya inanıyorlar. Sihirli şeylerin gerçekleştiğine inanıyorsunuz. Mucizelere inanıyorsunuz. Mucizeler.

Ah, bugün gün içinde sizlerin evsiz dediği bir adamla karşılaştım. Yolun köşesinde oturmuş elinde bir karton parçasına yazılmış bir tabela tutuyordu: Bir mucizeye ihtiyacım var”. Sadece “Paraya ihtiyacım var” yazmıyordu. Bu bir ilkti. “Bir mucizeye ihtiyacım var.” diyordu. Ve ne biliyor musunuz? Mucizeler gerçekleşir. Mucizeler meleksi bir kaynak ya da Ruh ya da ona benzer bir şeyden gelmezler. Mucize basitçe sizin anlamadığınız şeylerdir. Nasıl olduğunu anlamazsınız ve bunun bir önemi de yoktur. Birşeyin ya da birinin yaşamınıza nasıl girdiğinin detaylarını bilmek zorunda olmanızın bir önemi yoktur.

Mucizeler sınırlarmalarınızın dışına çıkmaya hevesli olduğunuzda; zihnin dışına çıkmaya hevesli olduğunuzda; karakterinizin – kendinizle fazlasıyla özdeşleştirdiğiniz o karakterin dışına çıkmaya hevesli olduğunuzda gerçekleşir. Aniden, mucizeler gerçekleşir çünkü artık sizi bekleyen enerjilere daha açıksınızdır. Sizi beklemekteler. Hepsi orada.

Bu nedenle kolaydır diyorum. Ben bazılarının kader anlamına gelen “Kısmet” olarak çevirdiği “Kasama” terimi kullanıyorum; ama bildik doğrusal kader değil. Kasama ruhun kaderidir.

Yakın zamanda Keahak’da bundan bahsettik. Kader … (Sandra kahvesini getirir) Gerçekten mi? Komutanın için karton bardakta mı?! Bir karton – plastik bardak. Lütfen! Lütfen.

EDITH: Oh kardeşim! Aş bunları! (kahkahalar)

ADAMUS: Hayır. Sana bir hikâye anlatayım, Edith. Sana bir hikâye anlatayım. Lütfen (Sandra’ya), en azından seramik olsun. Kristal tercihimdir. Evet. (Adamus kıkırdar) Sana bir hikâye anlatayım, sevgili Edith. Bunu kısmen Cauldre ‘den duydun (giriş bölümünde), ama bu çok doğru.

Nil’de iskeledeki tekne benim titreşimime uymuyordu. Şimdi, 70’imiz birden o teknede oturup o gürültüye ve rahatsızlığa katlanabilirdik; ama neden? Neden? “Tekneyi değitirin” demek kadar basitti. O kadar basit – “Tekneyi değiştirin.”

Seramik fincanda kahve.” “Ben ben olan benim.” “Bolluk içinde yaşam.” Neden olmasın?

Neden? Fikrini dile getiren Edith şimdi benim enerjilerimin hiddetine maruz kalacak. Neden, Edith, Edith için en iyisi dururken neden azıyla yetinesin? Neden? Mikrofona ihtiyacımız olacak. Burda lafı dolaştırmayalım. Kahveme ihtiyacım var, mikrofon. Yazı tahtasını da hazırlayın. Bir mikrofon. Evet. Lütfen. Lütfen bana yardımcı olmak için aceleyle buraya üşüşmeyin.

LINDA: Tanrı esirgesin!

ADAMUS: Evet Edith, Neden olaylara katlanıyorsun? Buraya gel lütfen, Edith. Sandalyeyi al.

LINDA: Ohhh, ohhh!

ADAMUS: Ohhhhh!

LINDA: Ohhhh!

EDITH: Edith, Dünyaca ünlü rock yıldızı. Şambra arasında “Edith Faktörü” denen bir şey var! (kahkahalar)

LINDA: Ohhhh!

ADAMUS: Lütfen otur. Ayakta durman gerekmiyor. Otur lütfen.

EDITH: Gerçekten mi?

ADAMUS: Gördün mü?! Kastım bu.

EDITH: Tamam! Tamam! Tamam! (Adamus’un sandalyesine oturur)

ADAMUS: Sunuldu …

EDITH: Oraya çıkabilir miyim bilmiyorum.

ADAMUS: Kral koltuğu ve “Gerçekten mi? diyor

Şimdi Edith …

LINDA: Geoff, bu işkence!

ADAMUS: Edith, neden yaşamında en iyisinden daha azına kanaat getiresin? Neden en iyisinden daha azına kanaat getirdin?

EDITH: Bu mükemmel bir soru.

ADAMUS: Biliyorum. Ben sordum.

EDITH: Keşke cevabını bilsem.

ADAMUS: Ohh. Oww!

LINDA: Ohhhhh! (seyircilerden yorumlar)

ADAMUS: Ohhh! Biliyorum; ama bu çok yakındı.

LINDA: Edith!

ADAMUS: Bunun dayalı olduğu şey …

Edith, çok iyi biliyorsun ki, sorun burda. Çok iyi biliyorsun; ama görmeyi reddediyorsun. Vizyona sahip değilsin. Vizyona sahip olduğunda bu Edith’in vizyonu oluyor.

LINDA: Ohhh!

ADAMUS: Tekneyi değiştir. (Adamus kıkırdar) Umrumda değil. Umrumda değil ve sizin de olmamalı. Neden her ay bu toplantılara geliyorsun?

EDITH: Çünkü seviyorum. Keyif alıyorum. Onlara inanıyorum.

ADAMUS: Evet.

EDITH: Aydınlanmaya, farkındalığa inanıyorum.

ADAMUS: Güzel.

EDITH: Tüm beden farkındalığına.

ADAMUS: Evet, ve geri kalan herşeye.

EDITH: Evet.

ADAMUS: Ama hepsi orada duruyor. Gelecek sefere bu şekilde konuştuğumuzda hepsini Edith’in içinde istiyorum. Edith’le bedenlenmelerini istiyorum.

EDITH: Öyle olduğunu sanıyordum.

LINDA: Ohh!

ADAMUS: Daha önce konuştuğum Edith değil! Kendi ve yaşamı için en iyisinden daha azını kabul eden Edith değil. Ve her biriniz için konuşuyoryum, hepinizin içinde küçük bir Edith var. (Adamus kıkırdar) Hepiniz “en iyisinden daha azına izin veren” o şeye sahipsiniz. Neden? Neden? Bugün bundan bahsedeceğiz. Bu mükemmel bir konu.

En iyisinden daha azına izin vermek – para, sağlık, ilişkiler, çocuklar – devam edelim mi yoksa kastımı anladın mı? En iyisinden daha az olan.

EDITH: Konuyu anlıyorum, ama keşke çözüme de sahip olsam.

LINDA: Mmmmm.

EDITH: Yalan söylememi istemiyorsun değil mi?

ADAMUS: Hımm …

LINDA: Ben söylerdim!

ADAMUS: … bir şekilde … (bolca kahkaha)

EDITH: Haklısın, Linda.

ADAMUS: Şimdi, bu soruyu cevaplıyor … tam da elime düştün. Bu soruyu cevaplıyor. Yalan olan ne? Yalan olan nedir, Edith? Bana yalan söylemek istemediğini söyledin. Bence bana yalan söylüyorsun ve ondan da önce kendine yalan söylüyorsun.

Bilmediğini söylediğinde … üzgünüm Crash. Bilmediğini söylediğinde, kendinin bana yalan söylemesini istemediğini söylediğinde yalan söylüyorsun çünkü yalan söylüyorsun. Gerçekten kim olduğuna kendine izin vermeyerek yalan söylüyorsun. Ve bu çok kolay. Çok kolay; ama bir şeyler seni bundan alı koyuyor. Gerektiğinde sana karşı acımasız ve gerektiğinde de sevgi dolu olabileceğime dair bana izin vermiştin. Kendini nerede kör ettiğini nerede kapattığını açığa vurmam için bana izin verdin. Kendine ve dünyanın dört bir yanındaki seyircilere – kameradaki şu küçük kırmızı ışığa bakarsan, tüm dünya seni seyrediyor - yalanı açığa çıkarmama izin verdiğini söyledin ve yalan “Bilmiyorum” dur. Sen de iyi biliyorsun. Ve bu üstesinden gelmen gerekecek en zor ve aynı zamanda da en güzel şey olacak. Ve çok ve çok da kolay.

Lütfen, canım, lütfen. Bu kendine biçtiğin değere gelip dayanıyor diyebilirsin; ama bu aslında bir vizyon sorunu. Edith’in vizyonu. Ve vizyon Çin porseleninden bir fincanda kahve içmektir. Bu küçük bir şey, Edith, ama aynı zamanda da değerli. (Adamus kahvesinden bir yudum alır) Ahhh! (bazıları kıkırdar) Bu karton bardakta değil sadece Çin poreleninden bir fincanda keyfi çıkarılabilecek harika bir kahve.

Bu “tekneyi değiştirin” deyip umursamamaktır. Emir verip endişlenmemektir. Cauldre, Linda, diğerleri, Lucia, ben “Tekneyi değiştirin” dediğimde endişelendiler. Detayları umursamıyorum. Beni etkilemiyorlar. Ve zavallı mürettebat ve tekne ya da kaptanın ne diyeceği veya bunun kurallara uygun olup olmadığı konusunda kederli bir takım düşüncelere hiç girmeyeceğim bile. Umrumda değil. Sizin de olmamalı. Sizin de olmamalı.

Bu yıl – bu gelmekte olan yıl, Edith – bir ayma zamanı. Hepsini bir araya getirme zamanı. Ve sorum şu, Metatron’un çok uzun zaman önce sorduğu soruyla aynı, hazır mısınız?

EDITH: Hazırım…

ADAMUS: Orda kalsın. Ahh, o “ama” kendini göstermek üzereydi. “Ama” …

LINDA: Ne?!

ADAMUS: Senin kelimelerinle. Senin kendi kelimelerinle “ama”.

 

Üç Dilek

Edith, soru. Noel Baba gerçek, biliyorsun. Hayır, Noel Baba gerçek. Birşeye kitle bilinç inancı olduğu her zamanda o şey gerçektir – Şeytan. Şeytan gerçektir çünkü yeterince insan ona inanmaktadır. Onu onlar yaratıyorlar. Buna kitle bilinci neden olmaktadır. Bu, Yükselmiş Üstatların kolektif bir ruh yaratabilmesiyle aynı şeydir.Çok kolay. Bu nedenle yeterince insan Noel Baba’ya inanırsa Noel Baba gerçek olur.

EDITH: Doğru.

ADAMUS: Ve tezahür edebilir. Sadece yeterince insan inanırsa gerçektir’den bahsetmiyorum. Gerçekten de tezahür eden Noel Baba’dan bahsediyorum. Noel Baba’nın mucizeleri ve sihiri ve elfler hepsi gerçekleşiyor. Gerçekten gerçekleşiyor.

Bu nedenle, Edith, bu bilgi ışığında üç adet Noel Baba dileğin var. Ne isteyeceksin? Üç dilek.

EDITH: Bir amyo yaşam.

ADAMUS: Bir amyo yaşam. Tamam.

EDITH: Büyük ve muhteşem bir bolluk ve zenginlik.

ADAMUS: Güzel.

EDITH: Büyük ve muhteşem bir sağlık.

ADAMUS: Ok.

EDITH: Ve büyük …

ADAMUS: Eh, üç. Üç. (Adamus kıkırdar)

EDITH: Oh.

ADAMUS: Noel Baba’yla şansını çok da zorlama!

EDITH: Oh, bilgelik. Daha fazla bilgelik isterdim.

ADAMUS: Noel Baba gerizekalı değil. Üçe kadar sayabilir. (kahkahalar).

Pekala, amyo yaşam. Bunu sana o veremez. Bunu kendine sen vermelisin. Bu daha kolay. Aslında bunu Noel Baba’ya verdirmekten daha kolay.

Çılgın bir bolluk – Noel Baba aslında bu konuda sana yardımcı olabilir çünkü birkez izin verdin mi gelmeye devam eder. Bunun İsa, Noel Baba, ben ya da başkası olması fark etmez o hediyeleri getirmeye devam edeceğiz. Enerjiyi getirmeye devam edeceğiz. Çılgınca bolluk için enerjiyi getirmeye yardımcı olacağız. Evet.

Ve sağlık. Sağlık. Ahh, evet. Bu çoğunlukla sana kalmış. Noel Baba’nın bunda fazla bir etkisi olmaz. Bu çoğunlukla sana kalmış bir şey.

EDITH: Herşeyin bize kaldığını; bizlerin üstat yaratıcılar olduğumuzu sanıyordum.

ADAMUS: Öylesiniz. Öylesiniz. Ama sıklıkla enerjiler başkalarından getirilirler. Beden bir şekilde size aittir. O enerjileri buraya getiriyorsunuz. Pek çok diğer şey de dışarıdan geliyor. Beden oldukça kişisel bir şeydir. Ve sana bir ipucu vereyim. Bedenini iyileştiremeye çalışma. Gerçekten.

EDITH: Çalışmıyorum.

ADAMUS: Biliyorum.

EDITH: O iyileşti.

ADAMUS: O iyileşti. Aslında… şuan bildiğiniz fiizksel bedenin ötesine geçeceğiz. Işık bedenine gireceğiz. Bu nedenle bir çeşit bunun ötesine geçiyoruz. Işık bedeniyle birlikte o, eski fiziksel bedeni hiç önemsemez. Sizdeki eski bedeni değil ama alıştığınız eski fiziksel bedeni iyileştirmeyeceğiz. Çok güzel. Teşekkürler. Bana katlandığın için teşekkürler.

EDITH: Seni seviyorum ve sana katlanıyorum..

ADAMUS: Teşekkürler. Teşekkürler. (bazıları kıkırdar)

Şimdi, sevgili Linda … (seyirciler alkışlar) Teşekkürler.

Buna devam edelim, siz de isterseniz, seyircilere lütfen. Noel Baba. Üç dileğiniz var. Ne isteyeceksiniz? Üç dilek. Ayağa kalkın lütfen. Evet.

RICKI: Benim üç dileğim ... Edith’in söylediklerini tekraralamamaya çalışıyorum.

ADAMUS: Evet. Zor değil mi? Herkes Edith’in söylediklerini tekrar etmek istiyor. (Adamus kıkırdar)

RICKI: Tabii ki.

ADAMUS: Edith’den alıntılar. Evet.

RICKI: Hımmm …

ADAMUS: Üç dilek.

RICKI: Gelecek senenin sihirli bir yıl olmasını istiyorum …

ADAMUS: Pekala.

RICKI: … inanılmaz ve harika şeylerin gerçekleştiği.

ADAMUS: Ne gibi?

RICKI: Benim için içimde Yükselmiş Üstat olduğumu ve nerde olmam gerekiyorsa ve ne yapmam gerekiyorsa tam olarak onu yaptığımı bilmek istiyorum.

ADAMUS: Güzel.

RICKI: Aile sorunlarımı çözmek istiyorum. Ailemi seviyorum ancak ya benim onlara çok bağımlı ya da onların bana çok bağımlı olduğunu hissediyorum. Daha fazla kendim olmaya ihtiyacım var. Ve kendim için – sadece kişisel insani bir şey - mükemmel yerde yaşamak istiyorum.

ADAMUS: Bundan kastın nedir?

RICKI: Bu, şuan yaşadığımız yerde kalmay devam edelim mi yoksa başka bir yere mi taşınıp taşınmamaya karar vermeye çalışmamız anlamına geliyor.

ADAMUS: Güzel. Pekâlâ. Noel Baba’nın bu konularda biraz yardımı dokunabilir. Birazcık. Özellikle de taşınma ve onun fiziksel kısmıyla, çünkü senin de bildiğin gibi, taşınma – birkez kararını verdiğinde ya da o sana geldiğinde, bu kolay olan kısmıdır – ama fiziksel kısım [zor olabilir] ve Noel Baba’nın bunda yardımcı olacak pek çok yardımcıları vardır.

RICKI: Bu iyi olur.

ADAMUS: Evet, evet. Aydınlanma, üstatlık – tamamen sana kalmış. Noel Baba bu konuda yardımcı olamaz. Aslında, kötü haber vermek istemem ama, Noel Baba büyülü olmasına rağmen o Yükselmiş Üstat değil. (birkaç kıkırdama, biri “Aww” der) Umrunda da değil.

RICKI: Onu biz yarattığımıza göre aslında mantıklı da.

ADAMUS: Evet, evet. evet. Ve sadece “biz” değil, kitle bilinç, insanlar ve gerikalan hepsi. Onlar Yükselmiş Üstatlara inanmıyorlar. Onları sence gelecek yıl şok edecek miyiz? (Adamus kıkırdar ama kimseden ses çıkmaz) Bu komikti.

RICKI: Evet.

LINDA: Ha, ha, ha, ha!

ADAMUS: Buna inanmıyorlar ama olmak üzere. Güzel. Çok teşekkürler.

LINDA: Daha?

ADAMUS. Oh evet. Bugünün olayı bu. Noel Baba’dan üç dilek.

STEPHAN: Üç dileğim olabilir. Bir tanesi istediğimde üç dileğe daha sahip olmak olurdu. (kahkahalar)

ADAMUS: Aslında, Noel Baba’nın bir şartı var. Onun bir şartı var. Evet, bu nedenle ona Noel Baba diyoruz. (ÇN Santa Claus ve clause arasında kelime oyunu yapıyor. Çeviride bu anlaşılmıyor) Hayır, sadece üç hakkın var. İlk dileğin ondan sonraki 20 taneyi içermiyor. Adam aptal değil. O zaman eli kolu bağlanırdı. Hayır. Sadece üç dilek hakkın var. Say onları.

STEPHAN: Pekâlâ, hayatımın fırsatı. Pekâlâ.

ADAMUS: Evet. Görüyorsun ya nedeni çok basit. Sayısız başka dilek istedin ve sonra da harekete geçemiyorsun. “Koca bir çanta dolusu dileğim var ve şimdi başka bir şey yapmama gerek yok” diyorsun. Tüm gözler senin üzerinde. Üç dileğin var ve soruyu cevaplamak için geriye yaklaşık 42 saniyen kaldı. Yoksa dileklerini kaybedeceksin. Bu kadar basit!

STEPHAN: İlk dileğim Yeşil Kartımla ilgili bir cevap bekliyorum. Oldu mu diye merak ediyorum … her an haber gelebilir …

ADAMUS: Oh, o oldu. Sorun yok.

STEPHAN: Pekâlâ. Güzel.

ADAMUS: Onla işimiz bitti.

STEPHAN: Tamam!

ADAMUS: Oldu. Harika değil mi?

STEPHAN: Buna bayıldım!

ADAMUS: Tam olarak öyle. Bunu ben yapmadım.

STEPHAN: Evet, buraya gelmeden önce.

ADAMUS: Onu etkiledim ya da vizyonuna soktum. Güzel.

STEPHAN: Bir diğeri şirketlerimden birini satmak…

ADAMUS: Güzel. Güzel.

STEPHAN: … çok paraya.

ADAMUS: Güzel. Bunu yapabildiğine sevindim. Güzel. Kar etmek.

STEPHAN: Evet.

ADAMUS: Güzel. Pekâlâ, oldu. Oldu.

STEPHAN: Mükemmel.

ADAMUS: Evet.

STEPHAN: Başka ne?

ADAMUS: Zaman azalıyor.

STEPHAN: Zaman azalıyor. Tamam.

ADAMUS: Herhangi bir şey. Bir şey uyduruver. Çabucak!

STEPHAN: Umm …

ADAMUS: Ehhhh! (kronometre gibi ses çıkarır)

STEPHAN: Gelecek yıl büyük bir ev. Büyük bir ev.

ADAMUS: Ok. Büyük bir ev. Büyük bir ev.

STEPHAN: Beş yatak odalı.

ADAMUS: Beş yatak odalı. Sahibi sen mi olacaksın?

STEPHAN: Evet, neden olmasın?

ADAMUS: Evde senden başka biri var mı?

STEPHAN: Evet!

ADAMUS: Senden başka orda yaşayan biri?

STEPHAN: Evet.

ADAMUS: Bir sürü insan. Komün hayatı yaşayacaksın.

STEPHAN: Bir sürü insan. Komün.

ADAMUS: Evet, evet! Kumbaya şarkısını söyleyerek oturuyorsun! Ehh … (birkaçı kıkırdar) Ama bu senin evin.

STEPHAN: Evet.

ADAMUS: Evet. Güzel. İstediğin zaman onları kapı dışarı edebilirsin.

STEPHAN: Evet. Ben kontrol ediyorum …

ADAMUS: Hadi bunla başlayalım. Hadi senin evinle başlayalım. Şuan herkesi evden kov.

STEPHAN: Tamam, Bu benim evim ve sonra insanları tekrar davet edebilirim ve …

ADAMUS: Çoğunlukla olmaz. (Adamus kıkırdar)

STEPHAN: Belki olmaz..

ADAMUS: Sadece burada sana yardımcı olmaya çalışıyorum.

STEPHAN: Pekala.

ADAMUS: Eh, evet, çünkü insanlarda şu eğilim oluyor … kendi alanınıza ihtiyacınız var.

STEPHAN: Bu doğru.

ADAMUS: Evet, evet. Bunun doğru olduğunu biliyorum. Yalan söyleyemem. Ama neyse …

STEPHAN: Eğer bu benim evimse bu iyi bir şey. İstediğim her şeyi yapabilirim. Böylece …

ADAMUS: Evet, yapabilirsin, kendinle.

STEPHAN: Kesinlikle.

ADAMUS: Ok. Ara sıra akşam yemekleri düzenleyebilirsin; ama bunların hiç biri taşınmayacak …

STEPHAN: Sen davetlisin.

ADAMUS: Evet, teşekkürler. Güzel. Yemekte ne var? Ne servis yapıyorsun?

STEPHAN: Ne servis yapıyorum? Um, filet mignon, biraz kırmızı şarap.

ADAMUS: Evet.

STEPHAN: Ve … evet, ve sonra …

ADAMUS: Bu kulağa sıkıcı bir akşam yemeği gibi geliyor. (Adamus kıkırdar)

STEPHAN: Detayları sana sonra bildireceğiz.

ADAMUS: Ok, harika. İyi dilekler. Oradalar. Gerçekleştiler bile.

Şimdi, şimdi sana şunu soracağım.Derin bir nefes al ve gerçekten de onları bedenle. Oldular. Bu kadar. Onu açığa çıkarman, kelimelere dökmen için benim tarafımdan biraz dürtüklenmen biraz cesaretlendirilmen gerekti. Bu şeyleri isteyip isteyemeyeceğini kendine soruyordun. Kesinlikle. Seçtiğin her şeyi isteyebilirsin.

EDITH: Kağıt tabaklara hayır.

ADAMUS:  Kağıt tabaklara hayır. (kahkahalar)

STEPHAN: Tamam!

ADAMUS: Kağıt tabakta servis yapılırsa gideceğim.

Çoktan oldular bile çünkü onları gözünün önüne getirdin. Biraz dürktüklenmen gerekti ama çoktan oldular bile. Bu kadar kolay işte. Bu tip fiziksel şeyler - bir ev, iş yerini satmak, yeşil kart – çok kolay. Bunlar gerçekten de Noel Baba dilekleri. Kastım, o iyi, siz bu konuda iyisiniz ve ben de onların dışarı çıkarılmasına yardımcı olmakta iyiyim. Öylece gerçekleşiyorlar.

Bu günden sonra detaylar konusunda endişelenmeyin. Nasıl gerçekleşeceği konusunda endişelenmeyi bırakın. Canınızı sıkmayın. Hiçbir anını planlamayın. Sadece anda kalın. Süreç başladığında; gerçekleşmeye başladığında, siz o enerjilerin hareket etmesini sağlayan zarif bir Üstat olarak bulunacaksınız. Onları bloke etmek yok. Nasıl olduklarını merak etmek yok. Yolda aksilikler çıkıyor gibi görünse de hiç biri üzerinde kafa yormayın.

STEPHAN: Kesinlikle.

ADAMUS: Ah! Aniden avukatın seni arar ve bir problemimiz var derse derin bir nefes al ve “benim değil senin problemin var. O çoktan oldu. “Git ve olmasını sağla” deyin.

STEPHAN: Tüm bir yıl böyleydi. İlginçti. Sanki “Vay be! Ne boktan bir sene!” derken sonra farklı bir şekilde bakıyorsun ve “Vay be! Herşeyin mükemmel bir şekilde yoluna girmesi ne büyülü” diyorsun.

ADAMUS: “Ve’ye” ne demeli? O “ve” etkisi”.

STEPHAN: Evet!

ADAMUS: Tepetaklak bir yıldı – Burdan küfür etmeme artık izin yok. (Adamus kıkırdar)

STEPHAN: Noel Baba dileğini yerine getirir. Küfredebilirsin!

ADAMUS: Önce zorlu bir seneyken sonra birden, oh, ne harika bir yıl oldu.

STEPHAN: Evet.

ADAMUS: Evet. Evet. Avukatın arayıp “Yeşil Kartında sorun çıktı” derse derin bir nefes al ve “git ve ..”

STEPHAN: çöz!

ADAMUS: “Benim problemim değil!” Evet. Evet, güzel. Güzel. Teşekkürler.

STEPHAN: Teşekkürler.

ADAMUS: Güzel. İki kişi daha, sevgili Linda.

LINDA: İki daha?

ADAMUS: Burda önemli bir konunun altını çiziyorum.

LINDA: Ok.

ADAMUS: Evet, Noel Baba’danki o gerçekten var, üç dilek. Üç dilek.

LINDA: (birine doğru koşar) Biri beni çağırıyor. Biri beni çağırıyor.

ADAMUS: Evet, evet. Üç dilek.

LARRY: Daha fazla para! Daha fazla para! Daha fazla para! (kahkahalar)

ADAMUS: Güzel. Güzel. Güzel Pekala.

LARRY: Bu kadar.

ADAMUS: Ve, sevgili dostum, gerçeleşecek. Şimdi …

LARRY: Güzel.

ADAMUS: Şimdi, ve sen bunla ne yapacaksın?

LARRY: Bir yığın şey alacağım. (kahkahalar)

ADAMUS: O soruya cevap vermeden önce, anlattığım hikayeyi hatırlıyor musun? – En çok satanlar listesinde bir numara Bir Üstadın Hatıraları kitabımda olacak – Üstat tarafından borç verilen ama seneye iki katı parasız kalan öğrenci hakkındaki hikâyeyi. O mu olacaksın yoksa daha farklı bir şeyler mi yapacaksın … (bir telefon çalar, Adamus durur ve kaşlarını çatar)

LARRY: Kimin umrunda?

ADAMUS: (tekrar çalar) Ben bakarım. Ben bakarım. (Adamus kıkırdar)

LARRY: Birinin telefonu yanında.

LINDA: Ona sakın verme! Çıldırdın mı? (kahkahalar) Sakın ona vereyim deme!

ADAMUS: Noel Baba’yı aramam gerekiyor.

LINDA: (kahkaha atarak) Telefonu kapat ve üzerine otur!

ADAMUS: Noel Baba, Sheema çok yaramaz bir kız. Konuşmamın tam ortasında telefonunun çalmasına izin verdi. Noel Baba, lütfen onu listenden çıkart.

Demek bolca para, bolca para, bolca para. O kadar parayla ne yapacaksın peki?

LARRY: Harcayacağım.

ADAMUS: Ve?

LARRY: Harcayacağım!

ADAMUS: Ve?

LARRY: Biraz daha harcayacağım!

ADAMUS: Ok, nereye kadar? Tekrar çulsuz kalana kadar mı?

LARRY: Biraz daha bulacağım.

ADAMUS: Güzel. Teşekkürler.

LARRY: Rica ederim.

ADAMUS: Teşekkürler. Evet. Evet, benim dudaklarımdan seninkilere. Eh, oh, tam olarak öyle değil ama … (kahkahalar)

LINDA: Ohh! Ohh! Eww!

ADAMUS: Güzel. Güzel. Ve umarım ki geçmişte seni ve pek çoğunuzu sinirlendirip ya da canınızı sıkıp “Off! Şu Adamus yok mu?!” dedirterek enerjilerin hareket etmesini sağlamışımdır.

Bir kişi daha lütfen.

LINDA: Tamam.

ADAMUS: Noel Baba. Üç dilek. Ne isteyeceksiniz? Ne isteyeceksiniz?

LINDA: Oh, bekle, bekle! Karışık gitmemiz gerekiyor. Erkek, kadın; erkek, kadın. (kıkırdar)

SHEEMA: Oh!

ADAMUS: Neden? Artık önemi var mı?

LINDA: Hayır. Bu sadece bir oyun.

ADAMUS: Pekala.

SHEEMA: Ben kötü kızım.

ADAMUS: Aydınlanmış, aydınlanmamış’a ne dersin? Aydınlanmış, ay …

LINDA: Oooohh!

ADAMUS: Ohhhh! (seyirciler de “ohhh” derler)

Devam et lütfen. Üç.

SHEEMA: Öncelikle aydınlanmış olmak istiyorum.

ADAMUS: Evet.

SHEEMA: Ama sanırım Noel Baba bu konuda bana yardımcı olamaz.

ADAMUS: Hayır, hayır, hayır.

SHEEMA: Bir ev istiyorum.

ADAMUS: Bir ev istiyorum?

SHEEMA: Evet.

ADAMUS: Güzel.

SHEEMA: Gerçekten güzel bir ev istiyorum.

ADAMUS: Evet, evet.

SHEEMA: Üç dört yatak odalı.

ADAMUS: Ok. Evet. Belki Stephan’ın yanına taşınabilirsin.

SHEEMA: Hayırr! (kıkırdarlar) ben kendi evimi istiyorum.

ADAMUS: Teşekkürler. Oh! Evet. Ve başka?

SHEEMA: Um …

ADAMUS: O oldu bile. Ok. Başka?

SHEEMA: Bu da kişisel. Yaratıcı yanımın gerçekten ortaya çıkmasını ve patlamasını istiyorum.

ADAMUS: Şimdiye kadar neden olmadı?

SHEEMA: Şimdiye kadar neden olmadı?

ADAMUS: Evet – alo? (Adamus kıkırdar) Eko, eko, eko, eko. (bazıları güler) Şimdiye kadar neden olmadı?

SHEEMA: Çünkü …

ADAMUS: Gözüne ışık tutulmuş geyik bakışı.

SHEEMA: … aydınlanmam üzerinde düşünüp taşınmakla meşguldum.

ADAMUS: Hepsi aynı değil mi? (Sheema kıkırdar) Hepsi aynı değil mi? Kastım ikisi üzerinde de kafa patlatıyor olman. (Sheema tekrar kıkırdar) İkisini de gerçekleştiremeden. Ama ikisi de aynı değil mi? Yaratıcı patlamanız …

SHEEMA: Ortaya çıkmaya başlıyor.

ADAMUS: Başlıyor.

SHEEMA: Evet.

ADAMUS: Yavaş ama emin adımlarla mı?

SHEEMA: Ondan korkuyordum.

ADAMUS: Neden? Ona sahip olmamaktan korkmalısın.

SHEEMA: Biliyorsun ilk defa kendi sesimi duymak gibi o kadar inanılmazdı ki beni korkutmuştu.

ADAMUS: Evet.

SHEEMA: Yedi yıl boyunca şarkı söylemeyi bırakmıştım.

ADAMUS: Oh. Şimdi ne olmaya başlayacak biliyorsun değil mi?

SHEEMA: Tekrar şarkı söylemeye başlıyorum.

ADAMUS: Evet, şimdi.

SHEEMA: Oh hayır!! (kahkahalar) Hayırrr‼ (bazıları alkışlar) Daha yeni …

ADAMUS: Beyaz Noel, en sevdiklerimden biri.

SHEEMA: Hayırrr, hayır, hayır, hayır, hayır.

ADAMUS: (şarkı söyler) Beyaz bir Noel’in 

SHEEMA: Öğreniyorum …

ADAMUS: (söylemeye devam eder) hayalini kuruyorum … . (seyirciler katılırlar) Tıpkı eskiden sahip olduklarım gibi. Devam et. Hepimiz söyledik. Sıra senin.

SHEEMA: O şarkıdan nefret ederim. (kahkahalar)

LINDA: Feliz Navidad!

ADAMUS: Jingle Bells. Hangisi olursa.

SHEEMA: Ok, olay şu. Tüm hayatım boyunca gırtlağımla şarkı söyledim …

ADAMUS: Dikkat dağıtıcı!

SHEEMA: Hayır, bu doğru!

ADAMUS: Dikkat dağıtıcı! Kolay ikna olmayacağım. Lütfen.

SHEEMA: Hayır!

ADAMUS: 30 saniyen var.

SHEEMA: Gerçek sesimi bulmaya daha yeni başladım.

ADAMUS: Evet.

SHEEMA: Ama söz veriyorum yakında gelip sana bir şarkı söyleyeceğim.

ADAMUS: Bunu yutmuyorum. Yakında şimdidir. Evet. Aydınlanmayı istiyor musun?

(Sheema duraksar, seyirciler “yap hadi” der)

Yap hadi! (Adamus kıkırdar) Hadi. Kararlı bir seyirci. “Yap hadi! Yap hadi! Yap hadi! Yap hadi! Yap hadi! Yap hadi!”

SHEEMA: Hayır!

ADAMUS: Ben söyledim. Çok iyi değil ama söyledim. (Sheema kıkırdar)

EDITH: O aydınlanmış ve çok yaratıcı biri. (bazıları kıkırdar)

LINDA: Bir sonraki sen olabilirsin, Edith. (daha fazla kahkaha)

ADAMUS: Edith gördün mü? – Edith, onu kurtarmaya çalışıyorsun.

Noel Baba’nın diğerlerine – pat diye - evler, para, karlı işler verdiği güzel bir fırsata sahipsin. Bu kadar kolay.

Bu çekince niye? Daha şimdi sesinin farkına vardığını söyledin. Bırak çıksın dedim. Bir yaratıcılık patlaması istediğini söyledin. Ama ben buna inanmıyorum. Sen bu konuyu da düşünmek istiyorsun. Bence bunla oynamak istiyorsun. Bunu istediğini sanmıyorum. Mikrofonu alacağım. Söyle ya da söyleme. (seyirciler “söyle! der)

SHEEMA: Feliz Navidad? (seyirciler “evet!” der) Tamam. Deneceğim …

ADAMUS: Ve biz de bir yerinde sana katılacağız.

SHEEMA: Ok. Ama bu … benim gırtlağım ortaya çıkacak. Pekala? Hadi …

ADAMUS: Shh! Shh! Shh! Shh! Shh! Shh! Shh! Shh! Shh! Görüyor musunuz?! Neden bahsettiğimi görüyor musunuz?! Oh‼ Kolay olacağını söyledim. Hayatın güzel olduğunu söyledim …

(Adamus’un sözünü keser ve İspanyolca bir şarkıya başlar; Adamus gülümseyerek dinler)

Ahhhh! (seyirciler alkışlar ve biri “Bravo” diye bağırır; sarılırlar) Teşekkürler. Ah!

Burda harekete geçiş şeklimize bayılıyorum. Aslında hakkında konuşmak yerine nasıl yapıldığını gösteriyoruz. Bazen Linda’yı ya da sizleri güvenli alanlarınızdan dışarı ittiğimin farkındayım ama o kadar basit. Daha yeni dileklerinden birinin yaratıcı bir ifade, bu patlama ve aydınlanman olmasını istediğini söyledin. Ama hala fırsat verilmesine rağmen “Bir düşüneyim. Hadi konuşalım.” durumundasın.

 

Bu kadar!

Sevgili dostlarım, konumuza dönelim: Taahhüt. Her biriniz bu yaşamınızda artık bu kadar olacağına dair bir taahhütte bulundunuz. Başka bir şey değil. Başka bir şey değil. Bu yaşamdan önce bu sözü verdiniz. Bir önceki yaşamınızda, yaşamlar arasında bu sözü verdiniz. Küçük bir bebekken bu söze sahiptiniz – “Bu kadar! Ya hep ya hiç.” Kalbinizde ve varlığınızda alev alev yanan o ateş sizi buraya getiren şey. Bu yaşamınızın kendisi olan o taahhüt. Boşa harcamayacağınız taahhüt. Dikkatinizi dağatmayacağınız; damarlarınızda akan o taahhüt – ya hep ya hiç – Bu yaşamınızda yaptığınız her şeyin parçası olan. O .gerçeğin ta kendisi.

Ve, sevgili dostlarım, Noel Baba olsun olmasın, Adamus olsun olmasın, o burada. O gerçekleşti. Artık üzerinde çalışmanız gereken başka bir şey yok. Çalışmanız gereken bir ders yok. Bu hepsinin çoktan olduğunun farkına varma zamanı.

Keehak’ta kısa bir süre önce “Kasama” terimini kullandım. Farklı şekillerde hepimiz bunu deneyimliyor olacağız. Bu çoktan olmuş olan; orada olan bir şey. İster aydınlanma ister cebinizdeki birkaç dolar isterse de sağlığınız veya ışık bedeniniz olsun, bu oldu. Bir vizyon, bir tutku aracılığyla oldu. O orada. Uzaklarda değil. O şarkının uzaklarda biryerlerde beklemesi gerekmiyordu. Yaratıcılığın çılgın ifadesi, bolluk, biliş ya da basitlik orada uzaklarda olması gerekmiyor. Hiçbirşey için çaba sarfetmeye gerek yok. Kasama ruhun kaderidir.

Pek çok kere kader olmadığını söyledim. Kader diye bir şey yok. Doğrusal anlamda. Orada hiçbirşey yok. Yukarda sizin yaşamınızı yönlendiren ya da olayların olmasını sağlayan biri yok. Yaşamınızı maniple eden melekler, uzaylılar ya da yer altındaki varlıklar konseyi veya hatta hükümetler yok. Dışarda olan bir kader yok ama ruh kaderi diye bir şey var. O zaten içinizde var olan şey, Edith. Çoktan gerçekleşti.

Para – ve para buzdağının sadece görünen yüzü – ama farkındalık. Farkındalık.

Kendini adamamış olanları ayıklayıp uzaklaştırarak gitmelerine izin vererek son beş yılda etkili bir iş çıkardık. Aydınlanmalarına gönülden bağlı olmayanlara Kırmızı Çember’de kesinlikle yer yok. Bu küçük bir gösteri değil. Bu eğlence değil. Tamam eğlenceli yanları var; … (bazıları kıkırdar) Bu eğlenceden öte bir şey. Bu başka bir dikkat dağıtıcı değil. Bu o. Bu tam olarak o.

Cauldre ve bazı diğer Şambra’ya söyleidğim gibi mısırın patlamaya başladığı zaman, yıl, an bu andır. Ne zamandır ısına gelmekteydi. Mısırı tavaya koyduğunuzda ısıtmaya başlarsınız ve tanelerin ne zaman patlayacağını merak edersiniz. Özellikle de gerçekten açsanız ve gecenin geç bir saatiyse ve seyretmekte olduğunuz bir film varsa ve o tanelerin yaratıcı bir orgazmla patlamaya başlamasını istersiniz ve …

SART: Evet! (kahkahalar ve bazıları da “evet!!” diye bağırır)

ADAMUS: Ama bunu söylüyorum ve bugünkü toplantımıza başlarken söylediğim gibi hepsi oldukça kolay. Hepiniz de oh evet çok kolay diyorsunuz. Karşınıza çıktığında ve farkına varmanız için önünüzde durduğunda ise bu sefer mazeretlere, “ama’lara”, “hadi bekleyelim’lere” ya da “bilmiyorum’lara” başlıyorsunuz.

Sevgili dostlarım, Noel Baba gerçek. Noel Baba’nın içinizde olduğunu söyleyebilirsiniz. Noel Baba’ya olan o harika ve çocuksu inancınızla onun yaratılmasına yardımcı oldunuz.

O tam bu arada, onu farkına varacağımız yerde. Daha fazla bahaneler, ama’lar duymak istemiyorum. Tüm araçlar burada ve sizin kendinize dönüşmenize izin veriyor. Evet. Kendinize doğru güzel bir açılma.

Biraz daha fazla üzerinde konuşmak üzere bu konuya geri döneceğiz. Ama şuanda Bir Üstadın Hatıraları Kitap 1’den son hikâyemi anlatmak istiyorum.

LINDA: Ahh. Kitap 1.

ADAMUS: Kitap 1. Evet, evet.

LINDA: Ohhhh.

ADAMUS: Bir Üstadın Hatıraları. Lütfen anlayın buna benim kitabım diyorum ama aslında bu bizim kitabımız. Çok basit noktaları gösteren kısa hikâyeler.

İnsanlar bunu anlayacaklar mı? Birkaçı. Belki birkaç kişiden de fazla. Dünyayı değiştirecek mi? Umrumda değil. Bunun önemi yok. Bu hikâyeleri anlatmak eğlenceli. Tekrardan anlatmak çok keyifli. Hikâyeyi anlatırken bu hikayenin sizinle mi alakalı olup olmadığını merak ediyorsunuz. Heh! Evet. Bazen gerçekten bu sizin isminiz mi yoksa isminizi değiştirip değiştirmediğimi sorguluyorsunuz.

Onlar bizim hikâyemiz.

Devam etmeden önce Bir Üstadın Hatıraları Kitap 1’den son hikayeyi anlatmak istiyorum.

Bu arada Cauldre bazen endişeleniyor, belki de Linda çok daha fazla, “Adamus, Bu en çok satanlar listesinde bir numara olacak demek büyük bir iddia.” diyorlar. Hayır, çünkü buna arzu etmiyorum. Onun üzerine olumlu düşünceler – tükürür- yollamıyorum. Bu işe yaramaz. Onu gerçekleştiriyoruz. Üzgünüm. O şekilde çalışmıyor. (bazıları kıkırdar) Üzerine peri tozu falan dökmeye çalışmıyorum. Benim için bunu söylemek çok kolay çünkü onu görebiliyorum. Biliyorum. O zaten orada. Çoktan yayınlandı. Dünyanın dört bir köşesinde çalı yangınları gibi yayılıyor. Çoktan pek çok dile çevrildi. Sözleşme yapmak için yayıncılar Linda’nın kapısında kuyruk oluşturuyorlar. O da tam olarak elde etmek istediğini elde edinceye kadar onlara direnecek.

Bu hüsnü kuruntu değil. Ve fark da bu. Bu pek çoğunuzun yaşamınızda yapageldiği şeyden farklı olan şey de bu – “Umarım oradadır.. Diliyorum ya da olumlu düşünüyorum” ve işe yaramıyor. Bu çok etkili değil. Orada olduğunu biliyorsunuz. Onu görüyorum ve o da ona dönüşüyor.

Gerçekliğinizi şekillendirmenin güzel bir yolu bu. Onu çoktan görüyorum, bundan dolayı, orada. Bundan dolayı, işler hangi yönde gidiyor oluyorsa olsun bunun önemi yok. Belki de yaşamınızda işler pek de iyi bir yönde gitmiyordu. Fark etmez. Vizyona sahipsiniz ve bu her şeyi değiştirir.

Bu bir açıdan zamanla ve zamansızlıkla oynamak gibi. Oh, Mısır’da zaman hakkında çok güzel sohbetler ettik. Zamanın sınırlamları bilincinin dışına çıkıp ve onun çoktan gerçekleştiğinin farkına vararak zamansız olmakla harika deneyimler yaşadık. Gelecekte değil. Bugünden 20 yıl sonra değil. Bu her şeyi değiştiriyor. Bu geçmişi değiştiriyor. Herşeyi. Herşeyi.

Oh, en büyük anım siz mısır patlakları, gerçekten açılmış olanlar … mısır patlağı örneğini kullanıyorum çünkü çoğunuz yavaş yavaş pişme metodunu istiyorsunuz. Fırına koyup altı saatte pişmesini bekliyorsunuz. Mısır patlağı ise birkez ısınmaya başladıktan sonra buum! Patlıyor. Ama bu inanılmaz, çıtır çıtır ve lezzetli şeye dönüşüyor ki bu siz oluyorsunuz. (biri “ohh” der)

Evet, ooh. (Adamus kıkırdar) Sevgili doslarım, Mısır’da, oh, zamanın ötesinde harika zaman geçirdik. Ve benim en büyük anım içinizden biri gelip makyo kelimelerle değil ama gerçekten bir bilişle “Sonunda geçmişten bahsederken neyi kastettiğini anlıyorum. Onu sadece entelektüel bir açıdan değil aynı zamanda geçmişin sandığım; hatırladığım şey olmadığını söylediğindeki kastını artık anlıyorum.” dediği zamandı. İçinizden biri “ Gerçekten berbat bir çocukluk geçirdim. Anne babam kötüydü. Kötü kararlar verdim. Kötü şeyler yaptım. Yaşamda kötü yollara saptım.” dediğinde birden farkına varıyorsunuz ki o sandığınız şey değildi. Aniden hala onun gerçekleşmekte olduğunu; kötü hatta aslına bakarsanız harika bir şey olduğunu anlıyorsunuz. Aslında o hiç gerçekleşmemişti.

İçinizden biri yanına gelip “geçmişten kastının ne oluduğunu sonunda anladım. Artık biliyorum.” dediğinde işte o an benim için en değerli anlardan biri. Bu arada hadi hikâyemize başlayalım.

 

Bir Hikâye

Bir Üstadın Hatıraları kitabının son hikâyesine geçiş yaparken hadi derin bir nefes alalım.

Harold tatil dönemine bayılıyordu. O kadar çok seviyordu ki spiritüel okulun büyük salonundaki kocaman Noel ağacının tepesindeki son süslemeleri tamamlamaya karar verdi. Nerdeyse yedi metre yüksekliğindeki ağaçtaki son düzenlemeleri yapabilsin diye o sabah kimseler kalkmadan önce aşağı indi. Ağaç gerçekten de kocamandı.

Upuzun merdiveni açtı. Tüm süslemeleri çıkarıp kolaylıkla erişebilsin diye etrafına dizdi. Elinde en tepeye yerleştireceği güzel kristal melek’le merdiveni tırmanmaya başladı. Son süsleri yerleştiriken büyük salonun kapısının açıldığını duydu ve arkasını döndüğünde Üstad’ın içeri girdiğini gördü.

Ağacı tam bitirmek üzereyken, sabahın o erken saatinde, Üstadı görmek için arkasına bakarken zavallı Harold’a ne olduğunu tahmin edersiniz. Dengesini yitirdi. Merdivenden aşağı yuvarlandı ve yerdeki süs kutusunun üzerine düşüverdi. Bunu yaparken kolunu ve iki kaburgasını kırdı, camdan süslemelerin biriyle yüzünü kesti ve orada bayıldı.

LINDA: Awww.

ADAMUS: Üstat odanın arka kısmında Harold’un başına gelenlerden dolayı birazcık bile kötü hissetmeksizin ve bunun onun için en hayırlısı olduğunu bilerek öylece duruyordu.

Üstad Harold’un bedeninin kıpırtısız yattığı yere doğru yürüdü. Harold hala elinde ağacın üzerine yerleştireceği kristal meleği tutuyordu. Kısmen kırık ve parçaları yüzüne saplanmış vaziyette yüzünden kanlar akıyordu. Derin bir nefes aldı ve Apple iPhone 6 ‘sını çıkarıp – araya ürün reklamı alıyoruz artık (kahkahalar) –Apple iPhone 6’sını çıkarıp 911’i aradı. (Amerika acil durum numarası) Şimdiye kadar hikâye harika. (Adamus kıkırdar)

Sonra Üstad’ı bir kolu alçıya alınmış, kırık kaburgalarından dolayı ağrı içinde kıvranan ve yüzünde dikişler nedeniyle sargılar olan Harold’un yatağının başında buluyoruz. Ve aniden öğrenci, Harold, Üstat odaya girer girmez uyanmaya başladı. Üstat “ Sevgili Harold. Ne düşünüyordun? Merdivenden düştüğünde aklından neler geçiyordu? Neler düşünüyordun?”.

Harold bir an düşündü; olayı hatırladı ve ”Üstat, aklımda iki şey vardı. Birincisi: hayatta kalacak mıyım? Merdiven çok yüksekti çünkü. Yerde bir yığın kutu vardı. Yaşayacak mıydım? Artık genç değilim. Yaşayacak mıydım?” dedi. Ve Üstat “Evet. Başka ne?” diye sordu. Harold ” Odada yalnız başına ağacın süslemelerini tamamlıyordum. Kendi kendime düşündüğüm şey güzel bir yaşamım olduğuydu. İki harika çocuğum var. İyi bir eşim var. Bir süredir evliyim ve evim de güzel. Ama aynı zamanda gerçekte ne yaptığımı merak ediyordum. Son beş yıldır, Üstat, senin bu spiritüel grubunla beraberim. Ama gerçekte ben ne yaptım? Kendi kendimi oyalıyor muyum? Gerçekten bir şey öğrendim mi? Yoksa boşa mı kürek çekiyorum. Bunlar sıkıldığım yaşamdan uzaklaşmak için kullandığım bir dikkat dağıtıcı mı? İşte bunları düşünüyordum.” dedi.

Üstad şöyle cevap verdi “Harika. Kesinlikle harika.” Sonra şöyle devam etti: Olaylar gerçekleştiğinde; düştüğünde, kaza geçirdiğinde; her zaman o anda aklınan geçenlere dönüp bak çünkü o durumu yaratan onlardır”.

Orada tatil için ağacı süslerken gelişimin hakkına düşünüyordun, spiritüel yolculuğunda iyi iş çıkarıp çıkarmadığını düşünüyordun. Harold, Kendi sadakatini, kendine karşı dürüst olup olmadığını sorguluyordun. Birden her şey yerinden oynadı. Ben odaya girdiğim için dengeni kaybetmedin. Sen dengeni kaybettiğin için ben içeri girdim. Ben mükemmel dikkat dağıtıcı; arkanı dönüp bakmak isterken dengeni kaybedeceğin mükemmel nedendim. Bu olurken birkaç şeye neden oldu. Gerçekten hayatta olup olmadığını, gerçekten yaşayıp yaşamadığını merak etmeni sağladı. Şimdi burada hastanedesin. Muhtemelen de daha kötü olmadığı için minnettarsın. Bu kalıcı bir şey değil. Kısa zamanda iyileşeceksin. Ama yaşamını göz önüne alman gerekti.

İnsanlar bir bakıma ilginçtir. Çok ilginç çünkü her şeyden çok hayatta olduklarını hissetmek isterler; ama nasıl olacağını her zaman bilmezler. İnsanlar hayatta olduklarını bilmek için garip şeyler yaparlar, Harold, merdivenden düşmek gibi. Bunun yukardan gelen bir işaret zannedebilirsin; ama değildi. Hayatta olduğunu hissetmenin bir yoluydu. Tabii ki ölümü çağırmak seni kendini hayatta hissettirdi. Şuanda olduğun acıyı çekmek sana aslında yaşıyor olduğunu hatırlattı. Acı o açıdan komiktir. Acı çok güç ve ızdırap verici olsa da sana garip bir şekilde hayatta olduğunu hatırlatır.

Neden insanlar kendilerini hayatta hissettirmek için bazen sinsice ve ızdırap dolu şeyler yaparlar? Neden insanlar yokuş aşağı son sürat giderek hayatta olduklarını onaylamak isterler? İnsanlar neden kulaklarının tölere edebileceğinin ötesinde müzğin sesini sonuna kadar açarlar? Neden? Çünkü bu onları yaşadıklarını hissettirir. O ses, o titreşim, o dışsal güç ve beyinlerini zorlayan kulaklarındaki o enerji – onlara yaşadıklarını hissettirir.

İnsanlar neden sevdiklerini iddia ettikleri kişilerle tartışırlar? Çünkü bu onlara yaşadıklarını hissettirir. Evet, Harold, bir münakaşa bile sana yaşadığını hissettirir. Aksi takdirde sıkıcı bir yaşam olacak o şeyi; insanın gerçekten yaşayıp yaşamadığını, buna gerçekten deyip değmediğini, bunu hakkıyla yapıp yapmadıklarını merak ettiren o yaşamı hareketlendirir.

İnsanlar neden ekstrem sporlar yapar? İnsanlar neden kasten kendilerini keserler? İnsanlar neden uyuşturucu alır ya da aşırı içki içer, Harold? Çünkü bu onlara yaşadıklarını hissettirir.

Yaşadığını hissetmek için aslına bakarsan daha iyi yöntemler var; ama çok az insan bunun farkına varır. Bu nedenle bu dışsal çekişmelere başvururlar. Yaşadıklarını hissetmek için uç şeyler yaparlar çünkü hala fiziksel bedendeyken ölü, hissiz ve değersiz hissetmekten daha kötü hiç bir şey olamaz.”

Bu nedenle çok ama çok garip şeyler yaparlar. Merdivenden düşüşün, Harold, bir şekilde, merdivenin tepesindeyken kendine sorduğun sorunun yanıtıydı. Yaşamında önemli bir şeyler yapıyor musun? Gerçekten hayatta mısın?

Gerçek soru, Harold, hissetmen için kendine izin veriyor musun? Yaşamı hissetmene izin veriyor musun? Yoksa onu kapatıyor musun? Taviz mi veriyorsun? Sürekli diğer insanları mı tatmin ediyorsun? Öncelikleri diğerlerine mi veriyorsun? Bu şekilde yaşadığını hissedemezsin. Hayır. Aslında bakarsan bunu yaptığında, önceliği her zaman diğerlerine verdiğinde her geçen gün biraz daha ölü hissedeceksin çünkü enerji kaybediyorsun ve onların buna yapmasına izin veriyorsun.

O merdivenden düştüğünde ve artık acıya dayanamayıp kendinden geçtiğinde o acıyı hissetmek sana kendini hayatta hissettirdi. Bu garip değil mi?

Harold, seni beş yıldır tanıyorum. Her zaman iyi bir öğrenci oldun. Ama Harold, sorguluyorsun. Kendini sorguluyorsun. Kendini geride tutuyorsun. Başkaları için bir şey yapmanın herkesin mutlu olmak zorunda olmasının önemli bir şey sanıyorsun. Hala kendini sorguluyorsun. Yaşamda daha fazlasına sahip olmaktan utanç duyuyorsun.

Harold, bir şekilde günden güne kendini öldürüyorsun. Ve kendine iyi bir baba olduğunu; iyi bir işin olduğunu söylüyorsun. Faturaların yok ama sen de iyi bilyorsun ki gerçekten yaşadığını hissetmiyorsun.”

O anda, Harold gözyaşlarına boğuldu çünkü Üstadın neden bahsettiğini çok iyi biliyordu. Ve ağlamak onu iyi hissettirdi. Ve üstat Harold’a öğüt vermeye ya da her şeyin yola gireceğini söyleyerek sakinleştirmeye çalışmadı çünkü o ağlama anının da bir kez daha yaşadığını hissetmekle ilgili olduğunu biliyordu. Bu göz yaşları, bu duygular ve salma dışarı vuruldukça kendini ruhuna açtığını biliyordu.

O anda kapı açıldı ve içeri güzel bir Noel şarkısı söyleyen gönüllü bir koro girdi ve üstat dedi ki “Oh Harold dinle bak melekler şarkı söylüyor.” (Adamus’un alaycı benzetmesine kahkahalar) ve Harold acıdan değil Üstadın kötü espri anlayışından dolayı söylendi.

Bir Üstadın Hatıraları burada sona eriyor. (Adamus kıkırdar ve seyirciler alkışlarlar)

Konumuza geri dönelim sevgili şambra. Hayatta olmak. Hayatta olmak.

 

Hayatta mı kalmak yoksa hayatta mı olmak?

Birlikte uzun bir yol kattettik. Bunun daha da yoğunlaşacağını söyleyebilirsiniz ve bu iyi bir şey çünkü kendinizi daha çok hayatta hissedeceksiniz. Birlikte uzun bir yol aldık. Artık hayatınızda sadece hayatta kalmaya, idare etmeye yer yok. Yer yok.

Bu artık tamamen hayatta kalmak mı yoksa yaşamak mı meselesi. Soru bu – hayatta mı kalmak yoksa hayatta mı olmak? Artık bunun ortası yok. Artık geride durmak yok. Gelecek sene bu konuda ısrarcı olacağım. Bunun yılla alakası yok ama zamanlaması iyi. Tatillere bayılırım. Kutlama yaparız, biraz rahatlarız ve bir sonraki rounda hazırlanırız. Ama bir sonraki round hayatta kalmakla ilgili değil.

Hayatta kalmak artık eğlenceli değil. Hayır. Hayır. Buraya hayatta kalmak için gelmediniz. Çatışmanın bir parçası burada yatıyor. Sizi diğer insanlardan farklı kılan bu. Bu nedenle bazen garip ya da farklı hissediyorsunuz. Çünkü sadece hayatta kalmayı tölere edemiyorsunuz. Bundan sonra hala hayatta kalmayı seçiyorsanız çok yüksek mecazi bir merdivenden düşeceksiniz.

Kendinize izin vermeyeceksiniz. Harold merdivenden düştü. Üstat onu düşürdü. Üstat mükemmel zamanda odaya girdi. Aynı anda gerçekleşti. Ama onu düşüren Üstat değildi. Sadece idare ettiğini bildiği; bilişin bundan daha fazlasının olduğunu ona hatırlatıp durduğu ve aynı zamanda onun tüm bunları bastırdığını hissettiği için bunu yapan Harold idi. İyi bir baba, iyi bir koca, iyi bir öğrenci, iyi her şey olmak istedi ama artık bunlar işe yaramıyordu. O sadece hayatta kalmaktaydı. Gerçekten yaşamıyordu.

Bir patlama, yaratıcı bir hamle istediğinizi söylediniz. Aydınlanma istiyorsunuz ki bu sadece farkındalıktır. Gerçekleşmesini istiyorsunuz ve eğer kendi yolunuza çıkmaz ve bahaneler bulmazsanız bunun çok ama çok kolay olduğunu söyleyerek sohbetimize başladım. Ve eğer mikrofon size gelirse, kalbinizden şarkı söyleyin. Bunu metofor olarak söylüyorum. Eğer yaşam size gelirse onu kucaklayın. Ona emredin. Onla dansedin. Onla kendinizi yaşıyor hissedin.

Ruhlu bir varlık için en büyük şey Ben olduğunu bilmesi ve hayatta olduğunu bilmesidir. Onlar, sizler, bir bedene bürünmeye geldiniz. Bu bir bakıma yabancı bir şey; ama buna alıştınız. Buraya hayatta olduğunuzu hissetmek için geldiniz. Beş duyuya sahip bir insan bedeni için acıyı deneyimlemekten daha iyi bir yol olamaz. Tüm darlığıyla yüzeysel bir gerçeklikte olmak size hayatta olduğunuzu hissetmenize yardımcı oluyor. Ama belirli noktalarda kitle bilinçteki, kendi dogmalarınızdaki kendi pisliğinizdeki – enerjetik pislik - rutine; monotonluğa takılıyorsunuz ve duruyorsunuz. Ödün veriyorsunuz. Geri duruyorsunuz. Gelecekte bir yerde şarkı söyleyeceğinizi söylüyorsunuz. O herneyse ona hazır olduğunuzu bana söyleyip sonra bekliyorsunuz. Ne için? Sadece bekliyorsunuz.

Ve bu arada … ve umrumda değil çünkü o zaten oldu bile. Size baktığımda görebiliyorum, Pete, ya da her birinizde. Oldu. Farkındalık, üstatlık, aydınlanma, herneyse – oldu. Endişelendiğim bu değil. Acı verici olan siz sadece hayatta kaldığınız; gerçekten yaşamadığınız anlardır. Zor bulduğum tek şey size baktığımda onun zaten orada olduğunu görmem; bunun farkında varmaktan korktuğunuzu bilmektir. Erteliyorsunuz. Yanınızdaki tanenin patlayıp mısır patlağı olmasını ve başına bir şeyler gelmeyeceğini görmek istediğiniz için bekliyorsunuz. (Adamus kıkırdar)

Dostlarım, artık daha fazla bekleyemeyeceğiz. Bekleyemeyiz. Sizin de istediğinizi sanmıyorum; ama hala bekleniyor. Hala bu çekince mevcut. Daha fazla bekleyemeyiz..

Aydınlanmanın, farkındalığın yaşamın kendisinden de daha fazla istediğiniz bir şey olduğunu daha önce söylemiştim. Eğer başınızı suyun altında tutmam gerekiyorsa, mısır patlattığım tencerenin kapağını sıkı sıkı kapatmak gibi, eğer gerçekten onu yaşamdan daha çok istiyorsanız bir çekince, kendini geri tutma olmamalı.

Bu nedenle sadece hayatta mı kalıyorsunuz noktasına geliyoruz. Bir parçanız bunu biliyor ve o sizi merdivenden aşağı itecek. Ben değil. Bir komplo değil; ama yaşıyor hissetmeniz için kendi kendinizi merdivenden aşağı itecek. Yakın ölüm deneyimleriyle ilgili harika bir şey var. Oh! Onlar harikalar. Korkutucu. Ve bunlar her zaman yakın ölüm deneyimleri değil. (Adamus kıkırdar) Bu inanılmaz bir şey çünkü tam ters yöne de gidebilir.; ama aniden sizi yaşıyor hissettiriyor.

O yola sapmamıza gerek yok. Aslında onu tavsiye etmiyorum da. Bazılarınızın enerjilerinde olan büyük araba kazası ya da kanser korkusu yoluna girmeye hiç gerek yok. Bu çok korkutucu. Evet. Bundan bahsetmememiz bile gerekiyor, değil mi? Hayır, hadi ondan bahsedelim çünkü sizin ödünüzü koparıyor ve koparmalı da.

Doktor size haberi veriyor “Kansersiniz.” Mm. Aman Tanrım. Aniden yaşamın kıymetini biliyorsunuz değil mi? Aniden, artık iş hayatta kalmakla alakalı olmuyor. Daha çok “ Yaşamalıyım. Keşke yapmış olsaydım diyebileceğim her şeyi yapmalıyım” demeye başlıyorsunuz

Ve sonra bana geliyorsunuz. Bu komik olan kısım. Bana gelip “Adamus, biliyorsun gerçi ama sana haberlerim var. Pek de iyi haberler değil. Birşeyler yapabilir misin? diyorsunuz. Ben de “Hayır. Noel Baba’ya bir sor. O size yardımcı olabilir” diyorum. (kıkırdayarak)

Bu iyi değil. Hiç iyi değil.

Ama bu harika. Ve … (Linda’ya bakar)

LINDA: Dinliyorum.

ADAMUS: İşin iyi tarafı haberi alıyorsunuz, panikliyorsunuz ve orda biryerde mucizevî bir tedavi var mı diye merak ediyorsunuz. Hayır. Ama bu sefer yaşam hakkında düşünmeye başlıyorsunuz. Ve sonra bana geliyorsunuz ve harika sohbetler ediyoruz – siz kim olduğunuz iyi biliyorsunuz – önce pazarlık yapmaya çalışıyorsunuz. O işe yaramıyor. Bu sefer “ keşke…” diyorsunuz. Boşluğu siz doldurun. “Keşke izin vermiş olsaydım. Keşke aydınlanmamı, farkındalığımı ertelememiş olsaydım. Keşke biraz daha cesur olsaydım. Keşke o kadar taviz vermemiş olsaydım. Keşke şuanki gibi o zaman daha net bir vizyonum olsaydı. Oh, vizyonum var mı? Ölüm beni çağırır ve ben tüm o acıları çekerken bunların hepsi bu sıkıntıların bir parçası olacak. Ah keşke...”

Sevgili dostlarım, hadi şimdi vizyon edinelim. Çok daha kolay.

Toplantının başında kendi yolunuza çıkmadığınız sürece bunun gerçekten de çok kolay olduğunu söyledim.

Hadi bir vizyon edinelim.

Ve vizyon – Gözlerinizle bir vizyonu kastetmiyorum. Vizyon farkındalıktır. Vizyon bu demektir. Bu bir farkındalıktır.

Cauldre ilginç bir hikâye anlatmama izin verecek. Geçenlerde yemekten sonra oturmuş televizyondaki aptalca programlardan birini seyrederken ilginç bir deneyim yaşadı. Dinleniyordu ve aniden daha önce görmediği şekilde görmeye başladı. Gözleriyle değil. 360 derece etrafını görebiliyordu. Gözleri kapalı olsa bile her şeyin içini görebiliyordu. Şöminenin taşlarının içini; dolaplardaki ahşabın içini. Herşeyi. Eşyaların içini ve ötesini görebiliyordu. Kolaylıkla her şeyi sezebiliyordu. Çabalamaksızın. Aniden farkındalığı o noktadaydı. Bu böyle bir şey. Aniden tamamıyla farkındalık.

Farkındalık zihinsel bir şey değildir. O sadece ordadır. Onun üzerinde çalışmanıza gerek yoktur. Aniden yapısını anlarsınız. Enerjilerin nasıl çalıştığının, size nasıl hizmet ettiklerinin farkına varırsınız. Kendinizin sizin en yakın dostu ve en büyük düşmanı olduğunu anlarsınız. Kendi yolunuza nasıl çıktığınızın farkına varırsınız. Nasıl taviz verdiğinizi anlarsınız. Tırsmak diyecektim ama bolca taviz veriyorsunuz.

 

Vizyonu Hatırlamak

Bu yaşama neden burada olduğunuzu biliyorsunuz. Verdiğiniz o sözü, o derinlerde yanan sözü biliyorsunuz; ama taviz veriyorsunuz. Hadi onun ötesine geçelim. Hadi bir vizyon edinelim.

Bununla birlikte güzel bir tatil merabh müziği için ışıkların biraz azaltılmasını isteyeceğim. Ah, evet.

Vizyon, ah, gözler anlamına gelmiyor. Bahsettiğimiz biliş demek.

(tatlı bir Noel müziği çalmaya başlar)

Neler olacağının tüm detaylarını bilmeniz gerekiyor demek değil bu. Bu vizyondur. Bu yaşamınızdaki aydınlanmanızın vizyonu. O tam burada.

(duraklama)

Bu zihinsel bir vizyon değil. Zihninizde oluşturmanız gereken bir vizyon değil. Bunun sizin son yaşamınız olduğunu söyleyerek bu yaşamda size gelen bir vizyon, bir biliş o. Bu yaşama öylesine derin bir söz vererek geldiniz ki hiçbirşeyin yolunuza çıkamaz. Kendiniz bile.

Hiçbirşey önüme çıkamaz. Kendim bile” dediğiniz o kısmını her zaman sevmişimdir.

Bu merdivenden düşmek ya da araba kazası geçirmek anlamına da gelse hiçbirşeyin yolunuza çıkmasına izin vermeyecektiniz. Burada niçin olduğunuza dair böylesine bir vizyona sahipsiniz.

O hala orada.

Bunun güzel yanı hiçbirşey yapmanız gerekmiyor. Vizyonla çalışmanız gerekmiyor. Onu nasıl gerçekleştireceğinizi anlamanız gerekmiyor. O çoktan oldu.

Sadece o vizyona geri dönmeniz gerekiyor. Bedenli aydınlanmış üstat. Bundan 10 yıl sonra değil. Daha sonra değil.

Tam şimdi.

O vizyon tek başına, o tekrar bağlantı yeterli. O dağları yerinden oynatacaktır.

O vizyon, o biliş hali, şüphesiz, o cesur vizyon gereken tek şey. Diğer her şey yerine oturmaya başlar.

Bu sizin, Üstadın, o eski kocaman gülümsemeye sahip olabileceğiniz andır. Bu, enerjilerin size hizmet etmesine izin verdiğiniz andır. Bu, zenginlik ya da sağlığa dudak bükmediğiniz andır. Ayağınızı frenden çekersiniz..

O vizyon … bu yaşama getirdiğiniz şeydir.

Biliyorsunuz, o vizyon, tutunduğunuz, çok ama çok değerli görüp sakladığınız iki şeyden biridir. Hiçbirşeyin o vizyonu bozmasını, kirletmesini ya da yok etmesini istemiyordunuz. Bu dünyanın zorluklarına maruz kalmasın diye onu sakladınız. Onu sakaldınız çünkü bu yaşamınızda diğer yaşamlarınızdan çok daha fazla karanlığa karşı savunmasız kalacağınızı biliyordunuz.

Tekrar edeceğim. bu yaşamınızda diğer yaşamlarınızdan çok daha fazla karanlığa karşı savunmasız kalacağınızı biliyordunuz. Bozulmasın diye bu nedenle onu sakladınız.

Karanlığa karşı daha çok savunmasız kalacaktınız çünkü daha duyarlı olacaktınız, daha çok bir kâşif olacaktınız ve zamanı geldiğinde karanlıktan kaçamayacağınızı biliyordunuz. Sizin ya da başkalarının. Ondan daha fazla kaçamazdınız. Daha fazla ışığa saklanamazdınız.

Gerçek birleşme her şeyle birleşmek demektir – karanlık ve aydınlık, yüksel ve alçak, iyi ve kötü, maskülen ve feminen – Aydınlanma vizyonunu o kadar iyi sakladınız ki neredeyse nereye koyduğunuzu unuttuğunuzu söyleyebilirsiniz.

(duraklama)

Ama biliyorsunuz ki ben unutmadım. Nereye koyduğunuzu gördüm. 2012 tarihi dönemecini geçtikten hemen sonra Noel tatilinden hemen önce burada oturacağımızı biliyordum. Artık sadece hayatta kalmaya katlanamayacağınız bir noktaya geleceğimizi biliyordum. Aydınlanmanın ne kadar harika bir şey olabileceğine dair aylık toplantılara artık katlanamayacaktınız. İlerlemesek Kırmızı Çember’de isyan çıkacağı bir noktanın geleceğini biliyordum.

Bu nedenle sahnede Hanukkah ağacı, fonda tatlı Noel şarkıları çalarken burada oturduğumuza dair bir vizyona sahiptim; sahiptik. Bir kez daha vizyondan bahsedeceğimizi biliyordum. Aydınlanmanın zaten burada olduğuna dair sahip olduğunuz vizyon, o biliş hali. Uzaklarda bir yerlerde değil. Tam burada.

Vizyon, farkındalık; ve sonra, bu Kasama formunda - çoktan oldu anlamına geliyor - sonra “ Bir vizyona sahip olmak ve gerçekleşmesine izin vermek büyük cesaret isteyen bir şeydir” demiştim. Çok ama çok cesurca birşey.

Vizyona, aydınlanmanın bilişine sahip olmak ve onu belli bir mesafede tutmak bir şey, tıpkı bir atın önünde havucu tutmak gibi, onun gerçekleşmesine izin vermek başka bir şeydir.

Bir bakıma vizyona sahip olmanın; onun için çaba sarfetmenin ve onu gerçekleştirmeden tutmanın nerdeyse eğlenceli olduğunu söyleyebilirsiniz. Bir noktaya kadar eğlenceli; ama yaşam sizden çıkmaya başladığında o kadar da yaşıyor hissetmiyorsunuz. Sadece hayatta kalıyor gibi hissediyorsunuz. Spiritüel çalışma yapanlarda buna aslında çok rastlanıyor.

Spiritüelizm ya da belirli bir noktaya kadar dinle ilgilenen herkes daha büyük bir şeyleri bilmeye yönelik yürekten bir arzuya sahip olduklarını söyleyebilirim. Ama aynı zamanda sıklıkla spiritüel çalışmalar, gruplar, kitaplar ve ürünler hayatta kalmanın araçları. Onlar sadece dikkat dağıtıcılar. Onlar sadece özümüzün hazır olmadığına dair gene kendi özümüze verdiğimiz yanıtlar.

Er ya da geç … er ya da geç hepsinden sıkılıyorsunuz ve gerçek anına geliyorsunuz. Çoktan bu oldu ve hala daha da oluyor.

Komik olan gerçek anı sadece burada gerçekleşmiyor. Geçmişinize dair her şeyde de gerçekleşmekte. Şuan hissetmekte olduğunuz şey sizler tarafından hissediliyor, Noel zamaında küçük bir çocuk, 20-25 yıl öncesi Noel’inden genç biri. Hepsi hissediliyor.

O vizyonu hatırlıyor, o güzel vizyonu, o sözü: “Hepsi bu kadar.”

Şimdi bu yaşamımızda bu vizyonu ve aydınlanmaya bağlılığımızı tekrar hissettiğimize göre, bir sonraki adım cesur, yürekli ve pervasız olmalı. Ve size gelmesine izin vermelisiniz. Daha fazla beklemek ya da ertelemek yok. Tam bir farkındalığın daha azına razı gelmek yok. Düşünmek yok. Şüphe duymak yok. Oyunlara son artık. Hepsi bu kadar.

Hepsi bu kadar.

Yap ya da öl. Hadi yapalım.

(duraklama)

Neden vizyonu sakladığınızı, neden orada değilmiş gibi yaptığınızı anlıyorum. Onun neden bozulmasını hiç istemediğinizi anlayabiliyorum. Sizin ya da başkaları tarafından çarptırılmasındansa onu gerçekleştirmemeyi ya da ona sahip olmamayı tercih ettiniz.

Ama hadi tekrar onu dışarı çıkaralım. Hadi onu sakladığımız yerden çıkaralım ve Noel hediyenizi açarmışcasına onu açalım. Evet, şuanda. Beklemeyin. Bir sonraki Noel’i beklemeyin.

Sanki ağacın altında oturmuş sizi bekliyormuş gibi onu açın.

Lütfen, lütfen onu açın. Bu sizin aydınlanmanız. Bu sizin farkınalığınız. Bu sizin bütünlenmeniz.

Onu hissedin.

(duraklama)

Gördünüz mü bu gerçekten çok kolay oldu. O kadar da zor değil.

Şimdi onu buraya tam içinize çekin. Onu buraya getirin.

(duraklama)

Bedeninize, onu bedeninizin ve zihninizin içine getirin. O hayatta. Gördünüz mü? O hayatta.

O sırlar kitabı değildi. O sihirli bir değnek değildi. O sizdiniz. Sizin vizyonunuz. O hayatta.

Merdivenden düşmek, araba kazası geçirmek ya da doktordan kötü haber almak gibi şeyler yapmanız gerekmiyor. Onlar hayatta kalmanın sahte yollar.

Vizyon hayattadır. Onu kendinizin, bedeninizin, gözlerinizin, burnunuzun, ağzınızın içine çekin. Bırakın kulaklarınızın, karnınızın, ayaklarınızın, günlerinizin ve gecelerinizin içinden aksın.

O hayatta.

(uzun duraklama)

Derin bir nefes alın. Derin bir nefes alın sevgili dostlarım.

Yılın bu zamanına bayılıyorum. Çok büyülü, sihir dolu. Sihir olmasına izin verirseniz gerçektir.

Açılışta söylediğim gibi bu kolay bir şey. Oldukça kolay. Bazen kendi yolunuzu kesiyorsunuz. Evet. Şüpheler ve geri durmalarla kendi yolunuzu tıkıyorsunuz. Ama şuan gitmekte olduğumuz yer, geride kalan şambranın, bizim gitmekte olduğumuz yer farkına varma; deneyim; onu yaşama üzerine. Hayatta kalmak ve ondan bahsetmek değil. Onu yaşamak. Gittiğimiz yön burasıdır.

Aslında çok daha kolay olacak, pek çok açıdan çok daha kolay. Ama bir bakıma pervasız, cesur – gerçekten cesur – ve kendiniz olmanızı gerektirecek.

Sevgili Şambra, burada olmak büyük zevkti. Partiniz için gidip kendimi hazırlamalıyım. Evet, yakınlarda olacağım. Ve lütfen ne bana ne de kendinize en iyinin dışında hiç bir şey ikram etmeyin. Sadece bu geceki partide değil yaşamın kendisinde de.

Derin bir nefes alıp hatırlayalım …

SEYİRCİLER VE ADAMUS: Yaratımda her şey mükemmeldir.



ADAMUS: İyi tatiller, sevgili Şambra. Teşekkürler. Teşekkürler. (seyirciler alkışlar)