• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

(BİR SONRAKİ) Dizisi ŞAUD 8: “Kihak”

ŞAUD 8: “Kihak”

KIRMIZI ÇEMBER MATERYALLERİ

(BİR SONRAKİ) Dizisi

ŞAUD 8: “Kihak”

ADAMUS’un katılımıyla, Kanallık, Geoffrey Hoppe

Kırmızı Çembere sunulmuştur

5 Mart 2011

www.crimsoncircle.com –   http://kirmizicember.org

Ben o Ben’im, özgün ve asla-taklit-edilmemesi-gereken Adamus Saint Germain. (kahkahalar)

Toplantıya hoşgeldiniz, her biriniz. Bir an için, derin bir nefes alıp  bir an hissetmenize verin, bu salonda enerji var. Çatırdıyor. Patlıyor. Yüksek bir enerji. Elektriksel!  Heyecan verici bir enerji. Onu hissedebiliyor musunuz? Yoğun. Havada. Havadaki tüm moleküllerin arasındaki alanda. Her yerde.

Bu, bir araya gelip toplandığınız zaman olur. Bir an için kuşkuyu askıya aldığınızda olur. Az önce yaptığınız konuşmaları dinledim de – kuşkuyu gidermek, yok etmek için bir uygulama yapılabilseydi, harika olmaz mıydı? (izleyiciler bu görüşe katılır) Bir an için hayal edin, kim olduğunuzdan kuşku duymaktan vazgeçseydiniz yaşamınız nasıl olurdu… sen kim olduğunu biliyorsun, dostum! Zaten biliyorsunuz, ama kuşku duyuyorsunuz. Sorguluyorsunuz. Ve bu biraz da bir oyun sanki, öyle değil mi? Gerçekten öyle değil mi? Kendinden kuşku duymak küçük bir oyun değil mi? Bunda küçük duyusal, nefsi bir şey yok mu? Ayartıcı bir şey?

KERRI: Sadece kazanabileceksem oynamaktan hoşlanırım!

ADAMUS: Kazanıyor musun?

KERRI: Pek değil.

ADAMUS: O zaman neden oynuyorsun?! (kahkahalar)

Bir an için hayal edin… bunu yapacağımı biliyordun. (birisinin yeşil leprikon (İrlanda masal kahramanı cüce cin) şapkasını alıp başına koyar, kahkahalar) Ben bugün leprikon bir kovboya benziyorum. (kameraya poz verir, kahkahalar) Gazete kupürlerinin yapıştırıldığı albüm için bunu yapmak zorundayım. Evet. Evet.

Kuşkuyu askıya alabildiğinizi ya da durdurabildiğinizi – bu bende kalacak – bir hayal edin. Bu, bir dolu enerjiyi özgürleştirir miydi?

LINDA: Daha şık bir aksesuvar ister misin?

ADAMUS: Kesinlikle! Evet, bugün kendimi burada biraz çıplak hissediyorum.

LINDA: Bunu denemek ister misin? (Linda ona bir armağan uzatır)

ADAMUS: Bana mı?

LINDA: Açacak mısın?

ADAMUS: Kesinlikle. Buraya gelip de bir armağan alacağımı hiç düşünmemiştim.

LINDA: Çok mızmızlanıp duruyordun. Seni uyumlama zamanının geldiğini hissettim.

ADAMUS: Mızmızlanmak mı? (kahkahalar)

LINDA: Evet ya.

ADAMUS: Ben buna düşüncemi açıklamak derdim. (armağanı açar ve tepkide bulunur) Aaaa… aa, aa, ooooo! (görmek için kaldırır) Aaaa! (sallantılı bir süsü olan gümüş bir kolyedir)

LINDA: Onlar yakut.

ADAMUS: Nişanı bana takar mısın? (Linda’nın önünde diz çöker)

LINDA: Evet, evet ya, onlar yakut. Daha sonra! (kıkırdar)

ADAMUS: O farklı bir şekilde okunur.

LINDA: Ha.

ADAMUS: Ah, evet. Mücevherler. Aaa.

LINDA: Yakut!

Altın, Mücevherler & Kristaller

ADAMUS: Yakutlar, ah. Bu noktada bir dakika için konumuzun dışına çıkacağım. Biraz mücevherlerden, mücevherattan, altından söz etmeme izin verin. Ben altına bayılırım. Diğer herkes de öyle. Şu günlerdeki fiatına bir bakın!

LINDA: Bana biraz para ver, ben de sana altın vereyim. (kahkahalar)

ADAMUS: Altın, büyüleyici bir metaldir. Altın güzeldir, çünkü enerji simyacıları tarafından temelde her türlü dönüşüm işlemini dengelemek için kullanılırdı ve hâlâ da kullanılıyor. Simyacılar tarafından yumuşatmak için kullanılırdı… enerjide bir değişimin ya da simyanın meydana geldiği her sefer, altın onu dengelemenin ve tamamlamanın, keskin kenarları törpülemenin bir yoluna sahiptir. Bu yüzden simyacılar uzun bir süre altından söz ettiler. Herkes onların altın yarattığını sandı, oysa yaratmıyorlardı. Sadece işlemin bir parçası olarak altını kullanıyorlardı.

Birçok firavun ve diğer yüksek varlıklar altınla gömülürdü. Neden, yozlaşmış çocuklarının altına sahip olmalarını istemedikleri için mi? Hayır. Altın, insan biçiminden ruh biçimine dönüşmede yardımcı olduğu için, öteye geçme işleminin biraz daha kolaylaşmasına yardımcı olduğu için. Fazlasına ihtiyaç yok. Onu varlığınıza takabilir, cebinizde taşıyabilirsiniz tabii. Ama fazlasına gerek yok. Bezelye büyüklüğünde (bir parça) yeterlidir – ve sanırım bugünlerde bu büyük bir miktar – ama tüm gereken bu kadardır. Bilinç Bedeninize doğru kendi dönüşümünüzden, kendi kişisel simyanızdan geçtiğiniz bu işlem sırasında, altın, bu işlemin biraz yumuşamasına yardımcı olur.

Mücevherler. Ben mücevhere bayılırım. Kristaller. Sizler kristalin varlıklarsınız. Şu anda içinizde tam anlamıyla kristaller var. Bunlar ille de fiziksel değildir, ama ruhunuzun, bedeninizin, zihninizin sözde uyum içinde akmasını sağlayan kristalin yapılara, içinizde bu iletişim ağının olmasını sağlayan kristalin yapılara sahipsiniz. Böylece bu kristaller (yakutları kaldırıp gösterir) az çok Bilinç Bedeninize hatırlatmada bulunurlar.

Kristaller bir noktada muazzam miktarda enerji içeriyordu. Meleksel varlıklar yaşam-biçimi enerjisiyle Dünya’yı tohumlamaya geldiklerinde, kristalin enerjiyi de getirdiler. Bu, fiziksel kristaller anlamına gelmiyor – sonradan fiziksel kristallere dönüştürüldüler – ama bunlar enerjisel kristalin yapılardı.

Gaia, Yeryüzü tarafından yaratılmış olan kristaller tam anlamıyla muazzam miktarlarda enerjiler içeriyordu. Özellikle Atlantisliler – bunu nasıl derdiniz –  bu kristallerin kendi enerjlerine uyumlanarak ses vermesini ya da rezonansa girmesini, titreşmesini nasıl sağlayacaklarını biliyorlardı, ve bu şekilde, sizin şimdi elektriği kullanmanız gibi (kristalleri) enerji sağlamak amacıyla kullandılar. Elektrik oldukça ilkel, kaba (bir enerji), ama gerçek şu ki, Yeryüzü kristallerinin enerjileri uzun zaman önce (burayı) terk etti. Ama o geri geliyor.

Aslında kristaller, sizin gibi bireyler tarafından taşındıklarında, Yeni Enerjiyi kendine çekmek için – doğru insan tarafından taşındığında – aslında kristalin biçiminize bir hatırlatıcıdır, ve enerjilere bir hatırlatıcıdır. Ben şu anda uzun uzadıya farklı kristallerin anlamlarına, farklı yarı-değerli taşların anlamlarına girmek istemiyorum, çünkü bunu herhalde kendiniz de anlayabilirsiniz. Bu kristaller, yakutlar ve pırlantalar ve safirler ve tüm diğerleridir. Önemli olan, onların artık o enerjiyi içermedikleridir. Altın da öyle, bir enerji içermiyor, ama sizinle birleştiğinde denge sağlar, akış sağlar ve ayrıca muhteşem görünür. (kahkahalar)

Kuşkuyu Salmak

Pekâla, kuşkuya geri dönelim. Derin bir nefes alıp kim olduğunuzla, ne yaptığınızla ilgili sahip olduğunuz o kuşkuyu salabildiğinizi bir hayal edin. O kuşkuyu ne yaratıyor? Onu sürdüren nedir? Geçmişiniz, kendi tarihiniz, “Hayır, sen sadece bir insansın. Sadece aşağılık birisin. Yanlışlar, hatalar yaptın” gibi hatırlatmalarda bulunan beyin denen o zihinsel çöplükteki düşünceler. Zihin onları hata olarak nitelendirir, oysa değildirler. Sadece deneyimdirler.

Peki ya… ya biz… merhaba sevgili varlık, evet. (Kuan Yin’in bir resmini alır) Biz birlikte güzel zamanlar geçirdik. Bu da başka bir öykü. (bazı gülüşmeler)

Peki ya derin bir nefes alıp da kuşkuları salabilseydiniz (ne olurdu)? Bunu gerçekleştirmende sana engel olan nedir, Kerri?

KERRI: Zihnim mi?

ADAMUS: Suçu zihnine mi atıyorsun? Hayır, sen. Sen. Onu sen engelliyorsun. Peki bir derin nefes alıp da o kuşkuları bırakabilseydin, ne olurdu?

KERRI: Bundan hoşlanırdım.

ADAMUS: Tamam, hadi yapalım. Hep birlikte yapalım. İnanılmaz olan, kim olduğunuzu biliyor olmanız. Gerçekten biliyorsunuz. Ve sonra, tıpkı San Fransisko’ya inen sis gibi kuşku geliveriyor ve siz de bilmiyormuş gibi davranıyorsunuz. Belki de başkalarının sizi küçümseyeceğinden korkuyorsunuz. Eh, onlar nasıl olsa bunu yapıyorlar, onun için sadece derin bir nefes alın.

Bunu birlikte yapalım. Derin bir nefes alın ve o kuşkuyu salıverin.

O artık size yakışmıyor. Mücevherler size çok daha fazla yakışırdı. Kuşku, yeni Bilinç Bedeninizle rezonansa girmiyor. Gerçekten girmiyor. Kuşkunun gerçekten onun içinde yeri yok. Yani siz bir dönüştürücü olabilirsiniz, şu anda üzerinizde altın olsun ya da olmasın. Tüm o kuşkuyu saf bir enerjiye dönüştürebilirsiniz. Yanlış yaptığınızı düşündürten ya da kötü yaptığınızı düşündürten tüm o anıları sadece deneyim enerjisine dönüştürebilirsiniz.

En sevdiğim şeylerden biri de, uyanıştan ya da yükselişten, aydınlanmadan geçen bir insanın yaşadığı o “haa” anları. Şeyleri anlamlandırmak adına birçok yaşam boyunca mücadele ettikten sonra, en sonunda şeyleri burada asla anlamlandıramayacaklarını farketmeleri. Anlamlandıramazsınız. Bu özgürleştiricidir. Onu hiç anlamlandıramayacaksınız, asla. Onun için bunu yapmaya çalışmaktan vazgeçin, lütfen. Gençken olmuş bir şeyi asla anlamlandıramayacaksınız; geçmiş bir yaşamı asla anlamlandıramayacaksınız. Veçheleri asla anlamlandıramayacaksınız, onun için bunu yapmaya çalışmaktan vazgeçin. Onlar, anlamlı olsunlar diye tasarlanmadılar. Zihinsel olarak anlaşılmak üzere tasarlanmadılar. Bu bir deneyim olarak tasarlandı. Böylece arada bir ansızın şu büyük “Haa”ları yaşayan inanılmaz varlıklar oluyor. “Haa, bu sadece bir deneyimmiş. Doğrusu yanlışı yokmuş. Ben bunu psikolojik açıdan, ders kitabı bağlamında asla anlamayacağım.” Onu o açıdan anlamak istemeyin, çünkü o zaman deneyimi kaybedersiniz.

Hadi birlikte derin bir nefes alalım.

Artık kuşku duymanız gerekmiyor. Bu, Ben o Ben’im’dir. Ben’im’de kuşkuya yer olduğunu mu sanıyorsunuz? (kısa bir duraklama) Bunu düşünüp taşınmanız gerekmemeliydi! (kahkahalar) Kesinlikle yok. Kesinlikle yok.

Sevgili Şambra, hepiniz, izlemekte olan hepiniz – evet, sizleri buradaki alana davet edeceğiz. Arada bir, bu dünya çapındaki aileyi kaale almadığım için Eesa’lı Linda tarafından suçlanıyorum, ve bu bugün sadece burada bulunan insanları aşacak. Birkaç dakikaya kadar size küçük bir sürprizim olacak. (birisi “eyvah” der, Adamus güler)

Pekâla, sevgili Şambra, siz çetin bir yol seçtiniz. Bu güzel bir kitap adı olurdu. (Şambra, “Evet ya!” der) Evet ya, ciltlerce kitap. Güzel bir uygulama başlığı. Evet, kesinlikle. “Çetin Yol.”

Siz bu çetin yolu seçtiniz. Tanrı’yla, Dünya’yla, başka insanlarla ilişkinizi anlamaya çalışarak birçok hayat yaşadınız, ve sonunda kendinizi çok adadığınız, çok tutkulu olduğunuz o noktaya geldiniz ve dediniz ki, “Tüm istediğim bu. Ben Tanrı’yı hatırlamak istiyorum, o her ne ise.” Hemen hepiniz – hayır, burada bulunan her biriniz, bizi dinlemekte olan her biriniz, Ruh’u yeniden bilmek için kendine o derin sözü verdi. Bir Ruh olduğunu biliyorsunuz, adına her ne demek istiyorsanız – Sonsuz Olan, Kaynak – onun olduğunu biliyorsunuz. Onu neredeyse hissedebiliyordunuz, neredeyse duyumsayabiliyor ve deneyimleyebiliyordunuz, ama sonra çok hayali oluveriyor. Sanki uzaklaşıp yok oluyor. Ama siz tutkuyla peşinden koşuyorsunuz, ve dediniz ki, “Başka hiçbir şey önemli değil,” ve haklısınız. Kesinlikle haklısınız. En sonunda, başka hiçbir şey önemli değil.

İnsanlar, bir bakıma, başka önemli şeyler olduğunu düşünerek kendi dikkatlerini dağıtıyorlar. Dikkatlerini dağıtıyorlar, ve bazen aslında kendi arayışlarının, arkadaşlarının, ailelerinin epey keyfine de varıyorlar, ama en sonunda, hatırlamaktan başka hiçbir şeyin önemli olmadığını her biriniz biliyorsunuz. Herşey buna indirgeniyor.

Dediniz ki, “Neye mâl olursa olsun.” Biz burada Hannibal ile birlikte bu konuda bir şarkı söyledik, “Neye mâl olursa olsun,” (4 Eylül 2010 Şauduna göndermede bulunur) ve yaptınız. Çok şey feda ettiniz. Muazzam şeylere katlandınız. Çok şey üstlendiniz, aslında sadece kendiniz için de değil, ama başkaları için – başka insanlar için, tanıdığınız ve sevdiğiniz insanlar için, insanlık için, meleksel aileleriniz için üstlendiniz. Muazzam miktarlarda üstlendiniz, ve ben, bu hepiniz için çetin bir yol oldu, diyorum.

Şeyler Değişiyor

Farketmiş olabilirsiniz – farkettiğinizi, hissettiğinizi biliyorum – bu değişmeye başlıyor. Çok farklı yollardan aydınlanmaya başlıyor. Şükür ki, eskiden yaptığınız gibi kendinize ıstırap çektirmiyor, o kafa karışıklığını ve kuşkuyu yaşatmıyorsunuz. Şükür ki, yükselişinizde, uyanışınızda gevşiyorsunuz. Umarım, “Bu nasıl olsa olacak” diyen Kuthumi’nin ve Tobias’ın sözlerini duydunuz. Siz zaten oradasınız. Siz zaten yükseldiniz. Siz zaten kendi Üçüncü Çemberinize ya da kendi egemenliğinize, bağımsızlığınıza ulaştınız, ve şimdi sadece oraya nasıl ulaştığınızı deneyimliyorsunuz. Ve bu aslında eğlenceli olan kısım, çünkü istediğiniz herhangi bir şeyi seçebilirdiniz. Bana o kuşku dolu bakışlara bakıp, “Gerçekten mi, Adamus?” diyorsunuz. Bir dakikaya kadar bundan söz edeceğiz.

Böylece, sevgili Şambra, farketmeye başlıyorsunuz. Bu değişmeye başlıyor, ve hepimizin bunun gerçekten olmasına izin vermesi için en iyi zaman şimdidir.

Sevgili Linda, bunca yıldır kilo sorunuyla uğraşan Şambra için, uyanmakta olanlar için (kilo sorununun) neden birdenbire giderek kolaylaştığından, değiştiğinden söz etti. Eh, bir şeyler oluyor. Siz bedeninizi, eskiden olduğu gibi cezalandırmıyorsunuz; onu seviyorsunuz. Şimdi, bazılarınız bir diyete başlayabilir, ve Tobias’ın diyetlerle ilgili ne söylediğini biliyorsunuz. Ben bu konuda Tobias kadar tutucu değilim, ama “Ben şimdi kilonun azalmasına izin vereceğim” diyerek başlarsınız. Ve bakın, garip bir şey olur. O diyeti yaklaşık 30 gün sonra bırakırsınız ve kilo az çok kendi başının çaresine bakar. Evet, inişler çıkışlar olur ama bedeniniz birdenbire ayarlanıverir. Bedeninizin, kıtlık ya da açlık olabilir düşüncesiyle ya da, bilirsiniz, o duygusal desteği gereksindiği düşüncesiyle bir dolu ekstra ağırlığı taşıması gerekmiyor. Kilo gitmeye başlar, ve dersiniz ki, “Amma da kolaymış yahu.” Eh, bu noktaya gelebilmek için içinden geçtiğiniz şeyleri bir düşünün, ama, evet, kolaylaşıyor. Kolaylaşıyor. Beden kendini nasıl besleyeceğini bilir.

Enerji sistemleriniz, hepsi değişiyor. Kendinizle ve diğer herşeyle birbirine bağlı olma biçiminiz, tümü değişiyor, ve gerçekten de kolaylaşıyor.

Mizah duygusu. Sizler, insanlar, Şambra, on yıl önce bu kadar komik değildiniz. (kahkahalar) Çok şükür ki, Tobias çok daha sabırlıydı. Ama siz gerçekten gergindiniz, gerçekten fazlasıyla ciddiydiniz, oysa şimdi hemen her şeye gülebiliyorsunuz. Neden? Çünkü aslında her şey az çok komik de ondan. (yoğun kahkahalar) Gerçekten öyle. Ve siz kendinize gülebiliyorsunuz, şükürler olsun, çünkü ben uzun zamandır buna gülüyordum, (kahkahalar) ve nihayet birlikte gülebiliyoruz! (salak bir peruk takmış olan Sart’a gelir) İşte bu, keyif almanın, sadece keyif almanın bir örneği! (yoğun kahkahalar)

Böylece kendinize, çevrenizdeki dünyaya gülebiliyorsunuz, ve bu işi çok daha kolaylaştırıyor, ve… (Adamus birini öper)

ŞAMBRA (hanım): Teşekkür ederim!

ADAMUS: Bu işi çok daha – pardon, pardon, özür dilerim, özür dilerim… (oturanların arasından  geçer) …. evet, tamam, evet – çok daha kolaylaştırıyor. Bunları gündeme getiriyorum çünkü, evet, değişiyorsunuz. Bilin ya da bilmeyin, bundan hoşlanın ya da hoşlanmayın, değişiyorsunuz. Enerjilerinizin bir Bilinç Bedeni olarak, bir bir varlık olarak, bir egemen, bağımsız varlık olarak birleşmesine izin veriyorsunuz. Zihin çalışma biçimini değiştiriyor. Lütfen deliriyor musunuz diye kaygılanmaktan vazgeçin. Delirmiyorsunuz. Tüm sistemleriniz değişiyor.

Şimdi şuraya gidip tam olarak neler olduğunun diyagramını çizmeye başlayabilirdim ama yapmayacağım. Neden? (Çünkü) değişmeye devam ediyor. Ayrıca bu çok zihinsel olmaya başlardı ve ayrıca siz o zaman sistemi kontrol etmeye kalkardınız. Bir bakıma, bilmemek daha iyidir; onun olduğunu bilmek, ama hangi enzimlerin ne tür enerjilere dönüştüğü hakkında kaygılanmamak. Farketmez. Gerçekten farketmez.

Şu anda burada oturuyorken sizinle, sizin izninizle – belki de değil – az çok oynadığımızı, ve bunu yaparken de şu anda DNA’nızı gıdıkladığımızı biliyor musunuz. Evet, biz DNA’yı gıdıklıyoruz. Ve o arada bir güzelce gıdıklanmayı gereksiniyor çünkü değişiyor, dönüşüyor. Patlıyor, çok iyi bir biçimde. Kendi eski kutusunu, eski yapılarını ve unsurlarını kırıp çıkıyor, ve şu anda evrimleşiyor. Açılıyor, ve aslında bununla ilgili ne kadar az şey bilirseniz, o kadar iyi, çünkü aksi halde gidip diyagramlar çizmeye ve kitapları yutup araştırmalar yapmaya başlar, sonra da tümüyle kuşkuya düşer ve bunu ıstıraplı bir hale sokarsınız. Bu zaten oluyor.

Değişime İzin Vermek

Böylece bu değerli ânı hepimiz için kullanalım ve sadece izin verelim. Bırakın gelip de sizi biraz gıdıklayalım ve siz de kendinizi gıdıklayın. Kendinizi bilinciniz yoluyla, kalbiniz yoluyla gıdıklayın, ve bunu yapmanız gerçekten bedeniniz, zihniniz, ruhunuz arasındaki, sizinle veçheleriniz arasındaki iletişim ağını uyarır. Veçhelerin zaman zaman iyi bir gıdıklanmaya ihtiyacı vardır.

Derin bir nefes alın. Bu ne anlama geliyor? Sadece olmasına izin verirsiniz. Bununla eğlenin. Ve bir dolu yapısallık olmadan – ki farkediyorsunuz, biz zikir falan yapmadık, mum yakmadık, çünkü Linda buna izin vermiyor, başka bir şey yapmadık –  bu güvenli alanda bunu gerçekleştirirken doğal bir işlemin sadece olmasına izin veriyoruz.

Böylece, derin bir nefes alırsınız, Ben o Ben’im’in nefesini, ve olmasına izin verirsiniz.

(Adamus derin bir nefes alır) Ahh! Bir dolu hokus pokusa gerek yok. Bir dolu şifaya gerek yok burada.

(duraklama)

O sadece olur. Ve işte bu, yaşamınızın her günü bu kadar basittir. Sadece derin bir nefes alır ve kim olduğunuzu olmanıza izin verirsiniz. Ne inanılmaz bir şey.

O kuşku içinize süzülmeye başladığında, pufff. Ama hayır, derin bir nefes alın.

Ve biliyor musunuz, bunu yaptığınız zaman – onu düşünmeniz bile gerekmiyor – ama o herşeyden önce, içinizdeki o doğal dengeleme sistemini uyarır. Ve o doğal dengeleme sistemi toksinleri temizlemeye başlar; tıkalı enerjileri dönüştürmeye başlayarak hareket etmelerini sağlar; bastırılmış enerji ve anıları değiştirmeye başlayarak onların şimdi deneyim haline gelmesini sağlar – ve bunların tümü hiçbir şey yapmak zorunda olmadan gerçekleşir.

Siz kendinize inanılmaz bir yapı inşa ettiniz, beden/zihin/ruh, ve şimdi buna Bilinç Bedeni deniyor. O bununla başa çıkar. Sadece, bunu daha yumuşak gerçekleştirebilmesi için onu (Bilinç Bedenini) onaylamanızı gereksinir. Çiçek açabilmek için, sadece sizin o aamyo ânında olmanızı gereksinir.

Bu sanki tavanı, çatıyı söküp de güneş ışığının içeri girmesini sağlamak gibidir, ama bu durumda, güneş sizsiniz. Siz sadece onu açmış olursunuz. Artık o oyunu oynamak zorunda değilsiniz, tabi istemediğiniz sürece. Bedeniniz, şu anda, toksinleri temizliyor – fiziksel hastalıklara ya da ağrıya/acıya neden olmuş toksinleri. Zihniniz, Eski Enerji inançlarını temizliyor – ve inanın bana, orada bir dolu eski inanca sahipsiniz – ama o bunu doğal olarak gerçekleştiriyor. Doğal olarak gerçekleştiriyor.

Siz her bir parçanızı yeniden dengeliyor ve Yeni Enerjiyi içinize alıyor, onu kendinize çekiyorsunuz – Yeni Enerji ki, o o eski titreşimsel enerjinin aynısı değildir. Bu şu anda oluyor. Bu küçük gıdıklama seansı sırasında, hemen şimdi oluyor.

Bu inanılmaz değil mi? Bunun böyle olması gerekmiyor muydu? Araştırmalar yapan ve kurslara katılan ve az biraz daha inceleyenleriniz,  bunları başarı derecesi değişen şekillerde gerçekleştirdi, ama sonunda biraz da düş kırıklığına uğradı. Ve sonra ne olduğunu biliyorsunuz – yardımsever insanlar olduğunuzdan – sınıflara katılıp araştırıp öğreniyorsunuz, ve size söz verilen sonuçları ya da beklediğiniz sonuçları alamıyorsunuz. O zaman ne yapıyorsunuz? Kendinizi suçluyor ve diyorsunuz ki, “Gördün mü, bir yanlışlık var. Anlamamışım. Bahse girerim ki diğer herkes anladı, ama ben anlamamışım.” Ve ne yapmanız gerekiyor diye düşünüyorsunuz? Gidip biraz daha fazlasını öğrenmek.

Böylece bu bir döngü oluşturuyor. Pek de buna değer olmadığınız kalıbını oluşturuyor – yeterince akıllı olmadığınız, yeterince ruhsal olmadığınız, yeterince değerli olmadığınız, her ne ise – ama, “Biliyor musun, bu sınıf bana göre değil,” ya da “Bu sınıf, varlığımla yankılanan bir enerjiselliğe sahip değil” demek yerine, kendinizi suçluyorsunuz. Ben şimdi o sınıfa ya da kursa ya da kitaba sinirlenin demiyorum, ama ona bir bakın diyorum. Kendinizi suçlamaktan vazgeçin. O eski kalıplara girmekten vazgeçin.

İşte bu, hemen burada bu güvenli ve güzel alanda (olmak). Bir nefes alırsınız. O Ben’im’dir. Bu o yalın, yalın, yalın gerçektir. O yalın gerçek, bu kadar. Ah!

Hadi birlikte güzel derin bir nefes alalım.

Nefes almak, biraz su ve biraz şarkı söylemek. Harikadır.

Böylece, sevgili Şambra, siz çetin bir yol izlediniz. Bu ana yol ya da yan yol bile değil; daha az kullanılan bir yol bile değil; sadece çetin bir yol. Ama şu anda, bulunduğunuz yerde, ben değişimler görüyorum. Bunu daha kolaylaştıracağınızı görüyorum. Ben – hepiniz için – daha genç, daha diri enerji, gibi şeyler görüyorum; özden gelen daha dinç bir enerji, ve bu sonuçta yüzünüzde ve bedeninizde ve ruhunuzda görünecek, ama, o daha gençliğe özgü dinç enerji ortaya çıkıyor.

Ve şu korku şeyinden vazgeçeceğiniz bir enerji bu. O korku şeyi, uyanıştan geçen birçoğunuz için bir sorun, ama çoğunuzun şimdilerde keşfettiği gibi, o korku da – o içsel korku – sanki gidiyor görünüyor. Hâlâ dışsal bir korku var, çünkü tüm çevrenizdeki dünyayı hissediyorsunuz. Orada büyük bir korku hakim, ama o size ait değil. O size ait değil. Onu duyumsayabilirsiniz, hissedebilirsiniz, farkedebilirsiniz, ama sahiplenmeniz gerekmiyor.

Hatta – birçoğunuz beni çok etkiledi – depresyon dediğiniz şeyin düzeyi bile yok olmaya başlıyor. Depresyon biraz da uyanışın doğal bir sonucudur, çünkü siz bir boşluk yaratıyorsunuz. Değişimden geçtiğinizde, bir dolu karmaya sahip olup da bu yaşam yolunda sıkışmış o eski insan olmaktan çıkma işleminden, o simya işleminden geçerken bunu (o eski insan olmayı) salıverdiğiniz zaman, bir boşluk yaratılmış olur. Zihniniz bunu depresyon olarak yorumlar. Oysa değildir. Bir değişimdir. İçsel olarak derin düşünme zamanıdır. Muazzam bir arınma, salıverme zamanıdır, ama siz bunun ötesine geçiyorsunuz. Ve aslında Dünya’daki hayatın tadını çıkarmaya başlayacaksınız, ve neden olmasın? Neden olmasın?

Bugünün Konukları

Hadi derin bir nefes alalım, ve küçük bir grup benden bugün buraya gelebilmeyi talep etti. Onların her birinin Dünya üzerinde tek bir yaşamı oldu, ve bu onların ilk yaşamıydı. Tek yaşamı olanlar. İlk kez (yaşam sahibi) olanlar. Her biri fiziksel bedenlerinde 20’li yaşlarında ölerek kendi alemlerine döndüler; 20 ila 29  arasında gittiler, yani oldukça genç yaşta. Buraya davet edilmiş olanların hepsi bir dakikaya kadar burada olacak – her iki cinsten de bu arada, dünyanın her yanından farklı uluslararası geçmişlere sahipler – ve bugün altısı bize katılıyor, iyi bir nedenden ötürü.

Ve o iyi neden de, zamanı geldi, Profesör hazırlıksız küçük bir sınav yapacak. Onların soruları var ve sizin de yanıtlarınız, umarım. Sorular önceden hazırlandı. Kapalı zarf içinde Linda’dalar, o zarfı ortaya çıkartabilirsen. Linda kendi gözleriyle onları görmedi. Sorular Cauldre tarafından daktilo edildi, ama hatırlamasın diye biz uygun bir biçimde belleğini sildik.

Bunlar uygun sorular, ve biz bu soruları sorsunlar diye bu grubu buraya getiriyoruz, yanıtlarınızı hissetsinler ve duyumsasınlar diye, çünkü bunlar çok geçerli sorular, çok, çok geçerli. Özellikle de, Dünya’da sadece tek bir yaşamı olmuş varlıklardan geldiği için geçerliler, çünkü belli şeyler (bu varlıkların) akıllarını karıştırmış, kafalarını bulandırmış, ve bugün bazı yanıtlar alabilmek için burasının iyi bir yer olacağını hissetmişler.

Böylece ben, şu anda başka alemlerde var olan, çoğu başka bir yaşam için geri gelme hazırlığı yapan bu altı varlığı buraya davet edeceğim. Ve Linda’dan soruları okumasını, ve izleyiciler arasından da gönüllüler rica edeceğim. (Linda’ya söyler) Yani sen her iki şeyi birden yapacaksın.

LINDA: Ay, çok heyecanlıyım.

ADAMUS: Evet. Ve ben hepinizin gerçekten, gerçekten yanıtı hissetmenizi – ne cevap vereceğinizi hissetmenizi – istiyorum, çünkü sanıyorum içgörülerinizin bazısından siz de etkileneceksiniz, yalnızca burada bulunan varlıklara yardımcı olmayacak, ama gerçekten etkileneceksiniz de. Bu varlıkların – burada bulunan bu altı varlığın – her biri, yaşamı oldukça erken terk etti, insani açıdan, 20’lerinde. Başa çıkmak onlara fazla geldi.

İlk kez buraya gelenler için burada kalmak, burada olmak, çok, birçok durumda zordur. İnsan bilincindeki baskı şu anda çok güçlü, ayrıca Gaia’nın gidiyor olmasının da etkileri var. Gaia’nın gitmesiyle birlikte topraktaki birçok Eski Enerjinin, eski kemiklerin gitmesinin de etkisi var. (Ortalık) yoğun. Çok, çok yoğun.

Şimdi, buraya ilk kez geliyor olsaydınız bu neye benzerdi, bir hayal edin. Çoğunuz binlerce kez burada bulundunuz – çok kez – ama bunun sizin ilk seferiniz olduğunu hayal edin, ve birdenbire o tüpten, o borudan aşağıya inip geliyorsunuz. Bizim eglendra dediğimiz şeysiniz, yani fiziksel bedene doğmak üzere olan bir melek, ve birdenbire o tüp ya da boru tarafından emiliyorsunuz.!  Rahime yolunu bulmaya çalışan yüzlerce, binlerce başka varlıkla birlikte aynı anda o tüpte yuvarlanıyorsunuz!  Bulabildiğiniz bir rahime tutunuyorsunuz! (yoğun kahkahalar) “Bu aile mi, yoksa şu mu olacak? Kiminle birlikte olacağım?!” Pat! Ansızın, oradasınız. Aaaa… (izleyiciler “Lanet olsun!” der) Evet, teşekkür ederim. (kahkahalar) Bu tür sözleri söylememe artık izin yok – lanet olsun! – ama siz söyleyebilirsiniz. İstediğiniz zaman söyleyebilirsiniz.

Soru 1

Böylece ansızın fiziksel bedenin içindesiniz, “Aaaa!” ve özellikle de bu sizin ilk seferinizse – hayret verici, şok edici, inanılmazdır. İşte bu yüzden birçoğu 30 yaşını geçemedi.

Pekâla, sorulara geçelim, Profesörün hazırlıksız sınavına, ve sizin makyo ile mi yoksa aamyo ile mi dolu olduğunuzu görelim.

Tamam, evet. Lütfen o Adamus ödüllerini hazır edin. Evet, tamam. Sorular.

LINDA: Hazır mısınız?

ADAMUS: Koşu ayakkabılarını giymiş! Bu ne kadar insanca? Peki, ilk soru… ve mikrofon gerekecek.

LINDA: Daha değil. Ben okurken değil.

ADAMUS: Sırayla.

LINDA: Evet ya.

ADAMUS: Hazır mısın?

SORU 1 (Linda okur): Son enkarnasyonumda (bedenlenmemde) neden hep çok yorgundum? Semavi alemlere geri döndüğüm zaman, o yorgunluk hissi geçiverdi.

ADAMUS: Pekâla, bugünkü melekler açık oturumumuzdan güzel bir soru. “Neden hep çok yorgundum?” Lütfen bir gönüllü bul, elini kaldırmayan herhangi biri. (kahkahalar)

LINDA: Aa, geç kaldım.

DAVID: Düşünmeye fazla zaman ve enerji harcamış.

ADAMUS: Güzel. Düşünmeye fazla zaman ve enerji harcamış. Evet. Bu iyi. Bir Adamus Ödülü alacaksın.

LINDA: Başka birini seçeyim mi?

ADAMUS: İstediğini. Arkada oturanlar, ellerinizi kaldırın. Bu varlık neden hep yorgundu?

JANE: Bilinç çok yoğun olduğu için.

ADAMUS: Evet. Vay, buraya kadar güzel gitti. İkide iki. Mükemmel. Taa arkaya.

ŞAMBRA 3 (bir bey): Çünkü onlar insanlığa bağlandılar, ve zamanın bu noktasında insanlık, gezegende şeylerin olma biçiminden bıkıp usanmış halde.

ADAMUS: Evet, güzel. Mükemmel. Teşekkürler! Teşekkürler, ve kitle bilinci şu anda yorgun. Kitle bilinci gerçekten yorgun, ve yorulduğunuzda ne olur biliyor musunuz? Eh, huysuz olursunuz, hırçın olursunuz, bedeninizde, hayatınızda olmak istemiyormuş gibi hissedersiniz. Peki, kesinlikle. Bir tane daha. Bir tane daha. Hep yorgun hissetmek.

ŞAMBRA 4 (hanım): Başkaları senden besleniyordu.

ADAMUS: Evet, mükemmel, mükemmel. Mükemmel, mükemmel.

LINDA: Aa, sen SES’i (Cinsel Enerjiler Okulu) almışsın.

ADAMUS: Mükemmel. “Başkaları besleniyordu.” Tüm yanıtlar doğru. Teşekkür ederiz. Teşekkür ederiz, Linda. Tüm yanıtlar doğruydu, ve fiziksel bedenin içinde olmanın yorucu bir deneyim olduğunu çeşitlendiriyordu. Bu şu anda doğal değil. Bu sizin doğal haliniz değil. Siz uyum gösterdiniz. Hepiniz bir beden içinde nasıl olunacağını ve sizin yıllarınıza göre 80, 90, 100’e kadar nasıl tutunacağınızı öğrendiniz, ama ilk kez buraya gelen bu varlıklar için (bu durum) onların enerjisine dayanılmaz acılar verir. Artı, diğer insanlar da onlardan besleniyordur. Artı, o örtücü katman, kitle bilincinin o sisi de devrededir. Artı, insan gerçekliğindeki enerji sistemi, fiziksel-olmayan alemlerdeki enerji sistemlerinden çok farklı biçimde çalışır. Böylece tüm bu güçler birleşir ve çok yavaş hareket eden, ağdalı ya da tıkalı bir enerji yaratır.

Peki çözüm nedir? Hiç bedenlenmemek. Güzel yanıt. (kahkahalar) Ama bakın? Buna mecbursunuz. Er ya da geç her meleksel varlık Dünya’dan geçmek zorunda. Bu fiziksel Dünya olmasa bile, başka bir Dünya olması gerekiyor, ama er ya da geç bu deneyimden geçmek zorundasınız.

Peki, o zaman başka bir yaşam için buraya geri gelecek olan o sevgili meleğimize verilecek doğru yanıt nedir? Ne yaparsınız? (izleyiciler “Nefes” der) Nefes alırsınız. Mükemmel. Nefes alırsınız.

Başka? (türlü yanıtlar ve kahkahalar gelir, birisi, “Uyumak” der) Uyumak, evet. Nefes almak. Aslında uyumak çok önemli. Uyumak gerçekten önemli, çünkü ruhsal benliğinize bağlandığınız sessiz sakin bir zamandır bu. Ayrıca tüm gece boyunca çoklu düzlemlerde dizi dizi rüyalardan da geçersiniz. Yarım saat boyunca sadece bir rüya görmezsiniz. Bunu kim uydurdu bilmiyorum. Şu rüya araştırmacıları – birisinin onlardan yaptıkları araştırmaları değiştirmelerini istemesi gerekir.

Siz bütün gece – bütün gece – rüya görüyorsunuz, üstelik çoklu düzlemlerde. Aynı anda devam eden 30, 100 rüyanız olabilir, ama bu gerçek doğanız. Bu, gerçekte kim olduğunuzdur. Ve o dizi dizi rüyalardan geçerken aslında kendi ruhunuzu tazeliyorsunuz. Kendinizi tazeliyorsunuz. Yani buraya gelmekte olanlara verilecek yanıt evet, kesinlikle – “Nefes almak”tır.

Çok pragmatik olarak (diyeceğiz ki), gelmeden önce o lanet olası doğru aileyi seçin! Doğru aileyi – bilinçli bir aileyi, besleyici olacak ve güvenli bir enerjisel çevre sağlayacak aileyi – seçmek varken, neden  biyolojinizle çerçöp içinde oynayasınız?

Ve ayrıca, seçmeyi öğrenin. Meleksel varlıklar Dünya’ya geldiğinde gerçekten çok garip bir şey olur. Ansızın, bir seçime sahip olduklarını unutuverirler! Oysa seçebilirler. Neden bu birdenbire bellekten siliniverir?

LINDA (ve izleyiciler): Neden?

ADAMUS: Neden? Çünkü bilinç o kadar ağırdır ki, ve şu olur, bilinç – bilincin kalıpları – bir seçiminiz olmadığı yönündedir. Bu aslında çok uzun zaman önce kitle bilincine programlandı. Şu anda o program değişiyor.

Onlar buraya geldiklerinde o kitle bilinci o kadar ağır, o kadar yoğundur ki, ona direnmeye çalışsalar bile o katmanlarda, kitle bilincinin hareketlerinde bir şekilde sıkışıp kalır, ve bir seçime sahip olduklarını unuturlar. Ve hepiniz, şu ya da bu zamanda, seçime sahip olduğunuzu unuttunuz. Hâlâ bundan kuşku duyuyorsunuz, ama şimdi kendinizi buna açıyorsunuz. Pekâla, güzel. Sonraki soru.

Soru 2

LINDA: İki numaralı soru.

SORU 2 (Linda okur): İnsanlar neden gerçekten kastettiği şeyi söylemez? Sözcükleri neden o kadar örtülü?

ADAMUS: İnsanlar neden gerçekten kastettiği şeyi söylemez? Neden bir şey söylerken aslında başka bir şey kasteder? Bu ilginç bir soru, o kadar büyük bir soru ki, bugün burada bunu soran biri var. Belli ki yaşamlarında bunun bir etkisi olmuş. Evet, lütfen, mikrofonla. İnsanlar aslında neden kastettikleri şeyleri söylemez?

LESLIE: Hayatta kalma güdüsü.

ADAMUS: Mükemmel. Güzel. Bu en azından bir Ödül hak ediyor. Güzel. Hayatta kalma güdüsü, çünkü şu ara bilincin hali öyle ki, gerçekten kastettiğin şeyi söylecek olsan…

LINDA: Kimse senin gerçekten kastettiğin şeyi duymak istemiyor.

ADAMUS: Evet, evet ya. (Adamus güler) Güzel. Güzel. Tamam. Sonraki.

CAROLYN: Eski eğitimler. Bize nasıl davranılmasını istiyorsak, insanlara da öyle davranmalıyız.

ADAMUS: Evet. Yani…

CAROLYN: Hep nazik olmaya çalışmak.

ADAMUS: Nazik olmaya çalışmak. Ve Tobias’ın nazik olma konusunda ne dediğini biliyorsunuz. (Vince, “Hatırlat bana” der) Tobias nazik olmakla ilgili ne demişti?

CAROLYN: Hatırlamıyorum.

ADAMUS: Tobias bunun SES virüsünün bir parçası olduğunu söylemişti. Biliyorsun, siz cici kızlar ve cici oğlanlar olmak üzere eğitildiniz. Başka bir deyişle, “Terbiyeli ol, uyumlu ol ya da boyun eğ, ve şu küçük kutuya gir (ayak uydur).” Nazik olmak bitsin. Lütfen nazik olmaktan vazgeçin. Nazik kelimesini kullanmaktan vazgeçin.

LINDA: Ne dedin?

ADAMUS: Nazik omaktan vazgeçin!

LINDA: Gerçekten mi.

EDITH: Ee peki ne olmamız gerekiyor, berbat biri mi? (kahkahalar)

ADAMUS: Şu ‘nazik olmaya çalışmak’ maskesini indirseydin, gerçekten berbat biri mi olurdun? O maskenin altında berbat biri mi yatıyor?

EDITH: Hayır, sadece sıradan biriyim.

ADAMUS: Hayır, sen sıradan değilsin. (kahkahalar) İnsanlar gerçekten kastettikleri şeyi söylemiyorlar, değil mi? (yoğun kahkahalar) Sen sıradan değilsin. Sen özelsin! Sen Ben’im’sin. Sen inanılmazsın.

EDITH: Teşekkür ederim.

ADAMUS: Evet, ve az çok da seksisin aynı zamanda. (kahkahalar) Seni daha önce duydum. Sıradan değilsin! Sıradan olmak, nazik olmaktan da beter! Birisinin, “Eh, sen sadece sıradansın” dediğini hayal edebiliyor musun? Nee??! Evet ya, işte böyle nefesin kesilir. Diyorum ki, hayır! Sıradan değilsin. Normal değilsin, ama bunu zaten biliyorsun. Ama normal değilsen, ki değilsin, bu anormal olduğun anlamına gelmez. Olağanüstü olduğun anlamına gelir. Görüyor musun, hepsi programlanma. Programlanma, programlanma.

Peki başka hangi nedenlerden ötürü kastettikleri şeyi söylemezler? Bu, bu varlığı o kadar rahatsız etmiş ki Dünya’yı terk etmiş. Son vermiş.

ŞAMBRA 7 (bir bey): Dil, konuşulan dil enerjiyi doğru olarak betimlemiyor.

ADAMUS: Doğru. Doğru. Konuşulan dil çok yetersiz, fazlasıyla yetersiz, onun için de insanlar kelimeler üretmeye çalışacaktır. Peki, iletişim kurabileceğimiz o noktaya ne zaman geleceğiz? Kuşku duymaktan vazgeçtiğimizde. Kuşku duymaktan vazgeçtiğimizde iletişim de kurulabilir, Jean, ve onlara güvendiğimizde. Bunu anladığınızı biliyorsunuz. Şimdi bunu sadece yaşayın. Bundan kuşku duymayın.

İnsanların ne kastettiğini söylememesinin başka sebepleri? Bu hileli bir soru. Ben doğru yanıtı arıyorum – benimkini. Evet?

ŞAMBRA 8 (hanım): Çünkü koşulsuz olarak sevildiklerini hatırlamıyorlar.

ADAMUS: Evet…

ŞAMBRA 8: Onun için de koşullu sevgiye konuşuyorlar. “Ne istediğimi söyleyeceğim ki …”

ADAMUS: Kesinlikle. “Başkalarının söylememi beklediği şeyi söyleyeceğim,” ve arada bir de küçük bir sapma gerçekleştirirler. Çoğu kez de bu karşınızdakini sakinleştirmektir – tekneyi sallama, dalga yaratma – ama biliyorsunuz – ben bu tartışmaları Cauldre ile yapıyorum – bu bir yeni çağ toplantısı değil. Bu bir yeni çağ toplantısı değil. Eğer öyle olduğu beklentisiyle bunu dinliyorsanız, çok düş kırıklığına uğrayacaksınız.

Bu bir spiritüel toplantı da değil, ve eğer buraya spiritüellik beklentisi içinde geliyorsanız, büyük bir olasılıkla ona sahip olamayacaksınız.

Bu, bilinçle ilgili, ve bu yüzden de genelde söylemek istediğimiz şeyi söyleriz, “bok”, “lanet olsun”, “kahretsin” ya da bu tür şeyleri söylememize izin verilmediği halde. (yoğun kahkahalar ve alkışlar) Ama eğer dinliyor ve…

LINDA: Bu adil değil! Bu, Marty’nin yanıtıydı ve sen onu çaldın!

ADAMUS: …. ve bunun, bu tür sözlerin söylenmediği spiritüel bir toplantı olduğunu düşünüyorsanız, eh, düş kırıklığına uğrayacaksınız. Biz – biz – hissettiklerimizi söyleriz, ve bilincimiz hakkında açıkça konuşuruz, ve makyo ve tüm bu şeyler hakkında açıkça konuşur, enerjiyi hareket halinde tutarız.

Yani evet…

LINDA: Marty Ödülünü alabilir mi?

ADAMUS: O sözleri söyledin mi? (kahkahalar) Ayağa kalkmak ister misin? Ben onları duymadım, onun için sorguluyorum. Onları gerçekten söyledi mi bilmiyorum. Peki ne demiştin?

MARTY: Bok, kahretsin, lanet olsun, pislik. (kahkahalar)

ADAMUS: Bu bir Ödül hak ediyor, teşekkür ederiz. Şimdi, bunlar gerçekten o kadar kötü mü? Belki birine yöneltiğinde. Eğer deseydiniz ki… bunu ona söyler miydin (David’i gösterir), mesela?

MARTY: Hayır, onu seviyorum.

ADAMUS: Aa, işte bu gerçekten hoş. (kahkahalar) Eğer bunlar birine yöneltilirse… bunlar sadece kelimeler. O kadar az anlamları var ki, ama insanlar sinirleniyor. Her neyse, ben hâlâ yanıtımı almadım.

LINDA: Ha, belirli bir yanıt.

ADAMUS: Evet. Şimdiye dek tüm yanıtlar doğruydu, ama bir yanıt var ki göze çarpıyor.

LULU: Kabul edilmek.

ADAMUS: Kabul edilmek, evet. Evet, ve bu üstü kapalı söylenmişti, ama sen bu yanıt için bir Ödül alacaksın çünkü seni seviyorum, ve nazik biriyim. (kahkahalar) Ben nazik değilim, nazik olmak da hiç istemiyorum. Ben kendim olmak, ben olmak istiyorum. Gerçek olmak.

LINDA: Bunu iyi beceriyorsun!

ADAMUS: Teşekkür ederim. Böylece evet, bir yanıt.

KERRI: Çünkü kıçlarına tekmeyi yemek istemiyorlar.

ADAMUS: Eh, evet. Bu söylendi, evet, istismarı istemiyorlar, ve (onun için) uyum gösteriyorlar, genele tabi oluyorlar. Peki ama neden – hepiniz – gerçekten hissettiğinizi söylemiyorsunuz?

MARC: Çünkü kendi insan kimliğinle özdeşleşiyorsun.

ADAMUS: Çok yaklaştın. (David, “Biz kendimize güvenmiyoruz” der) Sorun, kendinizi bilmediğinizdir. Kim olduğunu bilmediğin, kim olduğunu hatırlamadığın zaman, ne söyleyeceğini nasıl bilebilirsin? Gerçeğin ne olduğundan emin değilsen gerçeği nasıl konuşursun? O çapraşık bir hal almış.

Bu bir konuşma meselesi değildir. Buraya (kalp) ulaşma meselesidir. Kendinizi bilmezseniz, evet, ağzınızdan çıkan sözler temelde makyo olacaktır, ve sonra da insanları sakinleştirmeye çalıştığınız kalıplara düşersiniz. O korkutucu şeye düşersiniz, “Onlara duymak istediklerini söyle.” Ama aslında olan şudur, bu şeylerin tümünü içinize alırsınız. Aslında bilmiyorsunuzdur, kendi varlığınızın size söylediğinin ne olduğunu bilmiyorsunuzdur, böylece herşey karmakarışık olur. Çıkan herşey – sizin ağzınızdan değil ama insanın ağzından – temelde makyo’dur. Çapraşık bir hal almıştır, ve sonra insanlar gidip daha fazlasını öğrenirler ve kullanacak daha büyük laflara sahip olurlar. Onlar sadece daha büyük makyo boklardır.

LINDA: Ne?!

ADAMUS: Bugün bunu söyleyebilirim. Kendi gerçeğimi konuşuyorum. Bakın, sonra da o söz katmanlar edinir. İşte, sevgili dostum, insanların neden kastettiği şeyi söylememesi bundandır. Ne kastettiklerini bilmiyorlar.

LINDA: Bu bana yeterli gelmedi.

ADAMUS: Evet.

LINDA: Çok, birçok genç insanla konuştuğumdan, gözlediğim o ki, kimsenin onu (gerçeği) duymak istediği hakiki bir alan yok. Onlar için o şekilde konuşabilecekleri güvenli bir alana sahip olmak yaygın bir şey değil.

ADAMUS: Doğru. Ancak ben buna meydan okuyacağım. Kendi içinde güvende olduğunda, insanların bunu duymak istediğini görecek, duyacak, hissedeceksin. Onlar bunu duymak istiyorlar.

LINDA: Onların arkadaşlarıyla konuştun mu?

ADAMUS: Bu, bunun hemen buradaki canlı örneği. Burası güvenli bir alan ve biz açıkça konuşabiliyoruz. Birçok kelimeyi sansürlemeden dobra dobra konuşabiliyoruz. Ben birkaç kelimeyi fazla sık söyleyemiyorum, çünkü o zaman, eh, Cauldre sinirleniyor. Ama o bu kelimeleri söylüyor! (kahkahalar) Sadece benim söylememi istemiyor. Gördün mü? Pek mantıklı değil, öyle değil mi? Onun için o varlıkların erken gittiğine şaşmamalı.

Soru 3

Pekâla, sonraki soru. Bizim tümüyle farklı, başka bir konumuz var konuşacak; bu sadece ısınma faslı.

LINDA: Öyle mi?

ADAMUS: Kesinlikle.

SORU 3 (Linda okur): Fiziksel biçimimin içindeyken neden kendimi kendimden o kadar kopuk hissettim, ve neden herşeyden o kadar kopuk hissettim?

ADAMUS: Kopuk. “Neden benliğimden bu kadar kopuk, ayrı hissettim?” Bu soruda benim duyduğum bu, “benlikten.” Hadi aydınlanmış Şambra’dan birkaç tane hızlı yorum alalım, neden o kadar kopuk hissettiler?

JAN: Çünkü içlerine bakmıyorlardı. Bize asla içimize bakmak öğretilmedi. Bize hep dışarıya bakmak öğretildi ve içimize bakmak hiç öğretilmedi.

ADAMUS: Evet, bu doğru – ilk kez gelenlere göre binlerce kez burada bulunmuş olanlarınız için daha da doğru – ama evet, böyle bir örtücü-katman var, “Yanıt dışarıda. Asla buraya bakma” diyen böyle bir yoğun baskı var. “Önce diğer herkesle ilgilen, git tüm o sosyal çalışmalarını yap, kendini unut.” Bu garip değil mi? Diğer herkesle ilgilenmek? Ben bu konuda saatlerce konuşabilirdim. Biliyor musunuz, gruplara belirli bir yapıyı takip etmek istediğinizi söylemek harika bir şeydir, bu ister kilise ister bir şirket ya da çekirdek aile olsun, “”Önce diğer herkesle ilgilen.” Hayır, hayır. Kesinlikle hayır. Bu, bu Yeni Enerjideki en büyük paradigma dönüşümlerinden biridir. Önce kendinle ilgilen, kendine bak, ve sonra sizin yaydığınız ışığı gören herkes için harikalar yaratırsınız. Bu gerçekten kolaydır.

Devam et.

ŞAMBRA 12 (bey): Sanırım bu sorunun yanıtı, Dünya’ya hoşgeldin’dir. (kahkahalar)

ADAMUS (gülerek): Evet!

ŞAMBRA 12: Son 10.000 yılın teması buymuş gibi görünüyor.

ADAMUS: Kesinlikle. Dünya’ya hoşgeldin. Bu mükemmel, ve güzel de bir özet. Bu hep böyle oldu. Sanki şu… diyelim ki öbür alemlerde şu hava kadar hafif ışık varlıksınız ve sonra ilk kez buraya iniyorsunuz. Burayı duydunuz. Şambra’nın öykülerinden duydunuz. Yeni Dünya’daki öyküleri duydunuz. Bunu öğrendiniz. Buraya gelmek üzere kendinizi hazırladınız. Birdenbire, buradasınız, ve size ne kadar çok sözünü etmiş olsalar da, ne çok şey öğrenmiş olsanız da, buraya gelene kadar anlamanız gerçekten mümkün değildir.

Dünya’nın çevresindeki bilinç bulutu şu anda öylesine ağır ki, ve herşey kim olduğunuzu unutmakla ilgili. Bu varlıklar şimdi geliyorlar, bir dolusu, ilk kez gelenler buraya gerçekten ilk kez geliyor. Onlar… onlar… doğru kelimeyi düşünmeye çalışıyorum. Onlar bunalıyorlar. Kendileriyle olan ilişkilerinin nasıl bu kadar hızlı koptuğuna şoke oluyorlar.

Hiçbir kurs onlara kendi bağlantılarından nasıl hızla koptuklarını asla öğretemezdi.Ve sonra, Dünya’nın kalıpları yüzünden, birdenbire dışarıda bir arayışa girersiniz. Bu bir kazanan-yok oyunudur, arayış deneyimi hariç. Ama o, sizin de anladığınız gibi, dışarıda değil. Bir kitapta değil. Bir tapınakta değil. Bir mantrada ya da guruda ya da herhangi başka bir şeyde değil. O hemen burada, sizin içinizde. Bu sanki sinyaller kasten karıştırılmış gibidir, sizden size olan sinyaller. Siz tüm şu parçalara ve kısımlara sahipsiniz, şu veçhelere, ve onlar birbirleriyle yumuşak bir iletişim içinde olmalılar, akmalılar, zarif, rahat olmalılar, gelen veçheler, giden veçheler, her bir veçhenin içinde siz, sizin içinizde onlar. Ama sinyaller bozuldu. Saptılar ve çarpıtıldılar.

Ve o ağ çalışması gerektiği gibi çalışmadığında… cep telefonlarınızın ağını düşünün. Birkaç küçük uyarıda, ya da İnternet ağınız, sadece birkaç bit ve bayt yeterli onları kullanılmaz hale getirmek için (birisi “siktir” der) – teşekkür ederim – herşey biter. (kahkahalar) Ve Jean, bu Şaud’u epey bir edit etmen gerekebilir. O küçük sembolleri koyuverirsin.

LINDA: Uyarı işaretini.

ADAMUS: Evet. Bunun kimi kandırdığını sanıyorsun ki? O küçük garip sembolleri koyuyorsunuz.

LINDA: Eğer koydukları…

ADAMUS: Hiç de değil! Yine de siktir diyordur.

LINDA: “S”yi ve “r”yi koymazlarsa demez…

ADAMUS: Tabi tabi.

LINDA: … ve o nokta noktayı koyarlarsa.

ADAMUS: Böylece tüm o sinyaller sapar ve karmakarışık olur. Peki sinyalleri nasıl geri getirirsiniz? (izleyiciler, “Nefes alarak” der) Nefes alarak. Aynen az önce yaptığımız gibi. Bir an durursunuz. Derin bir nefes alırsınız, “Ben o Ben’im.” Tüm iletişimin – sinyallerin, kalıpların, enerjilerin ve bilincin – kendi düzenlerine geri gelmesine izin verirsiniz. Onlar nasılını bilirler. Nasılını bilirsiniz, izin verilirse.

Ancak, arayış içine girerseniz, kendinizi kristalleri ve çanları ve mumları ve tütsüleri ve diğer herşeyi olan şifacılarda bulursunuz. Sinyallerinizi daha da altüst ederseniz. Çünkü tüm bu sinyaller şöyle der, “Görünen o ki, patron herşeyin altüst olmasını istiyor.” Onun için de az çok buna uyarlar, anlıyor musunuz; az çok dengesiz halde kalırlar. Ama sadece derin bir nefes aldığınız an, mutlak güvende olduğunuzu farkedersiniz, kesinlikle – kesinlikle; siz sonsuz, ebedi bir varlıksınız – ve sinyaller dengeye geri gelmeye başlar.

Ve dengeye geri geldiklerinde, diyecekler ki, “Biliyor musun,  düzensiz frekansların olduğu bu zaman içerisinde, biz bazı tıkanık enerjiler, fazlalık olan bazı enerjiler, bazı ilginç garip inanç sistemleri, sistemde yağ, beyinde delilik yarattık. Biz bunu temizleyeceğiz.” Ve bunu yapar. Yapacaktır. Onu temizleyecektir – tabii ona izin verirseniz, tamir etmekten vazgeçerseniz, karmakarışık etmeyi keserseniz ve onu manipüle etmekten vazgeçerseniz ve mahallenize gelen her yeni falcıya gitmeyi keserseniz!

Gidip masaj yaptırın. Gidip kendiniz için bir şey yapın ya da sadece yürüyüş yapın ya da yeni bir araba ya da yeni bir ev ya da buna benzer bir şey alın. Evet ya. Ciddiyim. Bu size si-… ah, o gözleri hissedebiliyorum (arkasında bulunan Linda’ya göndermede bulunur; kahkahalar). Bu, sizin sisteminize yaşamak istediğinizi, ilerlemek istediğinizi bildirir, ve o da tüm hatları yeniden döşeyecektir.

Ah, buna bayılıyorum. Bunu daha sık yapma… bu kadar sık ölmek istemezsin (fiziksel-olmayan konuğa hitap eder). Tamam, böyle. (kahkahalar) Sonraki soru.

Soru 4

LINDA: Tamam. Bu, 4 numaralı soru.

SORU 4 (Linda okur): Dört yaşımdan fiziksel ölümüme kadar kafam seksle meşguldu. Neden?

ADAMUS: Bunun buradan (fiziksel-olmayan konuklardan) gelen bir soru olduğuna ve buradan (izleyicilerden) gelmediğine emin misin? (kahkahalar) “Dört…” Nasıldı soru?

LINDA (soruyu tekrar okur): Dört yaşımdan fiziksel ölümüme kadar kafam seksle meşguldu. Neden? (Birkaç Şambra bağırarak yanıt verir)

ADAMUS: Linda mikrofonu alacak. Ödüller onda. Evet.

LINDA: Neredesin?

KATHLEEN: Cinsel enerji virüsü.

ADAMUS: Cinsel enerji virüsü. Evet, bu doğru. Bu bir kısmı. Bir kısmı. Güzel.

LINDA: Pete.

PETE: Bana öğretilenler yüzünden birçok sınır oluşturdum, ve başka bir insanla bağlantı kurmamın tek yolu cinsellikti, samimiyetim değil.

ADAMUS: Öyle mi?

PETE: Evet.

ADAMUS: Evet. Güzel. Mükemmel. Mükemmel, ve bu aslında çok içgörülü bir anlayış, Pete, çünkü oluşturulmuş sınırlar var. Pek iyi iş görmüyorlar, ama bir dolu cinsel enerji beslenmesi meydana geliyor, sürüyor, ve bir dolu ilişki sorunu da, çoğu kez enerji beslenmesine dayanıyor. İlişkiler, kabul edelim ki – ne derseniz deyin – Eski Enerjideki çoğu ilişki beslenmeye dayanıyordu. Beni yuhalayabilirsiniz, ama yapmıyorsunuz. Bana bir şeyler fırlatabilirsiniz, ama yapmıyorsunuz, çünkü bu grup bununla ne kastettiğimi gerçekten anlıyor.

Şimdi bu herhalde İnternet’te yayılacak ve herkes bir şey söyleyecek, ama hakikat bu. Gerçekten. İlişkilerin, sizin eril/dişil dengesizliğinizin ya da karmik dengesizliğinizin ya da kuşku dengesizliğinizin ya da… listeyi uzatabilirsiniz, boşluğunu doldurması gerekiyordu, ve çoğu ilişki buna dayanıyordu. Böyle olması gerekmiyor. Dünyadaki en harika ilişki… ? (izleyiciler, “Kendinle olan ilişki” der) Ah, buna bayılıyorum. Görüyor musunuz? Kendinle olan.

Kendinizle mahrem, sevecen bir ilişkiniz olduğunda, o zaman diğer ilişkiler de güzel ve özgürleştirici ve neşeli ve engelsiz olabilir. Ve aslında başka bir insanla hayatın zevkini çıkarabilirsiniz. Bu bir armağandır. Bu gerçek bir armağandır. Başka varlıklarla paylaşılan yaşamın özgür hazzı; ve bu cinsel yoldan olabileceği gibi, sadece – duygu doğru kelime değil – ama deneyimsel de olabilir; ya da bu tür şeyler. Ama, evet, güzel yanıt Pete.

Pekâla, cinsellikle ilgili başka yorumlar. Bu varlık neden…

JOEP: Aile karması.

ADAMUS: Aile karması. Bu…

JOEP: Yanlış aileyi seçmişindir.

ADAMUS: Yanlış aileyi seçmiştir, kesinlikle. Cinsel enerji ataların soyundan akar, ve cinsel dengesizlik ya da cinsel sapkınlıkla ilgili hiçbir şeyi bir başkasından biyolojik miras olarak alamazsınız. Ha, araştırmalar yapıp, “Eh, büyükbabada aynı sorun vardı,” dediler ve çocuklara kadar inerek kanıtlamaya çalıştılar. Ama, sonunda yolunu hücrelere ve DNA’ya kadar bulsa da, bu biyolojik değildir, evet, peki nereden geldi? Ataların soyundan akıp gelen SES virüsünden geldi. Kesinlikle.

SES (Cinsel Enerjiler Okulu) – cinsel enerji virüsü – hemen her yere, her şeye girebilir. Yolunu her bir küçücük oyuğa bulur, her bir küçük… Biliyorsunuz, şu ülkelerden biri özgürlük için çağrıda bulunmaya başladığı an, ne olur? SES virüsü içeriye dalar ve bazısını etkiler. Umarız hepsini değil, ama evet.

Şu cinsel – sorudaki kelime neydi – cinsel baştan çıkarma, ‘kafanın cinsellikle meşgul olması’ hissiyle ilgili paylaşmada bulunmak istememin başka bir nedeni var. Bir insan olarak yaşarken, Dünya, son derece baştan çıkarıcıdır. Son derece. Böyle bir ayartıcılığa sahiptir, ki her biriniz bunu hissettiniz. Zaman zaman burada olmak çok zor olsa da, aynı zamanda çok da baştan çıkarıcıdır. Dramlar baştan çıkarıcıdır. Güç – seksin kendisinden daha ayartıcıdır. Dengesizlik ayartıcıdır, çünkü bilinç yeniden-dengelenmenin bir yolunu hep bulmaya çalışacaktır, anlıyor musunuz.

İnsan olarak burada bulunmak her açıdan fazlasıyla baştan çıkarıcıdır. Bu iyi olabilir. Size muazzam sevinç ve harika deneyimler ve duyumsamalar sunabilir – ayartıcılıkta yanlış olan bir şey yok – ya da yıkıcı olabilir. Yaşamınızı yönetebilir. O ayartıcılık sahip olduğunuz cinsel kalıplarınıza girebilir, sadece organlarınıza değil, ama cinsel makyajınıza, ve zihnin seksle ilgili o küçük yerine girebilir, ki o aslında seksle ilgili değildir. Zihninizde küçük bir yer var, öyle fiziksel bir yer değil, ama düşüncelerinizin bir kısmı seksle bağlantılı, ve bu yüzden seksin bağımlılık yapabildiği söylenir. Yapmaz. Yapmaz, ama zihin, onun bağımlılık yaptığına inanır.

Zihin, bu doğal ayartıcılığı kullanmanın çok ilginç bir yoluna sahiptir. Baştan çıkarma enerjisi harika olabilir; sizi gerçekten canlandırabilir. Kötü olması gerekmiyor. Ama zihin onu, şeyleri anlamanın kısıtlı olduğu o küçük yere hapsedebilir ve bir varlığı cinsel doyum açısından tetiklemeyi sürdürebilir, ama o doyum çok, çok geçicidir.

Cinsel doyum – ben sadece fiziksellikten söz etmiyorum, çünkü seksin enerjisel, ruhsal bir doyumu da söz konusudur – suni olduğunda, o beyin kalıbına yerleştirildiğinde, asla doyum sağlamaz. Böylece kişi sürekli bu baştan çıkarmayı, seksi hisseder. Ne kadar çok cinsel ilişkiye girerse girsin, asla tatmin olmaz. İşte onun bu kısmı bağımlılık yapar. Başka bir deyişle, beyin öyle bir kalıba girmiştir ki, oradan nasıl çıkacağını bilmiyordur.

Bu arada, hiçbir şeye bağımlılık yoktur. Beyin, zihin, kalıplara girer ve nasıl çıkacağını bilemez. Bir açıdan çıkmak istemez. Onun, içine düştüğü ayartıcılık budur. Bağımlılıklar yoktur. Bilimin fiziksel bağımlılıklarla ilgili ne dediği umurumda değil, yoktur. Hiç yoktur. Hepsi buradan (kafa) gelir.

Böylece belki, sadece belki, kişinin kendi yapılarının tuzağına düşmediğini farketmesine yardımcı olacak enerji akışları ve enerji dinamikleri üzerinde çalışmaya başlayabiliriz. Yani insanlar kendi kristallerinin içinde tuzağa düşmüş değiller. Kendi zindanlarında değiller. Sonraki soru.

LINDA: Bir sorum var. Eğer o varlıklar ilk kez gelen varlıklarsa, söylenen başka şeylere dayanarak, onların daha önce büyük bir olasılıkla hiç seks yapmadıkları anlamı çıkıyor.

ADAMUS: Evet doğru. Kesinlikle.

LINDA: Bunun az çok yarattığı bir…

ADAMUS: Bu onların fiziksel biçim içinde ilk cinsel deneyimleri.

LINDA: Aynen.

ADAMUS: Bu kendi başına inanılmaz bir şeydir. Bu belki de en büyük armağanlardan biridir. İnsan olmanın yedi harikası olsaydı, bu herhalde onlardan biri olurdu – bedeni, zihni, ruhu içeren bir deneyime tamamen, tümüyle dalmak – çünkü gerçekten, gerçek anlamda seviştiğinizde, gerçek anlamda seks yaptığınızda, bu sizin her bir parçanızı kapsar, sadece hı-hı değil. (kahkahalar) Bu kelimeleri söylememem gerekiyordu, böylece… Böylece bu sizin her parçanızı içerir, ama teorik olarak, buraya ilk kez gelen meleksel bir varlık bu güzel şeye kesinlikle aşık olurdu. Onun güzelliğini göz önünde bulundururlardı. Ama bunun nasıl negatif ve çarpık ve çarpıtılmış ve saptırılmış bir hal aldığına bakın.

İnsanlar artık seksle ilgili ne düşüneceklerini bile bilmiyorlar. Sadece ona itildiklerini biliyorlar, ama bu gerçekten, çoğu zaman, doyurucu mu? Bu gerçekten sizin, meleklerin, olmasını amaçladıkları şey mi? Ve – Tobias bundan söz ediyor, ben de ileri (gelişmiş) SES’de bundan daha çok söz edeceğim – ama şu fikrin tamamı – bu kelimeyi Tanrı önünde (kendini gösterir) ve herkesin önünde söyleyeceğim – mastürbasyon! Eğer Katolikseniz, aman allahım, şu anda eriyip yok oldunuz demektir! (kahkahalar) “Ah Rahibe! Ben yapmadım! Ona dokunmak istemedim! Oluverdi!” (kahkahalar) Kim, ben mi?!

LINDA: Kulağa çok tanıdık geldin. (kahkahalar)

ADAMUS: Birinize kanal oluyordum. (yoğun kahkahalar) Kendinizi her biçimde sevmenin nesi yanlış? Kendinizi fiziksel olarak sevmenin yanlış bir tarafı mı var? Olması gereken sadece… ha, biliyorum, siz sadece kendinize karşı nazik olmak durumundasınız. Hayır! Lütfen! Atlantis’te, önceki daha iyi günlerde, hayır, gençlere her şekilde bedenlerini onurlandırmaları öğretilirdi, ne demek istediğimi anlıyor musunuz, yani daha bir eş edinecek yaşa gelmeden çok önce. Kendinizle mahrem bir ilişki kurmada rahat değilseniz, bir başkasıyla nasıl mahrem bir ilişki kurabilirsiniz? Bu size bir şey diyor mu? Herkes yere bakıyor, “Buradan çıkıp eve gitmek için sabırsızlanıyorum” diyor. (kahkahalar) Mahrem, samimi, yakın. Peki tamam, güzel. Teşekkür ederiz. Sonraki.

Soru 5

LINDA: 5. Soru.

SORU 5 (Linda okur): Neden insan deneyimi bu kadar yoksunlukla dolu? Ailem yoksuldu, komşularım yoksuldu, ve sanki Dünya’da geçirdiğim zamanın büyük bir kısmı yaşamak yerine hayatta kalmaya çalışmakla geçti.

ADAMUS: Tanıdık geldi mi? (Şambra, “Evet” der) İnsan deneyimi neden yoksunlukla dolu? Bunu bolluğun olmamasına örnek olarak kullanacak olursak, neden yoksulluk var? Neden ….. yoksunluğu var? boşluğu siz doldurun. Neden Dünya’da yoksunluk var? Böylece, lütfen, aydınlanmış Şambra’lara (git).

LINDA: Tamam.

MARY: Sanırım bu kitle biinciyle kendimizden kuşku duymanın, kim olduğumuz, ne olursa olsun bolluk içinde olabileceğimizi unutmuş olmanın bir bileşimi.

ADAMUS: Güzel. Güzel. Kitle bilinci, kendinden kuşku duymak, evet, güzel. Bir Adamus Ödülü. Evet, teşekkürler. Sonraki. Neden bu kadar yoksunluk var? Bu varlığa ne derdiniz?

PATRICIA: Biz, yoksunluğun karşıtının hiçlikten gelen enerji ve bilinç olduğunu unuttuk.

ADAMUS: Evet, evet. Kesinlikle. Harika. Adamus Ödülü.

PATRICIA: Aa güzel. Ödülüme teşekkür ederim!

ADAMUS: Evet. Yoksunluk dediğimiz bu şey neden var?

LARRY: Ee eğlenceli.

ADAMUS: Eğlenceli. Kesinlikle. Teşekkür ederiz. Bu dürüst bir yanıt. Az çok eğlenceli. İstediğiniz herşeye sahip olsaydınız, ne sıkıcı olurdu. Değil! (kahkahalar) Ama birçok insan, uzun dönemde, onunla aslında eğlenmeye başladı. Istırap çekmekten belli bir garip zevk alıyorlar ve belirli bir… biliyor musunuz, hedefi kovalamak bazen hedefe sahip olmaktan daha eğlencelidir. Yani evet, bu, kitle bilincindeki bir örtücü-katman. Evet.

Jean elini kaldırdı. Yoksunluk, Jean. Neden?

JEAN: Kendi deneyimime göre, yoksunluk sanki bir boşluk oluşturuyordu ve bana yaratmayı deneyimleme fırsatı sunuyordu.

ADAMUS: Bundan zevk alıyor musun?

JEAN: Evet, gerçekleştirirsem.

ADAMUS: Hayır, yoksunluktan zevk alıyor musun?

JEAN: Hayır, ama sanki bana bir motivasyon sağlıyor.

ADAMUS: Ha, ilginç. Bir motivasyon sağlıyor. Teşekkür ederiz. Buna bir Adamus Ödülü. Vince’e geçeceğiz, ve… evet, motivasyon sağlıyor. Şu anda yoksunluk seni motive ediyor mu? (Jean başını “hayır” anlamında sallar) Yoksunluktan korkuyor musun?

JEAN: Artık korkmuyorum.

ADAMUS: Artık korkmuyorsun. İyi.

VINCE: Yoksunluk eşittir daha ruhsal olmak.

ADAMUS: Evet, yoksunluk eşittir daha…

LINDA: Aaaa.

VINCE: Özellikle de Yahudi-Hıristiyan kültüründe.

ADAMUS: Kesinlikle. Yoksunluk ve ruhsal olmak, bunu kim uydurdu? (birisi “Din” der)

LINDA: Papa!

ADAMUS: Eh, insanlar, ama evet, şimdi bunu söylediğine göre. Her türlü kuruluş, ister dini olsun, ister bir okul, bir iş ya da her neyse, ve şöyle bir anlayış var, bilirsiniz, eğer tüm o bolluğa sahip olsaydın, yaptığın şeyde nasıl iyi olabilirdin? Ve bu aslında din tarafından odak haline getirildi.

Ancak, birisi durup da şöyle demeli, “Merhaba, Başpapaz, altından altarlarınız, sunaklarınız var. Devasa binalarınız var. Yemek istediğiniz herşeye sahipsiniz. Ordularınız var. İşleriniz var. Teröristleriniz var. Halkla ilişkiler elemanlarınız var, ki bazen bu aynı şeydir. Bunların tümüne sahipsiniz.”  Ama işte hepimiz için şaşırtıcı olan da bu, neden hiç kimse açıkça ortada olana dikkat çekmiyor?

KERRI: Bizi öldürdüler! (yoğun kahkahalar)

ADAMUS: Ne olmuş yani! Hâlâ buradasınız. Geri geldiniz, üçüncü raund. Evet, evet, bazen öldürdüler, ama, biliyor musunuz, daha fazla insan kalkıp da…

LINDA: İnsanların bunu duyduğunu sanmıyorum. Kerri’nin yanıtı, çünkü bizi öldürdükleri için, idi.

ADAMUS: Çünkü bizi öldürdükleri için, evet. Ama daha fazla insan ayağa kalksaydı, daha fazla insan kendi bilinçlerinin hakikatinin çıkmasına izin verseydi, bu bu kadar uzun sürmezdi. Toplantının başında Cauldre’nin belirttiği gibi, Mısır’da 18 gün sürdü. Şimdiyse kendi değişimlerinin sonuçlarıyla uğraşmaları gerekecek. Ve kelimenin tam anlamıyla, sizlerin onlara gönderdiğiniz, onlara yaydığınız, ışıdığınız şey… daha iki ay, altı ay önce onlar için orada olmayan potansiyelleri yaratıyorsunuz. Yani bu kendi kendine hallolmanın bir yoluna sahiptir.

Ama insanlar yoksunluk (anlayışına) giriyorlar çünkü, evet, bu programlanmıştır. Evet, garip ama bir oyundur. Çarpık bir motivasyondur – o yoksunluk korkusu, sadece güçbela yetecek kadarına sahip olmak, insanların devam etmesini sağlıyor. Bizim artık buna ihtiyacımız yok. Hayatınızda o yoksunluğun olmaması seçimini, herhangi bir noktada bilinçli olarak yapabilirsiniz.

Neden? Enerji bolluğu var da ondan. Şu anda havada çıtırdıyor ve patlıyor. Her yerde. Sizin içinizde enerji var, ve o hep orada olan bir enerji deposudur, ve size “tam zamanında” yöntemiyle veriliyor. O sadece… (Adamus parmağını şaklatır) Anda ortaya çıkar. Şöyle diyen eski bir programlanma var, “Hayır, bilirsin işte, büyük miktarlar olduğunu bilmem gerekiyor. Onu görüp ona dokunmam gerekiyor.” O nötr bir halde oradadır, ve sizin tarafınızdan size tam zamanında verilir. Ve bu, büyük bir güven gerektirir, bu arada. Evet.

Soru 6

LINDA: Bir soru daha?

ADAMUS: Evet.

LINDA: Son soru.

SORU 6 (Linda okur): Neden istediğim şeyi yaratamadım? Ne istediğimi bildiğimi sanıyordum ama sanki olmasını hiç sağlayamadım .

ADAMUS: Şambra? Şambra, evet.

LINDA: Hazır mıyız?

ADAMUS: Evet, lütfen. Mikrofon… nasıl oldu da istediğim şeyi yaratamadım?

JOSHUA: İstediğin şeyi yarattın, istediğini sandığın şeyi yaratamadın.

ADAMUS: Evet. Evet. İstediğin şeyi yarattın. O sadece istediğini sandığın şey değildi. Parlak bir yanıt. Çok parlak bir yanıt, ve… (izleyiciler alkışlar) Linda bugün ceplerimi kontrol etmeyi unuttu. (Adamus Jashua’ya para verir; kahkahalar ve tezahürat) Yaratım ne kadar kolay, görüyor musunuz? Peki, teşekkür ederiz.

Pekâla, Şambra, derin bir nefes alalım.

LINDA: Ben senin annen değilim. Ceplerini kontrol etmeyeceğim.

ADAMUS: Siz, bu arada, siz buradaki bu kısa sınavdan geçtiniz. Parlak yanıtlar. Kolay, basit yanıtlar. Kolay değil mi? Ve yanıtları bilmek için kafanızı da fazla kaşımanız gerekmedi. Çünkü neden? Eh, siz aslında bu bilgiyi şu Şaud denen şeyde yıllardır veriyordunuz. Şimdi ise fiilen onu yaşamaya başlıyorsunuz. Onu aslında hemen buraya getirmeye başlıyorsunuz.

Böylece derin bir nefes alalım ve… sınırlı zamanımızda… onların gitmesi gerekiyor.

LINDA: Bu arada, Awakening Zone’daki insanlar herhalde sen, Adamus’un, Joshua’ya 50 $’lık bir ödül verdiğini bilmiyor.

ADAMUS: Cauldre’nın cebinden aldığım şeyle böbürlenmek istemedim. Ama evet, o 50 $ aldı. Ne diyebilirim k? Ne diyebilirim ki? (izleyiciler onaylar)

Sonraki bölüme geçerken derin bir nefes alın, ve bu, son soruya bağlanıyor.

Kihak

Pekâla, neden istediğiniz şeyi yaratamıyorsunuz? Eh, yaratıyorsunuz. Sonraki soru şu. Ne istediğinizi nasıl anlamaya başlarsınız?

Eski bir kelime var, Lemurya’dan kalma bir sözcük, ve ben onu burada kullanacağım. Türlü nedenlerden ötürü kullanacağım. O kelimeyi seviyorum, kulağa hoş geliyor, enerjisi güzel, ayrıca bunun için bilinen gündelik bir kelime kullanacak olsaydım, biraz zihinsel olmaya yatkınlık gösterirdi.

Ben sizden bu kelimeyi hissetmenizi isteyeceğim. Şöyle yazılıyor (yazar) “key-hak.” (“ki-hak” olarak okunur) Ki-hak. Kulağa eğlenceli gelmiyor mu? Söyleyebilirsiniz. (Şambra kelimeyi tekrarlar) Evet. Bok dermiş gibi. Sadece ki-hak! (kahkahalar) Ki-hak! Lemurya sözü, ki aslında farketmez, ama esası “hak” kelimesidir, eylem halindeki ruh anlamına gelir; deneyim içindeki ruh. Hak. Kadim bir kelimedir, ve biraz gırtlaktan söylemeniz gerekiyor. Hak! Hak! Evet, hak, hak. Ruh anlamına gelir, sadece bir kavram olarak ruh değil, o akli, zihinsel ruh değil, ama deneyim içindeki ve hareket halindeki ruh anlamında. O sizsiniz. Sizsiniz. Hak budur.

Diğer kelime “ki (key)” – ve bu kelime ille de bu şekilde yazılmak zorunda değil, ama “ki”, eylem içindeki enerji anlamına gelir. Kadim… ki-hak belki de kulağa biraz adaların dili gibi geliyordur, biraz Hawai tarzı, çünkü bir Lemurya sözüdür. Ama bunun anlamı… birleştirecek olursak (yeniden yazar) keahak (kihak), enerjiyi kendine nasıl çekeceğini gerçekten anlamakla ilgilidir, ve bu da sonuçta yaratıcılığın ne olduğuyla ilgilidir. Bu, enerjiyi nasıl kendine çekeceğini anlamakla ilgilidir.

Ben Çekim Yasası hakkında çok laf edildiğini duyuyorum ve Şambra’dan da çok soru geldi. Bu, neler olduğunu anlamak için iyi bir başlangıçtır. Benim bu konuda tek bir problemim var, eh, yaklaşık sekiz problem ama bu en büyüğü. Bu problem ne olabilir?

ŞAMBRA (hanım): Zihinsellik.

ADAMUS: Zihinsellik! Evet, zihinsel. Bu zihinseldir. Bu onu yanlış yapmaz. Bu, bu grup aslında olan bitenin biraz farklı bir anlayışını gereksiniyor, anlamına gelir.

Bir düşünceniz olduğunda, özellikle de yansıtılan bir düşünce, bilinçli bir düşünce olduğunda, enerjiyi kendine çeker. Ben şimdi çöp adamdan küçük yuvarlak bir adama geçeceğim. (çizer) Öbür figür çok sıska ve bir deri bir kemikti, pekâla, bu bizim insanımız. Bu sizsiniz. Evet, zencefilli kurabiye gibi, ve… (bir yüz çizer) tamam, koca bir gülümseme. Tamam. Peki, evet, ben çöp adamlar çizmekten sıkılmıştım. Ama bu aslında az çok sizin enerjinizden biraz fazlası. Sadece çizgilerden oluşmuyor. O… siz yuvarlak bir kütlesiniz! (kahkahalar) Başka bir deyişle, enerjiniz, Bilinç Bedeniniz katı bir biçimde değil, demek istiyorum. Yumuşak bir biçim. Akıyor.

Yaratım

İşte böyle, yuvarlak kütle Bob, ve… bu bilinçtir. Siz bilinçsiniz, fiziksel bedeniniz bile. Kendinize enerji çekersiniz, her an – (küçük yuvarlaklar çizer) bunlar küçük enerji şekilleri. Bunu şu anda da yapıyorsunuz, ama bilincinde değilsiniz. Ve bu çokça kafa karışıklığına neden oluyor, çünkü bu oluyor, siz gerçekliğinizi yaratıyorsunuz, o gerçeklik her neyse, ama bir gerçeklik yaratıyorsunuz – belki ıstırap çekilen bir gerçeklik, ya da bu tekil boyuta mutlak biçimde battığınız bir gerçeklik, ki bu aslında az çok doğaya aykırıdır, çünkü aslında çok-boyutlusunuz – ama o gerçekliği yaratıyorsunuz. Ailenizi, sağlığınızı, ve geride ne varsa, hepsi yaratılıyor.

Ama nereden yaratılıyor? Soru bu. Günün büyük sorusu bu. Nereden yaratılıyor? Bir araştıralım, çünkü o birçok yerden geliyor.

Gerçekliğinizi yaratan enerjileri zihinden kendinize çekiyorsunuz. (yazar) Biz buna Zihinsel Düşünce diyoruz. Çok etkili, çok güçlü değildir. Şu anda burada otururken bir düşünceye – zihinsel bir düşünceye – sahip olabilir ve bir şey istediğinizi söyleyebilirsiniz. Bir ilişki düşünün, bazılarınız bunun peşinde, “Ben bir ilişki istiyorum. Bir ilişki düşünüyorum. Bir ilişki görüyorum.” Bu azıcık da olsa bir etkiye, bir kuvvete sahiptir, ve küçük bir tutam enerji gelecek ve bunu oldurmaya başlayacaktır. Ama bu enerjiler çok dinamik değildir. Çok güçlü değildir. Sadece bir düşüncedir.

Düşüncelerinize bir sayaç koyacak olsanız, azıcık hareket ederdi, fazla değil. Çekim yasasının öğretilme yollarının bazısında, ya da zihnin gücü hakkında konuşma şekillerinden, insanların zihin kontrolünden söz etme şekillerinden bazısında çokça hayal kırıklığı işte bu noktada ortaya çıkar. Bu aslında çok verimsizdir, çok modası geçmiştir, ve eninde sonunda intihara neden olur. Olur, gerçekten, çünkü gerçek bir içsel ihtiyacı tatmin etmemiş olursunuz. Kasıtlı olarak kendinizi aldatırsınız. Sonunda büyük bir kara deliği boylar ve burada bulunan bazılarının yaptığı gibi son vermek istersiniz. Yani Zihinsel Düşünce belli bir kuvvete sahiptir.

Bir başka düzey var ki ona duygusallık deniyor (yazar), ve ben buna Duygu Dramı diyeceğim, zihinsel düşünceden çok daha kuvvetlidir. Neredeyse hemen herkesin yaşamında bu iş görür. Gerçeklikler bu şekilde yaratılır – Duygu Dramı’ndan:

Daha önce söylediğim şeyi hatırlayacak olursanız, duygu, zihnin ucuz, suni, hissetme girişimidir. Zihnin kendisi kesinlikle hissedemez. Hislere, yani duyusal algılara sahip olamaz, böylece, sanki hissetmeyi hissedebilmesi için, sanki patron oymuş gibi hissedebilmesi için, duygu denen bu küçük şeyi yaratmıştır. Duygular kalbinizden gelmez. Hele ruhunuzdan hiç gelmez. Onlar buradan (kafa) gelir. Ama şöyle garip bir hile söz konusu. Siz zihinle duyguların ayrı ayrı şeyler olduğunu düşünürsünüz; oysa onlar aslında aynı şeydir.

Ama bilinç – tam doğru kelime değil, Cauldre – Duygu Dramı’ndan çıkıp gelen suni bilinç, gerçekten enerjiyi kendine çekme biçimine sahiptir. Bu yüzden, zihin, duygulardan oluşan o suni altkümesiyle birlikte, şöyle düşünür, “Görüyor musun? Duygular gerçek, ve ben çok duygusalım,” çünkü muazzam miktarlarda enerjiyi kendine çekebilir. Duygular enerjiyi kendine çeker. Dramlar, ki yüksek vitesli duygulardır, gerçekten enerjiyi çeker. Bu yüzden birçok kimse dram bombaları atar, çünkü enerjiler alelacele koşa koşa çıkıp geliverirler. Koşa koşa gelen enerjiler, ve insanlar bunsuz yaşayamazlar.

Sonra o enerji gelir… enerji, hatırlayın, nötr haldedir. O her yerdedir. Şu anda hemen burada bizi kuşatan havada çınlayıp duruyor. O nötrdür. Enerji temelde gerek artı gerekse eksi – pozitif ve negatif – potansiyel yeteneklere sahip olan bir biçimdedir ve bilince bağlanmaya hazırdır, ve sonra da gerçekliği yaratır. Çağrılana kadar da o nötr halde oturur.

Dramlar ve duygular bu enerjilerin çok büyük bir miktarını çağırabilirler, ve onlar da koşa koşa gelip yaşamınıza girerler. Ve gerçekliğinizde yaratmaya başlarlar, ve içinizdeki bir şey der ki, “Eh bak. Olan biten şu şeylere bak. Hareket eden enerjilere bak.” Ha, hareket ediyordur, ama saatte 150 km ile bir duvara çarpmak üzere olan araba da hareket ediyordur. Hareket ediyordur, ama sonra ne olacaktır, anlıyor musunuz. Kaza.

Böylece dramlara çekilen muazzam miktarda enerji var. Ve çoğu insan bu yaratıcı yeteneğin içinde tam anlamıyla tıkanıp kalır. Onun bilincinde değiller. Bir duygusal karşılaşmadan ötekine, bir dram durumundan ötekine giderler, ve garip bir düzeyde de sanki şeyler oluyormuş gibi hissederler. Eh, oluyordur da, ama bilinçli değildir. Ve sonra kaç kişi şöyle der, “Eh, bunlar nasıl çalışıyor bilmiyorum, onun için kadere ve alın yazısına boyun eğeceğim.”

Kader ve alın yazısı tüm yalanların içinde en kötü olanıdır! Ve aslında kimlerin kader ve alın yazısına inandığını biliyor musunuz? Spiritüel, yeni çağcı, spiritüel, kiliseden insanların. Din, deli gibi kader ve alın yazısını teşvik ediyor, çünkü çok yanıltıcı ve çok … bu, “Biz aslında var olmayan bir şeye inanacağız” demek gibidir, ve insanları kader ve alın yazısına bağlamak kolaydır.

Bunlar mevcut değil, tabii siz istemedikçe. Mevcut değiller. Önceden yazılmış bir plan yok. Yok öyle yukardaki Tanrı’nın bir eli… yani size söylenmeyen böyle bir plan olsaydı ve siz de sadece birer kukla olsaydınız, bu hastalıklı bir şey olurdu, ve ben de öyle hastalıklı bir Tanrı’nın çevresinde bulunmak istemem. Böylece çoğu insanın hayatı buradan yaratılıyor.

Sonra, bir de sonraki düzey var, ki ben buna Hakiki Kalp diyeceğim. (yazar) Hakiki Kalp. Bu, gerçekten hakiki hislerinize ulaşmaya başladığınızda olur. Son zamanlarda birçoğunuz onları hissetmeye başladınız – o içsel bilişi. Ve Hakiki Kalp sadece buradan gelebilir (kalpten). Dramlar, duygu enerjileri ve yanlış bilinç – zihinsel düşüncedir, ve diğer herkesinkiyle karışabilir. Ama Hakiki Kalp tam buradan gelir.

Sorun şu ki, sizlerin Hakiki Kalp’te bulunduğunuzdan bu yana çok uzun zaman geçti. İçinize baktığınızdan bu yana uzun zaman geçti, ve ona pek de güvenmiyorsunuz. Siz – genel olarak insanlar – şeylerin onlar adına yönlendirilmesine, insanların onlara ne yapabileceklerini ve ne yapamayacaklarını söylemesine hâlâ çok yatkınlar. Böylece bu, olması gerektiği kadar kullanılmayan bir kaynak, ama oradadır, ve bu Hakiki Kalp, yaşadığınız birkaç aşkın deneyimden bileceğiniz gibi, muazzam, muazzam miktarlarda enerjiye sahiptir. Muazzam miktarlarda enerji çeker.

Tek bir deneyim yaşayabilirsiniz, ve o kesinlikle yaşamınızı değiştirebilir. Tek bir deneyim, sizi bulunduğunuzdan yoldan alıp bambaşka bir yola savurabilir, öngörülmemiş, alın yazısı olmayan, karma falan olmayan bambaşka bir yaşama sıçratabilir. Bu muazzam enerjiyi alan, ve şimdi yaşamına sokan ve (böylece) yaşamını değiştiren sizdiniz.

Böylece Hakiki Kalp muazzam miktarlarda enerji çeker, ki aslında enerjiyi size getiren de, benim, bilinciniz ya da Bilinç Bedeniniz diyeceğim şeydir. O sizin çekirdeğinizdir. Özünüzdür. Ama soru şu, onunla nasıl bağlantı kurarsınız? O nedir? Nerededir? İnsani ihtiyaçlarınızı anlar mı? Onu nasıl ölçersiniz? Size konuşur mu? Siz ona konuşuyor musunuz?

Sizin bilinç bedeniniz, gerçek bilinciniz, şu anda hayal bile edemeyeceğiniz enerjileri size getirir; herşeyi yapabileceğiniz herşeyi getirebilir; yaşamınızı ve çevrenizdeki insanların yaşamlarını, eğer bunu seçerlerse, değiştirecek şeyleri çekebilir. Bu, bu noktada kelimeleri aşıyor, onun için sözle ifade etmek çok zor. Ama kelimeleri aşıyor. Bu, kihak kavramıdır, mutlak özgürlük – yaratma özgürlüğü, hiç bir çaba göstermeden enerjileri getirebilme özgürlüğü.

Size daha önce de söyledim, aslında sonunda hiçbir şey için çabalamak istemezsiniz. Neden? Neden? Çabalamanız gerekmemeli, ama bazılarınız hâlâ çabalamaya bağımlı. En sonunda, bu olmamalı. (Asıl olan) muazzam miktarlarda enerjiyi çeken saf bilinçtir.

Pekâla, soru şu, onunla nasıl bağlantı kurulur? Zihnin ötesine nasıl geçilir? Duyguların ve dramların ötesine nasıl geçilir? Gerçekten ne yaratmak istediğiniz nasıl anlaşılır? Bu tümüyle basit güzel kihak akışına nasıl girilir – yani istediğiniz şey için enerjileri kendinize nasıl çekersiniz?

Ben şimdi burada bir dolu ikileme düşüyorum, ve bugün bunu bitirebilecek miyiz bilmiyorum. Zihin devreye girip yapılandırmaya çalışıyor… (kapının rüzgarla açılması üzerine kahkahalar) Aslında onlar gidiyorlardı. (kahkahalar) Zihin bunu ölçmeye ve yapılandırmaya çalışıyor. Ve yine zihin, o harika programlanmış haliyle der ki, “Ha evet, ben Adamus’un neden söz ettiğini tam olarak biliyorum, kihak.” Ve sonra da sizi, bilincinizi, buna açmaz. Onu zihinsel bir kavram olarak tutar ve onunla oynar. Ve kendini de iyi hisseder. Der ki, “Görüyor musun, ben kihak nasıl gerçekleştirilir biliyorum, çünkü kelimeyi duydum,” ve işte şimdi çok zihinsel olmuştur, ama siz kihak’a girememişinizdir. Bu, makyo’ya bir örnektir – yani kelimeleri söylemek, bilincin enerjiyle nasıl eşleştiğini ya da enerjiyi çektiğini (ifade eden) bu kihak hakkında herkesle konuşmak. Sonra anlatmaya başlarsınız ve sanki onu zihinsel olarak küçük düşürme çabasına girersiniz. İşte, onu kaybettiniz. O noktada, onu kaybettiniz.

Yani zihnin kendi… o size karşı iş görmeye çalışmıyor, bu arada, yani zihin. Kesinlikle çalışmıyor. Ama kendi işini görmek üzere eğitildi, ve kitle bilinciyle örtücü katmanlara bağlı. Hani neredeyse elinde değil. Umutsuzca (bu durumu) aşmak istiyor. Umutsuzca. Genişlemek, kendini aşmak istiyor.

Bu yüzden yönetimi siz aldığınızda, geri gelip de kendinizin sorumluluğunu üstlenerek o sorumluluğu sadece zihninize yüklemekten vazgeçtiğinizde, bedenlenmiş bir ruh olduğunuzda, seçimler yapıp sorumluluk aldığınızda, zihin sevinçten bayram eder. Bu, onun hep istediği şeydir. O, bu eski oyunu gerçekten hiç oynamak istemiyor.

Böylece, hemen şimdi derin bir nefes alın… bunu birlikte yapalım.

Anlayışa nasıl ulaşırsınız? Özünüze, canınıza nasıl yeniden-bağlanırsınız? Hakiki Kalbe, gerçekten istediğiniz şeye nasıl ulaşırsınız?

İnsani Gereksinimler

Buna giren ve kafayı karıştıran diğer şey, insani gereksinimlerdir. İnsani gereksinimlerinizin olduğu açık. Kendinizi beslemeyi gereksiniyorsunuz, ve giyeceklere ve bir arabaya ve bir eve ve o diğer şeylere ihtiyaç duyuyorsunuz, böylece o insani gereksinimler devreye giriyor ve aslında dikkati çok dağıtıyor. Ve, “Ben şunu istiyorum. Ben bunu istiyorum” oluyor. İnsani gereksinimler enerjiyi çağırıyor. İnsani gereksinimler, enerjiyi çağırmada oldukça iyi olduklarını düşünüyorlar, ama aslında değiller. Sizin o insani veçheniz, o küçük insan varlığınız – çok, çok, çok muhtaç halde.

Bu, beyin ya da zihinle eşleştiğinde, çarpık veçhelerinizle eşleştiğinde, evet, bir dolu verimsiz yaratıcılık meydana geliyor. Bir dolu enerji emiyor, ama çok, çok verimsiz, sonra da Hakiki Kalbinizi anlamanızı engelliyor. Gerçek bilincinizi anlamanızı engelliyor.

Peki bu insani gereksinimlerle nasıl çalışırsınız, sanki sürekli müdahale eden bu insani gereksinimleri nasıl halledersiniz? Ne yaparsınız? Ayağınızla ezer misiniz? (birisi, “Nefes” der) Nefes almak insani gereksinimlerin umurunda değildir, tabi kafanız suyun içinde tutulmadığı sürece. (kahkahalar) Nefes almak gerçekten onun umurunda değildir! Yani, insani gereksinimleriniz nefes alacağınızı varsayıyorlar, demek istiyorum.

Peki, çok enerji emen, Hakiki Kalbi, gerçek tutkuyu, yaratmaktan alıkoyan insani gereksinimlerle nasıl başa çıkarsınız? (Edith, “Onları dönüştürürsün” der) Hayır, özel olarak dönüştürmek değil. Yani, onlar dönüşmüş hale gelecektir, onun için sanırım soru daha çok, nasıl… ya da, bu tam doğru değil. (birisi, “Bir seçim yapmak mı?” der) Bir seçim yapmak önemlidir. Bu önemlidir. Bilinçli bir seçim yapmanız çokça enerji çeker, çünkü bilinçlidir ve bir seçimdir, ve bu birdenbire öncelik kazanır, insani gereksinimlerden önce gelir. Birdenbire, umalım ki bu hakiki kalbinizin arzusu olsun. Bir seçim yaparsınız. Bu, enerjiyi hareket ettirmeye başlar.

Çoğu insan seçim yapmıyor, ki bundan daha önce söz ettik, tabi ne renk kravat ve kahvaltıda hangi tahıl gevreği kutusunu seçecekleri dışında. Ama seçim yapmıyorlar.

Çok bilinçli bir seçim yaptığınızda, ki tek tek her biriniz bu seçimi yaptınız ve şöyle dediniz, “Ben Tanrı’yı bilme seçimini yapıyorum. O her nerede ise, her ne ise, bu bilinçli seçimi yapıyorum.” İşte bu, gerçekliğinizi destekleyerek sonunda bu sandalyelerde oturmanızı sağlayan bu yola sizi sokan muazzam miktarlardaki enerjiyi çekti. Bilinçli seçim çok önemlidir.

Ama insani gereksinimler hâlâ orada duruyorlar, onu küçük küçük kemiriyorlar, elinizden alıyorlar, gerçek yaratıcılığı, bilinçli yaratıcılığı çalışmaktan alıkoyuyorlar.

İnsani gereksinimleri nasıl ele alırsınız? Pete?

PETE: Eh, şifamda bana yardımcı olsun diye evrene bir niyet salarım.

ADAMUS: Evet.

PETE: Ve evren yanıt verdiğinde de o yanıta teslim olurum.

ADAMUS: Bu, üzgünüm ama, makyo’nun sınırlarında dolanmak olur. Yine de pekâladır. Biraz çapraşık, Pete. Pete diyordu ki, evrene niyetini salar ve sonra…

PETE: Yardım etsin diye.

ADAMUS: Yardım etsin diye, ve sonra…

PETE: Ve sonra evren bir yanıt verir.

ADAMUS: Evet.

PETE: Ve sonra benim o yanıta teslim olmam, onu kabul etmem gerekir.

ADAMUS: Peki. Herşeyden önce, bir şey istemediğin gibi, denklemin içindeki seni de unuttun. İkincisi, ben niyetlerden pek hoşlanmam. Bir şeyi ya yaparsın ya da yapmazsın. Niyet etmezsin. Sadece yaratıverirsin. Yani, bunun için sadece bir seçim yaparsın, demek istiyorum. Ve ben seni, harika bir örnek olarak kullanıyorum.

PETE: Teşekkür ederim.

ADAMUS: Çünkü biz bir adım ötesine sıçrayabiliriz. Evren – zaten, şimdiden sana – tam olarak… Eh, evren enerjidir. Enerji zaten yaşamına akıyor; soru şu, gelenlerden hoşnut musun?

PETE: Eveet.

ADAMUS: Hoşnut musun?

PETE: Eh bazen değilim, ama ona nasıl teslim olacağımı biliyorum.

ADAMUS: Peki.

PETE: Onu kabul ediyorum.

ADAMUS: Kendini kabul et, ama gerçekliğinde meydana gelen şeylerden hoşnut değilsen, ona teslim olma. Onu değiştir, demek istiyorum! Bir seçim yap. Bir seçim yap.

“Evren” – ben bunu tırnak içinde kullanıyorum – fiziksel evren değil, ama orada, dışardaki enerji harfi harfinedir. Çok basittir. Aslında enerji gerçekten boştur. Gerçekten öyledir. Enerjide zekâ yoktur.

PETE: Bir zekâya, inceliğe sahip değil.

ADAMUS: Bir zekâ, incelik yok ve – buum! – bunun gibidir. Basitçe tepki verir. Ve eğer yoksunluğa inanıyorsan, sadece… o orada. Umurunda değil. Bir beklentisi, ya da gündemi yok. Sana hizmet etmek üzere orada. Enerji, tüm enerjiler, size hizmet için oradalar.

Çoğu insan bunu farketmiyor. Bir şekilde sanki onlar enerjiye hizmet etmek için orada bulunduklarını sanıyorlar. Ama o çok harfi harfinedir. Eğer günaha inanırsanız, oradadır. Günah işleyeceksinizdir. İnsani deneyimin berbat olduğuna inanıyorsanız, bunu destekleyecektir. Çok harfi harfinedir. Beyinsizdir.

Böylece sen niyetini evrene salarsan, bir yaratıcı olarak kendinle ilgili ne hissediyorsan onu desteklemek için kesinlikle geri gelecektir.

PETE: Bir yanıt aradığım zaman, niyeti varlığımla ya da kaynakla uyumlanmış olarak salıyorum.

ADAMUS: Tamam. Ve kaynak hemen burada (Pete gösterir). Orada bir yerde değil.

PETE: Doğru.

ADAMUS: Evren bir yanıta sahip ve senden onu esirgiyor değil. Evren, o Alan, istediğin her ne ise onu destekleyecek enerjileri gönderecektir.

PETE: İstediğimi, aynen.

ADAMUS: İstediğini. Soru şu ki, ne istiyorsun? Soru şu – eski soruma geri dönüyorum – ne istediğini biliyor musun? Enerjileri nereden kendine çektiğini, nereden çağırdığını biliyor musun? Ve yanıt, hayırdır. Yanıt, hayırdır.

Bir sonraki toplantımızda bu konuyu daha geniş kapsayacağız. Şimdi sadece bir başlangıç yaptık. Bu – bir sonraki toplantımızda bunun özüne ineceğiz – ama bu, şu kihak işlemiyle ilgilidir. Kihak, sizin o enerjilere bağlanan ve onları getiren yanınız için kullanılan kadim kelimedir.

Ve enerjiler, tekrarlıyorum Pete, zekâya sahip değildir; onlar destekleyici bir role sahipler. Dışarda, evrende, senden/sizden daha muhteşem bir zekâ yok. Hiçbir yerde. Tüm kâinatta arayabilirsiniz ve (hiçbir yerde) daha büyük bir zekâ yoktur. Ben zihinden söz etmiyorum; ben ruhtan söz ediyorum. Yoktur.

Günün birinde Kaynağı bulacaksınız, ona bakacak ve “Allah, o benim!” olacaksınız. Şimdiye kadar tanıdığım, bildiğim ve Kaynak’la karşılaşmış olan her varlık hep şunu farketti, “Tıpkı bana benziyor. Tıpkı benim gibi davranıyor. O benim! Güzel Tanrım, keşke biri bana bunu söylemiş olsaydı.” Söyledik. Söyleyip durduk, ama söylemeyi sürdüreceğiz.

Böylece bir sonraki toplantımızda kihak hakkında konuşmayı sürdüreceğiz. Ben sizin o kelimeyi hissetmenizi ama ona takılmamanızı istiyorum, onu hissedin – enerjiyi çeken bilinç – ve biz şimdi Yeni Enerji’nin nasıl farklı bir hal aldığından söz edeceğiz. Yeni Enerji büyük ölçüde Eski Enerji’den farklıdır. Yeni Enerji’nin buna nasıl dahil olduğundan söz edeceğiz.

Ve bir sonraki toplantımızda, onu nefesimizle içimize alacağız, içimize gelmesine izin vereceğiz, ve Bilinç Bedeni’ne ait o Hakiki Kalbin bilinci ile Yeni Enerji’yi birleştirme deneyimine sahip olacağız.

Pekâla, derin bir nefes alın.

Sevgili dostlar, bu, inanılmaz bir gün daha oldu, bir dolu enerjiyi hareket ettirdik, bir dolu iş hallettik, eğlendik, her bir parçanızı gıdıkladık. Her bir parçanızı gıdıkladık.

Ve şimdi ila bir sonraki toplantımız arasındaki herhangi bir zamanda o kuşku ortaya çıkacak olursa, bir an için durun ve sadece o çok temel önermeyi hatırlayın; tüm yaratımda herşey yolunda, ve bu yüzden, Ben o Ben’im.

Böylece, sevgili dostlar, gelecek sefere kadar hoşçakalın, adios.