• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

Ortaya Çıkış Dizisi Şaud 10


Adamus Mesajı Geoffrey Hoppe Kanallığı ile 1 Haziran 2019’da Kırmızı Çember’e sunulmuştur.





Ben Ben’im, St. Germain’in Adamus’ı.

Hadi biz bu güne başlarken hep birlikte güzel, derin bir nefes alalım. Hım.

Şimdi, ben dinleyenlerinizden çoğunun, Bağlantı Merkezi’nde bulunanlarınızdan çoğunun herhangi bir şey hissedebileceğini düşünmediğini biliyorum. Ama ben sizin az önce bir şey hissettiğinizi düşünüyorum. Ben sizin az önce bir şey hissettiğinizi düşünüyorum. Şu an bunun ne olduğunun gerçekten bir önemi yok ve ben aslında sizden bunu sözcüklere dökmeye çalışmamanızı, bunun ne olduğunu çözmeye çalışmamanızı rica ediyorum. Siz bunun yerine bir an durup henüz hissettiğiniz şeyi gerçekten hissedin.

Hadi bu hisle güzel, derin bir nefes alalım.

Evet, bir şey oluyor ve siz bu konuda biraz insan kaygısı duyabilirsiniz. Siz bunun tam olarak ne olduğunu bilmeyebilirsiniz. İnsan, “Adamus lütfen bize bunun ne olduğunu tam olarak anlat.” demeye yeltenebilir. Ah, sadece hissedin. Siz ne olduğunu biliyorsunuz. İnsan bunu şimdi sözcüklere dökemese de ama siz bunun ne olduğunu biliyorsunuz. Hım.

Bu arada, ben daha önce Yükselmiş Üstatlar Kulübü’ndeydim. Ben ders veriyordum. Şimdi, Cauldre insan zihniyle benim aynı anda birçok şey yapabileceğimi henüz anlamıyor. Ben ders verebilirim. (kahkahalar artar), ben uyuyabilirim, ben Paris’te güzel bir yemek yiyebilirim ve ben sizin buradaki konuşmalarınızı dinleyebilirim. (kahkahalar artar; Adamus, Geoff ve Linda’nın bir önceki bölümde yaptığı yorumlara atıfta bulunur) Ve bu hepiniz için iyi bir not – lanet olası o kadar lineer olmayı bırakın! Siz Ve’siniz. Siz aynı anda birden fazla şey yapabilirsiniz.

Ama ben bu sabah ders veriyordum. Beni insan gruplarıyla çalışan diğer Yükselmiş Üstatlar çağırdı. Onlar beni ani olarak çağırdılar ve ben, “1 Haziran 2029’da doluyum. O gün benim Şaud günüm. Bu, benim her ay ışık saçtığım ve kaba olduğum önemli bir günüm.” dedim. (kıkırdamalar artar) Ben, “Ben bunun için yaşıyorum. Ben buyum.” dedim. Onlar da, “Hayır, hayır, hayır Adamus bizim öğrenmemiz gerek. Sen oraya inmeden bizim senin bunu nasıl yaptığını öğrenmemiz gerek. Biz geride olduğumuzu kabul ediyoruz. Biz hala bizimkilerle uğraşıyoruz – sen bunu nasıl yapıyorsun? Biz hala gruplarımızla mücadele ediyoruz ve işte sen bütün dünyadan Şambra ile ilerliyorsun. Sen ne yapıyorsun?

Ben bunu onlara anlatmakta biraz isteksizdim. Rekabet ettiğimizden değil ama… (kahkahalar) Ama biliyorsunuz, bir zamanlar hepimiz insandık bu yüzden - ilk olmak, en üstte olmak gibi - böyle eğlenceli bir kişisel özellik oluyor. Ben biraz ağırdan aldım ve “Bilmiyorum. Ben bunu yoğun programıma gerçekten sıkıştırabilir miyim bilmiyorum. Biliyorsunuz, ben oraya inmeliyim ve Cauldre ile konuşmalıyım ve onun bu kadar gergin olmaya bir son vermesini sağlamalıyım ve ben Linda'ya gidip söyleyeceklerim konusunda endişelenmemesini sağlamalıyım. Biliyorsunuz, bu, biraz zaman alıyor. Ben sadece pat diye girmiyorum.” dedim. Ben, “Ben oraya zamanından saatler, bazen günler önce gidiyorum ”dedim. Fakat onlar ısrar ettiler.

O nedenle ben şöyle dedim, “Bu, oldukça basit. Bu çok, çok basit. İşte hepsini anlatayım. Sizin çoğu makyo ile dolu spiritüel öğretmenleriniz var. Sizde kaybolmuş gibi ve kurtulmaya çalışan spiritüel varlıklar, insanlar var. Onlar daha spiritüel olmaya çalışıyorlar. Onlar aydınlanmaya ya da yükselmeye çalışıyorlar ya da ekseriyet biraz daha zengin, biraz daha sağlıklı olmak istiyor. Sorun sizin bunu öğrencilerinizle – ve onlar öyle yapıyorlar - zihinde yapmanız. Siz bizim Atlantis’ten bu yana hakkında çok şey öğrendiğimiz şeyin ötesine geçmeye çalışıyorsunuz ve siz bunu zihinle yapmaya çalışıyorsunuz ve bu işe yaramıyor. İşe yaramıyor. Zihin o şekilde bir labirent, bir yap-boz yaratır. Zihin bir yere ulaşır gibi görünen büyük bir oyun yaratır ve o asla bir yere ulaşmaz. O nedenle sizin zihnin ötesine geçmeniz gerek. Sizin ondan çıkmanız gerek.” dedim.

Şu anda buradaki gibi şaşkınlıktan kaynaklanan bir sessizlik oldu. (Adamus kıkırdar) Onlar, “Hı? Peki, zihnin ötesine nasıl geçiyorsunuz? Bunu zihnin ötesine geçerek nasıl yapıyorsunuz çünkü insan için her şey zihinde? Siz bunu nasıl yapıyorsunuz?” diye sordular.

Ve ben, “Eh, kolay olmadı. Ben Şambra ile çalışmaya geldiğimde benim için en büyük zorluk buydu. Biz öteye nasıl geçeceğiz? Eğer her şey orada kilitli ise biz oradan çıkıp oranın içindekini nasıl değiştireceğiz?” Ben, “Çok dikkat dağıtmak gerek. Bu iş dikkatin çok dağıtılmasını gerektiriyor. Bu iş, bu dönüşümü geçiren her Şambra’nın muazzam derecede adanmış olmasını gerektiriyor. Bu iş çok gülmeyi gerektiriyor ve bu iş bizim bugün burada keşfedeceğimiz bazı mekanizmalara sahip olmamızı gerektiriyor, bunlar oranın içinde ne olduğuyla ilgilenmemiz için bizi oradan çıkaracaklar.” dedim.

Ve ben, “Benim işim diğer azizlerden daha zor. Benim işim daha zor çünkü ben bizi oraya sokan grup ile uğraşıyorum. Bizi zihne sokan grupla. Ben onlarla uğraşıyorum, o nedenle bunun ne kadar zor bir şey olduğunu hayal edebilirsiniz. Ejderhanın şimdi ortaya çıkmasına yardımcı olduğu çok suçluluk duygusu var. Çok fazla inkar var. Çok fazla inkar – ‘Ah, o ben değildim. Hayır, bütün bunları ben yapmadım.’ Evet, sen yaptın. (bazı kahkahalar) Muazzam derecede inkar var. Bir sürü zihinsel aktivite var.” dedim. Çünkü eğer siz eski kafa bantlarının takılmasına yardım edenlerden biriyseniz bununla ilgili bir sürü sorun olacak. O nedenle ben şöyle dedim, “Bu özellikle zor bir şey ama biz o enerjiyi alacağız, biz o zihniyeti alacağız ve öteye geçmek için kullanacağız.”

Kalabalıktan başka bir ses daha çıktı ve onlar şöyle dediler, “Peki bu birini delirtmek için yeterli bir şey değil mi? (kıkırdamalar artar) Ben, “Kesinlikle.” dedim ve ben, “Benim Şambram...” Benim Şambram (izleyenler “Ayyy” derler) (Adamus kıkırdar) Biz, “Ayyy! Ayyy! diyen o efektlerden edinmeliyiz.

Ben, “Benim Şambram şimdi tam da böyle şeylerden geçiyor.” dedim. Ben, “Ben geçen ay onlara bunu sundum... - ben geçen ay onlara bir sürü şey sundum – ben onlara geçen ay bunları sundum. Onlar 45 ila 60 gün içerisinde bir şey yaşayacaklar. Ah, onlar paniklediler mi? Onlar paniklediler mi? Çoğu, ‘Ben ölecek miyim? Bana ne olacak? Ben belki de bunu yapmamalıyım? diye sordu dedim. Ve ben, “Ama bizim tam olarak gittiğimiz yer orası ve onların her biri kendilerine özgü olarak tam olarak bunu hissedecek ve deneyimleyecek. Bu ay fiziksel olarak fazla şey olmayacak. Bazı kalıntılar olacak ama böyle şeyler ortaya çıkacak.” dedim.

Ben, “Onlar her şeyi unutacaklar. Onlar geçmişte olduğu gibi parçaları yeniden bir araya getiremeyecekler. Onların mantığı artık çok iyi çalışmayacak.” dedim. Ben, “İşte bizim tam olarak yaptığımız şey bu.” dedim. Ama ben şunu da söyledim, “Bilirsiniz işte, ben bunların hepsini özetleyeceğim.” Linda bunu yazarsan çünkü çok ustacaydı. “Ben bunların hepsini sizin için özetleyeceğim” – benim Yükselmiş Üstatlarım dersimi dinliyorlardı – “Ben bunu özetleyeceğim ve bu oldukça basit.” ama bu sizin uzun bir zaman merak edeceğiniz şeylerden biri olacak. “O ne demek istedi?” Ben hepsini özetleyeceğim ve işte bu kadar kolay: Siz deli olmayana kadar deli olacaksınız.

 

Deli Değilsiniz

Siz deli olmayana kadar delisiniz. O kadar! Ve hepiniz şimdi bundan geçeceksiniz. Siz deli olmayana kadar delisiniz. Bunun anlamı siz delireceğinizi düşündüğünüz sürece, tamam, delisiniz. Siz diğer insanlara kıyasla, kendi geçmişinize kıyasla deli olduğunuzu düşündüğünüz sürece, siz tanımlaması güç, bilime ve normal mantığa aykırı, farklı düşüncelere sahip olduğunuz için deli olduğunuzu düşündüğünüz sürece, eh, delisiniz demektir. Siz deli olmayana kadar bu böyle olacak.

Delilik değil” siz deli olmadığınızı kabul ettiğinizde olacak. Sizin içinizde deneyimlediğiniz ve hissettiğiniz muazzam hisler, tanımlayamadığınız bir biliş var. Hepinizde var bunlar, o atılım anları oluyor ve siz bunu sadece bir dönem yaşıyorsunuz ve ondan sonra tabii kendinizi kapatıyorsunuz ve şöyle düşünüyorsunuz, “Ah, bunlar sadece saçmalıktı. Ben uyduruyorum.” Öyle değil. Siz deli olmayana kadar delisiniz. Siz şunu anlayana kadar delisiniz, “Bu delice değil. Bu, delilik değil. Bu, doğal. Bu, gerçek. Bu, genişletici bir şey.” Delilik sizin kendinizi yeniden o sınırlı dünyaya, o mavi dünyaya koymanızdır. Delilik budur.

Ama siz o zaman o mavi realitedeki diğer mavi insanların arasına dönmüş olursunuz ve o zaman sizin zihniniz durulur ve şöyle der, “Ah, bak ben buraya geri döndüm. Ben delirmemeliyim.” Ama işte, siz bunun nasıl bir şey olduğunu biliyorsunuz, siz zihninizdeki o küçük şeyin, “Ama sen delisin. Sen kaçıksın. Ben neden normal, düzenli bir... Ben neden sesler duymak zorundayım. Ben neden bana aşırı gelen bu hisleri duyumsamak zorundayım? Ben neden başka bir şey olmak için bu kadar özlem duyuyorum? Ah, bende yanlış giden bir şeyler olmalı. Onlar bana benim sadece kim olduğumu, ne olduğumu kabul etmem gerektiğini söylüyorlar.” demesine izin veriyorsunuz. Hayır. Hayır. Bununla ilgili değil. Bu, sizin kendinizi yeniden deliler ülkesine koymanızla ilgili bir şey değil.

Şimdi her şey özgür olmakla, ortaya çıkmakla ilgili. Ondan çıkmakla ilgili. Siz deli olmayana kadar delisiniz, bunun anlamı şudur, siz bir kere derin bir nefes alıp, “Hey, bu delice değil. Bu daha gerçek, daha doğal; bu her şeyden daha çok özgürlük.” dedikten sonra artık deli değilsinizdir. Siz o zaman o etiketi kendinize yapıştırmayı bırakırsınız. Siz deli bir insan gibi yürümeyi ve konuşmayı bırakırsınız. Siz hayatınızda deli insanlarla ilgili rüyalar görmeye bir son verirsiniz. Biz bugün rüyalar hakkında biraz daha fazla konuşacağız. Siz rüya gören deli olmayı bırakıyorsunuz ve şimdi gerçek oluyorsunuz. Siz şimdi gerçek oluyorsunuz.

Tarih boyunca birçok büyük insan deli olarak görüldü. Leonardo da Vinci, kendi zamanında tam bir çılgın olarak görüldü. O, randevu veremiyordu. O, bir resmi tamamlayamıyordu. O, diğer insanlarla herhangi bir şekilde gerçek bir ilişki kuramıyordu. O, eksantrik bir insandı, o, her zaman bir şeyler karalıyor, çiziyordu. O, deli olmayana kadar deliydi, o, çevresindeki şeylerle, orada olan - siz onları mevcut olduklarını bilirsiniz - ama sadece insan gözleriyle görülemeyen veya insan duyularıyla algılanamayan şeylerle ruhsal iletişim kurduğunu, kendini onlara açtığını aniden anlayana kadar deliydi.

Sizin zihninizin gerçekten mevcut olan şeyleri reddettiğini görmek bana üzücü geliyor. Reddediyor çünkü siz, “Ben o deli oğlan ya da o deli kız olmak istemiyorum. Ben sadece uyumlu olmak istiyorum.” diyorsunuz. Siz artık uyumlu olamazsınız. O kadar. Siz çok fazla yol aldınız. Siz uyumlu olamazsınız. Siz deli değilsiniz. Siz deli değilsiniz. Siz daha gerçeksiniz. Siz daha duyusalsınız. Siz daha çok boyutlusunuz. Siz, size şimdiye kadar deli diyenlerin hepsinden daha özgünsünüz. Ve onlar bir gün geri dönecekler ve anlayacaklar ve kabul edecekler, “Hayır, sen deli değildin.” diyecekler ve onlar size öyle dedikleri için özür dileyecekler ve bazı büyük veçheler – sizin kendi veçheleriniz – size deli dedikleri için sizden özür dilemeye gelecekler. Siz deli değilsiniz. Siz deli olmayana kadar delisiniz, bunun anlamı bunu aşın demek.

Sonra aniden deli olmazsınız. Aniden zeki olursunuz. (bazı kıkırdamalar) Hayır, gerçekten. Siz zekisiniz. Siz dahisiniz! Onlar ya da siz en azından şöyle diyecekler, “Ben lanet bir dahiyim.” (kahkahalar) Siz inanılmaz yaratıcısınız. Siz o kadar çok boyutlu bir varlıksınız ki. Siz deli olmayana kadar delisiniz, o nedenle hadi o deli bölümünü hemen şimdi aşalım.

Hadi derin bir nefes alalım. Siz deli değilsiniz. Ben deliyi tanırım ama siz deli değilsiniz. Deli, aslında, eğer tanımlayacak olsaydık bilmediği yükseklikte uçmaz veya süzülmez ama yine de orada bir şey olduğunu bilir. Deli, yükselen biri değildir. Deli, yanıtları bulmak için çok sınırlı bir realitenin daha da derinine, daha da derinine ve daha derinine dalan kişi değildir. Deli şudur. Deli bir yaşamdan diğerine aynı kalıpları tekrarlayarak farklı bir sonuç bekler. Deli budur.

Deli, o ilaçları, o zihin uyuşturucularını kullanandır ve bu onu daha derin bir şekilde maviye, hiçe gömer. Budur deli. Deli gerçekten böyledir. Deli artık kendi olmayana kadar kendini uyumlu bir hale getirendir. Siz herkesle uyumlusunuz. Deli öyle yapar.

Siz deli değilsiniz. Hayır, siz öncülersiniz. Siz diğer alemlere riskli bir yolculuk yapanlarsınız. Siz yeniyi üstüne almaya istekli olanlarsınız. Ben bu konuşmada buna daha sonra döneceğim ama siz benim uzun bir süre Ben’imin bilinç olduğunu, farkındalık olduğunu anlattığımı biliyorsunuz – “Ben Ben’im, Ben Varım.” Üstat tüm deneyimleri bilgelik haline getiren, temizleyendir, o, fil geçit gösterisinin arkasında her şeyi temizleyen, atıkları gübreye çeviren ve her şeyi eski haline getirendir. (Adamus kıkırdar) Üstat böyle yapar.

Yeniyi deneyimleyen insandır. Delilik yeniyi yapmamaktır, sizin, insanın geri tutmasıdır. Siz yenide değilsiniz. Siz eski kalıpları tekrar ediyorsunuz. Sizi delirten bu olacaktır.

İnsan yeni için vardır ama o birçok nedenden dolayı bunu uzun bir süredir hala yapmamaktadır. O, aynı eski kalıpları tekrar etmeye devam eder. Siz yeniye giriyorsunuz ve bu sırada bazılarınız şöyle düşünebilir, “Şey, bu çılgınlık. Ben onun ne olduğunu bilmeden veya onun nerede olduğunu bilmeden veya onun bana ne yapacağını bilmeden neden yeniye girmek isteyeyim ki? Ben neden hayatımda yeniyi isteyeyim ki? Lanet olsun, ben eskide iyi bir iş çıkarmadım, ben neden yeniyi hayatımda isteyeyim ki?” (bazı kıkırdamalar)

Yeniye girmek çılgınlık değildir çünkü insanın işi bu – yeni, deneyim – ve siz deneyimlemediğiniz zaman, siz yeniye girmediğiniz zaman delisinizdir. Siz o zaman insan fasetasının burada bulunmasının gerçek nedenini inkar etmiş olursunuz. Siz o zaman kendinizi boğarsınız. Siz neredeyse kelimenin tam anlamıyla ruhunuzu boğarsınız. Demek istediğim, o, günlük yeni ve deneyim istihkakını almamış olur. Ve siz yenide olmadığınızda, siz insanın tasarlandığı şekilde deneyimlemediğinizde, eh, o zaman Üstadın arkada temizleyecek bir kakası olmaz çünkü onlar, eh, hep aynı eski boklardır. (kıkırdamalar artar)

Biz yeniye giriyoruz, demek istediğim, birçok açıdan böyle ve evet, insan arada bir kaygılanıyor. “Neler olacak? Bu işin sonu nereye varacak?” Ama ben size soruyorum, ben size bunu hissetmeniz için meydan okuyorum. İnsanın bir parçası şöyle diyor, “Bu konuda emin değilim.” ama siz zaten biliyorsunuz. Demek istediğim, siz zaten biliyorsunuz. Ben bunu biliyorum. Siz zaten bizim nereye gittiğimizi biliyorsunuz. Bu, belki sizin sözcüklerle veya hatta düşüncelerinizle tanımlayabildiğiniz bir şey değil ama sizin gnostunuz biliyor. Hadi bırakın bugün o öne çıksın.

Hadi yeniden güzel, derin bir nefes alalım. Evet, biz eski kalıpları tekrar etmeyeceğiz. Bu, kesin.

Bu benim her halükarda hoşuma gidiyor. Diğer Yükselmiş Üstatlara söylediklerim hoşuma gidiyor. Ben onlara şöyle dedim, “İnsan var olduğu sürece deli olmayana kadar delidir.” Onların bunu anlamaları biraz zaman aldı – evet, onlar her ne kadar bilge ve akıllı olsalar da bir zamanlar insandılar, o nedenle onların tetikleri bazen tutukluk yapıyor – Yükselmiş Üstatlar Kulübü’nü bir sessizlik kapladı ve onlar bunu alıp kabul ettiler – “Siz deli olmayana kadar delisiniz” – ve sonra 9.000 Yükselmiş Üstadın her biri tek tek ayağa kalkıp alkışladı. (kahkahalar ve alkışlar) Ne diyebilirim? (Adamus kıkırdar) Sizin ayağa kalkmadığınızı not ettim ama sorun değil, şey yapmayın... (kıkırdamalar artar) Bu gerçekten sizinle ilgili bir tanımlamanın yapıldığı bir andı. Sizinle ilgili. Bizim yaptığımız işle ilgili bir şey ve meydan okuyan bir şey. Bazen zor oluyor. Bazen ağır geliyor. Ve özellikle şu anda yaptığımız şey zor, biz kelimenin tam anlamıyla zihnin ötesine geçiyoruz. Siz bunu zihnin içinden yapamazsınız ama siz zihnin dışına çıktığınızda deliriyormuşsunuz gibi hissedersiniz.

Hadi biz ilerlemeden önce güzel, derin bir nefes alalım, hadi biraz müzik açalım ve ben çok kısa bir merabh yapmak istiyorum. Bu bir deneyim. Aah, bugün bana yiyecek getirdiler. Hadi biraz müzik açalım ve ışıkları azaltalım. Çok pardon. (Adamus bir ısırık alır) Hım.

 

Şambra Evi

Güzel. Biz bugün ilerlemeden önce ben hepinizin bir yeri ziyaret etmesini istiyorum, fiziksel gezegende var olmayan bir yeri.

(müzik başlar)

Onun buna ihtiyacı yok. O, uzay ve zamana sahip olmayan bir yer. Zamanın pek olmadığı bir yer ama hepiniz için derin anlamda kişisel bir yer. Derin anlamda kişisel.

Ben bizim bugün Şambra Evi’ni ziyaret etmemizi rica ediyorum. Siz bu evi 2.000 yıl önce inşa etmeye başladınız.

Bilirsiniz işte, hiçlikten, ince havadan bir Ev inşa edebilirsiniz sanırım. Ev şeydir, eh, bazıları onu boyut diye adlandıracaktır. Ben ona bilincin bir noktası, farkındalığın bir noktası diyorum. Ve bir evde bir kişi, bir varlık, bir melek bulunabilir. Şambra Evi’de olduğu gibi tam bir grup bulunabilir.

Bizim ayda iki kere buluştuğumuz Keahak Evimiz var. O, bilincin bir noktasıdır, o, bir araya gelme ve toplanma noktasıdır ve ben sizden bugün bu Şambra Evi’ne gelmenizi rica ediyorum. Ve ben sizi, insan zihninin yapacağı gibi orayı renk, şekil, ebat olarak tanımlamaya çalışmanız yerine sadece buradaki enerjileri hissetmeniz için davet ediyorum.

O, sizin eviniz.

(duraklama)

Şambra Evi’nin Yeshua zamanlarından bu yana nasıl değiştiğini hissedin ama özellikle şu son yirmi yılda nasıl değiştiğini hissedin.

(duraklama)

Burası sizin yarattığınız bir alan. Burası muazzam derecede bilgelik içeriyor. Burası türlerin enerjetik kütüphanesi. Burada pek kitap yok ama burada sizin diğer Şambralarla, hatta ayrılanlarla, geçiş yapanlarla bile şimdiye kadar yaşadığınız tüm deneyimler ve içgörüler var.

Benim onun için yapabileceğim en iyi benzetme şöyle, o, olağanüstü bir kristal gibi. O, sizin özünüzle, sizin bilişinizle, sizin bilgeliğinizle, sizin her şeyinizle dolu.

(duraklama)

Şambra Evi’ni hissetmeniz için kendinize izin verin.

O, siz hayatta olduğunuz sürece, siz yaşadığınız sürece her gün büyümeye devam ediyor.

(duraklama)

O, biz her toplandığımızda genişlemeye devam ediyor.

Benim bugün sizden Şambra Evi’ne gelmenizi istememin nedeni buranın mental olmayan bir yer olması. Burada mantık yok, burada ona ihtiyaç yok. Hiyerarşi yok ve düzen yok. Buna ihtiyaç yok.

Bunu bir anlığına hissedin ve bu Şambra Evi’nin bir parçası olduğunuzu hissedin.

(duraklama)

Sizin ardınızda bırakacağınız şey burası için bir armağan olacak. Sizin öteye geçeceğiniz, artık Dünya’ya gelmeyeceğiniz, artık Dünya ile fiziksel olmayan bir yolla bile çok fazla bağlantı kurmayacağınız bir zaman gelecek. Ama bu harika kristal enerji sizin Dünya’ya bıraktığınız bir armağan olacak. O, sizin tüm yaşamlarınızın bir sonucudur. O, bedenli Tam Farkındalığı gerçekleştirmektir.

Biliyorsunuz, bu kulağa çılgınca geliyor – ama artık hiçbir şey çılgınca değil. Hiçbir şey çılgınca değil. Demek istediğim, şey, delilik. Dünyaya bakarsanız – politikaya, iş dünyasına – orada bir sürü delilik var. Ama gerçekte artık hiçbir şey çılgınca değil. Siz bu armağanı bırakacaksınız ve kulağa her ne kadar çılgınca gelse de siz bu Dünya gezegeninin içinin erimiş lav olmadığını biliyorsunuz. Bilim insanları bunun böyle olduğunu düşünmekten hoşlanıyorlar ama ben henüz oraya inen bir bilim insanı tanımıyorum. Yani hayır, bu gezegenin içinde bir kristal var, muazzam bir kristal. Belki bazıları onun fiziksel olduğunu söyleyecektir. Bilmiyorum. Belki değildir ama orada kristal bir yapı var. Bunun olması gerekir aksi halde gezegen var olmazdı. Bu Dünya’nın merkezinde kristal bir yapı var.

Biz beraber geçireceğimiz önümüzdeki birkaç yılda Şambra’nın, Şambra Evi’nin kristal enerjisini alıp – şimdi değil, bunu yapmak için henüz erken - ama biz Şambra Evi’ni alıp Dünya’nın merkezine (içine) bağlayacağız ki sizden sonra gelen herkes gündelik yaşamlarında ona dokunabilsin. Bu, sizin ardınızda bırakacağınız bir armağan olacak, harika bir armağan.

(duraklama)

Şambra Evi. Ve bu armağanın çok önemli bir yanı onun yarıp geçecek olması – sınırlamaları yarıp geçmesi, Mavi Ülke’yi aşması - ve onun hazır olanlar için bir tür kodu olacak. O, “Sen deli değilsin. Sen deli değilsin. Hayır, sen diğer insan gruplarına göre kendinle daha çok temastasın. Ve sen kendinden şüphe ediyorsun tabii. Sen kendinle kavga ediyorsun. Sen kalbinden geleni, hayallerinden geleni, bilişinden geleni almaya çalışıyorsun, sen onu mantıklı hale getirmeye çalışıyorsun. Bu pek işe yaramıyor. Ama sen deli değilsin.” diyecek.

Ve biz Şambra Evi ile Dünya’nın içi arasında bir noktada bağlantımızı kurduğumuzda, o, duymaya hazır olanların dikkatini çekecek muhtemelen en önemli şeylerden biri olacak.

Siz deli olmayana kadar delisiniz. Deli olmayana kadar, siz şunu anlayana kadar delisiniz, “Ah, hayır. Ben gerçekten deli değilim. Ben aslında...” – söz tam olarak doğru değil – “... ama ben yol boyunca doğrusunu yaptım. Ben sadece bunu anlamak için kendime izin vermedim.”

Hadi burada Şambra Evi’nde güzel, derin bir nefes alalım.

Ah! Ben şimdiden soruları duyabiliyorum, “Biz bu bağlantıyı ne zaman kuracağız?” Bizim önce yapacak başka işlerimiz var...

(müzik sona erer)

... benim bugünkü sorum gibi. Ama ben önce bizim geçen ayki toplantımız hakkında konuşmak istiyorum, kısa bir özet.

Tekrar ediyorum, bu gezegende kendinizi gerçekten bedenli bir Üstat olarak özgürleştirmek istiyorsanız zihnin ötesine geçebilmelisiniz. Zihin sizi Mavi Ülke içinde tutar. O, sizi sınırlar. O, sizi mantık içinde tutar. O, sizi bir tür kontrol altında tutar. O, sizin şu anda odada bulunan enerjileri, varlıkları görmenizi engeller. Onlar çevredeler ve siz onları görüyorsunuz, hissediyorsunuz diye deli değilsinizdir. Sizin onları gözleriniz ile görmeniz gerekmez ama onları hissedin, onlar her yerdeler ama zihin hepsini bloke ediyor. Hepsini bloke ediyor ve biz geçen ay Atlantis kafa bantları hakkında konuştuk.

Şimdi, bazıları merak etti, “Bu bir öykü gibi bir şey mi? Bu bir metafor mu yoksa gerçek mi? Atlantis’te gerçekten kafa bantları var mıydı?” Bunun bir önemi yok. Bunun bir önemi yok. Bunu hissedin. Siz istediğiniz şeye izin verin. Bu kafa bantları olmuş olabilir. Toplumun uyumlu olması uğruna, benzer deneyimlerin yaşanması uğruna, insanlar arasında daha iyi iletişim olması uğruna, toplumda birlik yaratılması uğruna yoğun enerjiler kullanılmış olabilir. Ve sonra kristallerin yoğun enerjisinin – uyum uğruna, birlik, standardizasyon uğruna – doğru bir şekilde inisiye edilmesiyle, doğru bir şekilde yönlendirilmesiyle siz, tekrarlıyorum, kötü bir komplo ile değil ama siz mahvolursunuz. Evet.

Veya eğer öyle olmasını tercih ediyorsanız, o, insanları uzun bir zamandır daha da, daha da zihne sokan, daha da, daha da mental yapan bir metafor olabilir. Onlar zekaya değer vermeye başladılar. Onlar biliş gibi şeyleri unuttular. Onlar gnostu unuttular. Ve bunu güçlendiren kilise, eğitim oldu, şimdi de uyuşturucular, ilaçlar, benim hiç sevmediğim antidepresanlar. Bu arada yeni kafa bantları bunlar – yeni kafa bantları – bu ilaçlar. Ve burada 100, 200 yıl öncesinden gruplar oturuyor olabilirler, onlar tıpkı bizim gibi şöyle diyebilirler, “Evet, onları keşfeden bilim insanları sizlerdiniz. Onlara baskı yapan ilaç firmasının yöneticisi sizdiniz. Onlara bunları şeker dağıtır gibi veren eczacılar sizlerdiniz, onları herkese reçete eden doktorlar sizlerdiniz.” Hiç fark etmez, doktora giden biri, “Ah, elimi kestim.” dese de, doktor, “Bunlardan al. Daha iyi hissedeceksin.” der. Belki burada oturan 150 yıl öncesinden bir grup şimdi şöyle diyordur, “Peki, bu ilaçları kapı kapı dolaşarak satan sizlerdiniz, bizim şimdi bunlardan kurtulmamız gerek.” Ama asıl konuya dönecek olursak, kafa bantları mı? Evet. Ama bu size iyi hissettirmiyorsa siz o zaman zihnin uzun bir zamandır gösterdiği gelişime bir bakın.

Biz geçen ay o kafa bantları, o güm diye çıkan ses hakkında konuştuk. Kaç kişi o sesleri şaudun hemen sonrasında duydu? Zihindeki o – bam! bam! – seslerini. O daima orada. Bu arada, siz inansanız da inanmasanız da o ses hep orada. Orada, siz sadece ona uyum sağladınız. O daima orada, eh, bir süreliğine. Biz onu aşacağız.

İşte biz geçen ay o önemli konuşmayı yaptık ve dedik ki, “Evet, o kafa bandı işini, o zamanın modasını başlatanlar sizlerdiniz, ‘Hadi uyumlu hale getirelim. Hadi bunları ciddi ciddi takalım’ diyenler sizlerdiniz, o nedenle onları ilk çıkarması gerekenler de sizlersiniz.” Bu, geçen ay çok büyük etki yarattı, büyük bir etki ama ben sizin daha fazlası için geri döndüğünüzü görüyorum. (bazı kıkırdamalar) İşte buradayız.

Peki, şimdi günün sorusu, Şambra Bilgeliği, günün sorusu. Biz çokça zihin ve beyin hakkında konuştuk. Küçük bir ayırım var. Beyin sizin başınızın üzerinde oturan alettir. Sizin başınızda bulunan beyin elektromanyetik, kimyasal bir cihazdır. Şimdi, ben gerçekte ruh (psyche) olan “zihin” sözcüğünü kullanıyorum. O, bir açıdan, insan zekası, insan ruhu (spirit) gibidir. O, siz inanın ya da inanmayın aslında sizin beyninizde bulunmuyor. Ben, “zihin” sözcüğünü kullanıyorum ve bu özellikle Almanya gibi ülkelerde zorluğa yol açıyor çünkü “zihin” “hayalet” veya “ruh” (spirit) ile benzerdir. Ama buradaki ruh insan anlayışına ait ruhtur.

Beyin basitçe bir işlemcidir. Beyin ilginç bir işlemcidir, hepsi bu kadar. Beyin işini çok iyi yapar, o, geniş spektrumdaki enerjiyi ve bilinci alıp onu nasıl düşüreceğini bilir. Beyin yükselebilir ve buna bir sınırlama getirebilir. O, bu işi gerçekten iyi yapar. Yani o bir işlemcidir, o, sizin başınızın üzerinde oturur.

Zihin, sizin sınırlı ya da daha düşük bilinç diye adlandırdığınız dönüşümün bir sonucudur. Zihin böyledir ve zihin böyle yapar. Biz buna birazdan daha çok değineceğiz. Ama bugün sizin için bir sorum var, Linda mikrofon lütfen. Hazır mısınız?

 

İlk Soru

LİNDA: Soruya bağlı. (kahkahalar)

ADAMUS: (kıkırdar) Bugün başka mikrofon isteyen var mı? (kıkırdamalar artar) Soru, ben buradan zihinden, insanın mental ruhundan (psyche) konuşuyorum. Başla.

LİNDA: Neye başla?!

ADAMUS: Birini bul. (birisi Linda’yı aradan çıkarır gibi Adamus’a, “Hey!” der ve bazı kıkırdamalar)

Hazır mısınız? Ah! O halde ben sizden bunu düşünmeniz yerine bunu hissetmenizi, bunu gnostlamanızı isteyeceğim. Zihnin açıkları nelerdir?

Şimdi, zihin çok kutulanmış, çok sınırlı ve biz burada zihinden çıkmanın zorluklarını konuşuyoruz. Biz bunların hepsini düşünmeden nasıl yaparız çünkü bu sizi daha da şey yapar... ama yumurtada bazı çatlaklar var diyelim. Zihnin az sayıda arka kapısı var. Sizce bunlar neler?

ŞAMBRA 1 (kadın): Zihnime gelen ilk şey … (laughter)

ADAMUS: Evet! Evet! Bakın, işte zorluk burada. Sözlük bile zihni destekliyor.

ŞAMBRA 1: Benim duyumsadığıma göre benim zihinden çıkabilmemin en iyi yolu hiçliğe gitmektir.

ADAMUS: Hiçliğe gitmek, peki.

ŞAMBRA 1: Yani ben hiçliğin zihin için bir güvenlik açığı olduğunu düşünüyorum.

ADAMUS: Peki. Sen hiçliğe gitmek konusunda başarılı mısın?

ŞAMBRA 1: Başarılıyım. Ben orada kalmak konusunda başarılı değilim.

ADAMUS: Orada kalmak konusunda, peki.

ŞAMBRA 1: Evet.

ADAMUS: Sen hiçlikte olduğunda ne oluyor? Neden orada kalamıyorsun?

ŞAMBRA 1: Ben bir şeyler düşünmeye başlıyorum.

ADAMUS: Eminim.

ŞAMBRA 1: Ve ben bunun farkında bile olmuyorum ve sonra oradan çıktığım için gerçekten kızıyorum. (kadın kıkırdar)

ADAMUS: Evet. Zihnin boşluğu doldurması gerekiyor.

ŞAMBRA 1: Evet.

ADAMUS: Zihin öyle yapıyor. Onun boşluğu doldurması gerekiyor. O, hiçliğe dayanamaz.

ŞAMBRA 1: Kesinlikle.

ADAMUS: Zihin asla hiçlik diye bir şeyin olmadığını anlamıyor, sadece zihnin kavrayışının ötesinde şeyler var. Yani siz o hiçlik yerine gittiğinizde, o hiçbir şey değil değildir. Sadece zihnin kavrayamadığı bir şeydir. Ve o baraj kapaklarını açacak ve o hiçliği mümkün olduğu kadar dolduracaktır.

ŞAMBRA 1: Evet.

ADAMUS: Normalde onun üç katı, o boşluğu dolduruyor. O zaman ne olur? Sen hiçliktesin, aniden düşünceler akın ediyor, peki sen o zaman ne yapıyorsun?

ŞAMBRA 1: Ben düşündüğümü anlıyorum ve üzülüyorum ve sonra hiçliğe geri dönüyorum. (kıkırdar)

ADAMUS: Evet. Sen hiçliğe girdikten sonra ne oluyor?

ŞAMBRA 1: Onlar geri geliyorlar.

ADAMUS: Onlar geri geliyorlar. (kadın kıkırdar) Ve bu hiçlik devrelerinin hepsinden birinin sonu nasıl oluyor?

ŞAMBRA 1: İki şekilde sona erebilir. En iyisi benim orada bir süre durabilmem ve bu kesinlikle bir rahatlama oluyor. Orası benim iyi hissettiğim tek yer. Ya da ben kalkar zihnin bana söylediğini yaparım. (kıkırdar)

ADAMUS: Doğru. Doğru.

ŞAMBRA 1: O, sorun çıkarıyor ve onları çözmeye çalışıyor.

ADAMUS: Evet. Senin hiçlikte aralıksız kaldığın en uzun süre ne kadar?

ŞAMBRA 1: Muhtemelen sadece birkaç saat.

ADAMUS: Birkaç saat, tamam ve bu bir aldatmaca soruydu çünkü eğer sen hiçlikteysen senin zaman farkındalığın olmaz ve bunun gerçekte bir önemi de yoktur. Hayır, bu, çok çok zor ve sen hiçliğin güzelliğini kısa anlar yaşayacaksın ki aslında pek kısa değil ama zihin onu dolduracaktır. Ve zihin aslında kısa bir süre seninle oynayacak ve şöyle diyecektir, “Peki, sen burada hiçlikte biraz kal bakalım – sen hiçlikte gibi yap – ve 47 dakika içinde neler olacağını izle.”

ŞAMBRA 1: (kıkırdar) Evet.

ADAMUS: Evet.

ŞAMBRA 1: Evet.

ADAMUS: Ve sonra, o, doldurur. Ve bu sonra lanet olası çok hayal kırıklığı yaratır ve sen, “Ben neyi yanlış yaptım? Benim gidip Hindistan’da bir dağın tepesinde oturmam ve bunu nasıl yapmam gerektiğini mi öğrenmem gerek?” dersin. Hayır. Hayır çünkü onların zihinleri bazı ıvır zıvırlarla dolu. Onlar sadece bir dağın tepesinde oturuyorlar. (kadın kıkırdar) Evet. Evet. Güzel. Teşekkür ederim. Sıradaki.

LİNDA: Başkası.

ADAMUS: Yumurtadaki açıklar, açıklıklar ve çatlaklar neler? Neler?

LİNDA: Ulli mikrofonu çok istiyordu.

ADAMUS: Ah, evet, gördüm Linda.

ULLI:Bana ilk gelen şey,diğer insanlardan gelen enerjiler ama ben soruyu doğru anladım mı...

ADAMUS: Evet. Yani sen zihne hapsoldun, zihnin içinde bir hapishane var ve zihin senin hapishaneden çıkamayacağına inanmanı istiyor.

ULLI: Tamam. Tamam.

ADAMUS: Sen oraya hapsolmuşsun. Sen zihnin bir kölesisin.

ULLI: Evet.

ADAMUS: Ama ben sana bir çıkış yolu olduğunu söyleyebilirim. O yol nedir? Mental sistemdeki kusur nerede? “Matriks’teki hata nerede?” Cauldre anlatıyor bana.

ULLI: (duraklar) Ah, zor soru.

ADAMUS: Beyin sarsıntısı geçirecek kadar mı?

ULLI: Hım … (kadın duraklar)

ADAMUS: Sen kaybolmuşsun. Sen üzerinde çok fazla düşünüyorsun.

ULLI: Evet.

ADAMUS: Bu, kendiliğinden olan bir şey. Sen sadece söylersin ve ondan sonra senin bir parçan, “Ah, bu çılgınca geliyor.” der. Eh, siz deli olmayana kadar delisiniz.

ULLI: Evet.

ADAMUS: Evet.

ULLI: İlk önce dışarıdan içeriye bir şey çarptı.

ADAMUS: Tamam. Dışarıdan çarpan bir şey. Tamam. Böyle bir şey istiyor musun?

ULLI: Evet, neden olmasın?

ADAMUS: Neden olmasın, peki.

ULLI: Bu şekilde yaşayabilirim, buna izin verebilirim. Evet.

ADAMUS: O, dışarıdan gelen bir şey gibi. Gibi. Demek istediğim, sen bunun ne olduğunu anlayacaksın. Sen peşindesin. Bak, eğer sen o ilk çılgın düşüncenin peşinden gitmiş olsaydın. (kadın güler) Evet, evet. Güzel. Teşekkür ederim. Birkaç kişi daha. O açık nedir?

LINDA: Hadi deli bir Şambra psikoloğu alalım.

ADAMUS: Ah, iyi, iyi. Yumurtadaki çatlak nedir, Matriks’teki hata nerededir?

JULIE: Bilmek. Sadece bildiğini bilmek var. Ve sen bildiğini bildiğin şeyin ne olduğunu bilmiyorsun. Öyle bir noktadasın.

ADAMUS: Peki, şimdi, sen orada zihnindeki hayvanat bahçesi ile oturuyorsun ve bildiğini biliyorsun. Tamam ama şimdi oradan, zihinden nasıl çıkacaksın?

JULIE: Günün sorusu.

ADAMUS: Evet. (kıkırdarlar) Sen bir danışanına ne söylerdin?

JULIE: Ben kesinlikle o his konusunda konuşmak isterim... o, sadece bir ‘evet’tir ya da sadece bildiğin bir his ve sen bunu açıklayamassın bile.

ADAMUS: Doğru. Doğru.

JULIE: Yani...

ADAMUS: Bunun senin deli danışanına pek bir faydası olmaz. (gülerler)

JULIE: Hayır, hayır!

ADAMUS: Onlar, “Bu ne diyor.”? gibi şeyler söylerler.

JULIE: Biliyorum çünkü kalp hakkında konuşmak çok mental olabiliyor.

ADAMUS: Zihin kalbi kesinlikle şeye dönüştürür... evet, zihin bu işi harika yapar.

JULIE: Yani o bizim gnostumuz olan bir bilgeliktir.

ADAMUS: Doğru.

JULIE: Ve kesinlikle birçok insan bir şeyi bilmek ve onu izlemek ile bir şeyi bilmek ve onu izlememek deneyimini yaşamıştır.

ADAMUS: Evet.

JULIE: Ve siz kesinlikle her iki deneyimin nasıl gittiğini kıyaslayabilirsiniz.

ADAMUS: Hım hımm. Evet ve çoğu zaman bir biliş oluyor ve sen onu izliyorsun ve zihin içeri atlıyor, gülüyor ve gülüyor ve “Peki, ben onlar bir şey izliyorlarmış gibi yapacağım ama o bir çıkmaz yol olacak.” diyor.

JULIE: Hım hımm.

ADAMUS: Hayal kırıklıklarından biri bu. Ben bu sabah Yükselmiş Üstatlara bunu öğrettim. Gezegende çok spiritüel öğretmen var ama onlar zihin temelli çalışıyorlar ve siz asla çıkmıyorsunuz. Ah, siz, “Tamam, biz bu hapishanenin altına derin bir tünel kazacağız ve zihnin ötesine geçeceğiz.” diyebilirsiniz ve zihin sadece güler ve “Evet sen o tünelden kaçtığında ne olursa olsun yine hapishanede olacaksın.” der. Bu bir meydan okuma.

JULIE: Mm hmm.

ADAMUS: Bu, önemli. Güzel. Birkaç tane daha. Bizde gerçek bilgelik...

LINDA: Hadi genç yüzleri deneyelim.

ADAMUS: … seçiyor.

LINDA: Hadi…

EMILY: Ben zihnin referans noktası olarak sadece geçmişe sahip olduğunu düşünüyorum. O nedenle ben her seferinde kalıplarımın dışında, zihnin geçmiş deneyimlerime dayanarak asla mümkün olmadığını düşündüğü yeni bir şey yarattığımı hissediyorum. İşte zihin o zaman teslim olmuyor ama benim daha büyük parçam anlıyor – ben daha çok büyük parçama inanıyorum.

ADAMUS: Hım hımm. Ve o zaman zihin seni yine aldatır. Zihin tıpkı – o aslında oldukça büyüleyici çünkü sizi yine aldatır. O, sizi kandırır ve o bunu özellikle “spiritüel” yolda olanlara yapmaya bayılır. O, size tam olarak doğruları söylemez, “Evet, sen spiritüel yoldasın. Aramaya devam et. Aramaya devam et.” der. Ama bunların hepsi zihinde olur ve siz oradan asla çıkamazsınız, tekrarlıyorum, benim bu sabahki dersimin en önemli amacı buydu – onun bir kopyasını edinmeliyim ve size göndermeliyim. (Adamus kıkırdar) Güzel bir dersti. (bazı kıkırdamalar) Ama evet zihin yine oyunlar oynayacaktır. Peki, sen zihnin ötesine gidebildin mi?

EMILY: Sanırım ben...

ADAMUS: Sen, “Sanırım” dediğin zaman biz durmalıyız bence. Bu her şeyi geçersiz kılıyor.

EMILY: Benim kim olduğum ile ilgili fikrim değişti.

ADAMUS: Evet.

EMILY: O nedenle, sanırım... (gülerler)

ADAMUS: Şimdi, ben senden zihnin görkemini gözlemlemeni istiyorum. Zihin kötü değil ama o yine de kendi kendine yeten bir şey. O kesinlikle kendi kendine yetiyor. Yani zihin, tekrarlıyorum, sizin şöyle düşünmenizi sağlar, “Evet, ben kimliğimi değiştirdim ve ben muazzam bir gelişme gösterdim ve zihin şöyle devam eder, “Bu çok eğlenceli çünkü hala zihindesin.” Zihin, “Ben seninle bir oyun oynayacağım. Biz sen gerçekten evrimleşiyor ve ustalaşıyormuşsun ve bu görevi yerine getiriyormuşsun ve kimliğini değiştiriyormuşsun gibi yapacağız.” ama siz hala zihindesinizdir. O, büyük bir hapishanedir. O, devasadır ve siz zihnin ya da beynin koridorunu terk ettiğinizi sandığınız zaman sadece hapishanenin başka bir binasında olmuş olursunuz. (kadın kıkırdar) Ve bu çok büyük bir hayal kırıklığıdır.

Şimdi, bir dur ve ilerleme kaydettiğini düşünmek ile aradaki farkı hisset – hepiniz – siz ilerleme kaydettiğinizi düşünüyorsunuz ama öyle değil. Siz o labirentte oluyorsunuz ve siz labirentin öyle bir düzey olmadığını, onun inişleri ve çıkışları olduğunu keşfediyorsunuz. Siz o labirenttesiniz ve siz kendinize devamlı şöyle diyorsunuz, “Ben gerçekten de ilerleme kaydediyorum çünkü ben çok çalışıyorum. Ben uzun bir yol kattettim. Ben artık birinci düzeyde değilim. Ben beşinci düzeydeyim.” Beynin beşinci düzeyi. Demek istediğim, siz hala oradasınız. Şimdi bunun karşısında sizin bilişiniz var.

Hepinizin acı çeken bir parçası var. Onun adı sizin bilişiniz ve sizin bilişiniz şöyle diyor, “Ben hala zihin hapishanesindeyim. Ben hala yerlerdeyim. Ben ayrılmadım. Ben birkaç pencere ve kapı açmış olabilirim.” ve sizin bilişiniz şöyle diyor, “Sen henüz ayrılmadın. Sen hala oradasın. Sen sadece başka bir bölümdesin ve sen daha yaşlısın ve sen daha yorgunsun ve sen daha fazla hayal kırıklığına uğradın ama lanet olası eğleniyor muyuz böyle yoksa ne?” (bazı kıkırdamalar) Güzel. Bunların hepsi kafa bantlarının etkisi. Hımm! Yarattığınız şey hoşunuza gitmiyor mu? (Adamus kıkırdar) Benim ondan hiç olmadı.

Bir kişi daha ve ondan sonra diğer soruya geçeceğiz. Bu arada, muazzam derecede bilgelik var – teşekkürler, teşekkürler – bugün burada muazzam derecede bilgelik var. Bir kişi daha. Yumurtadaki çatlak nedir?

MARY SUE: Eh, sen bize bir ipucu verdin ve o da dikkat dağıtma.

ADAMUS: Evet.

MARY SUE: Uykuya dalmak bana iyi geliyor.

ADAMUS: Evet. Ben sana yine de bir sır vereyim. Uykuya dalmak... eh, bunu sonra anlatırım.

MARY SUE: Hayır, devam et.

ADAMUS: Sır olarak tutacağım. Ah, şimdi anlatacağım. Sen geceleri o rüyaları görüyorsun değil mi? Ve sen rüyalarında çok koşuyorsun ve arıyorsun ve hayal kırıklığı yaşıyorsun. Sen rüyalarında zihninden çıkmaya çalışıyorsun ama çıkmaz yollara giriyorsun. Sen hala beyin ve zihin hapishanesindesin.

MARY SUE: Onları hatırlamasan bile mi?

ADAMUS: Hayal kırıklığı yaşadığın rüyalarını hatırlıyor musun? Sen bir şey arıyorsun. Sen ormanlarda kayboluyorsun. Sen üzerinde giyisilerin olmadan bir kalabalıktasın. (bazı kıkırdamalar) Ah, o başka türden bir rüyaydı. (kadın kıkırdar) Ben sana kanallık yapıyorum!

MARY SUE: Ben bunun farkında değildim! (kıkırdarlar)

ADAMUS: Evet, hım!

MARY SUE: (kıkırdar) Peki.

ADAMUS: Yani ben çok fazla kişinin böyle bir hayal kırıklığı yaşamadığından eminim, “bir şey bulmaya çalışılan” türden rüyalar, sen ormanda kaybolursun. Onların hepsi...

MARY SUE: Ah evet, aramakla ilgili rüyalar gördüm.

ADAMUS: Evet. Sen kaybolmuşsun. Yabancı bir şehirdesin. Sen rüyalarında bu tımarhaneden, bu hapishaneden çıkmaya çalışıyorsun. (Adamus kıkırdar)

MARY SUE: Tamam. O zaman imajinasyon bizi bir sonuca ulaştırabilir mi?

ADAMUS: İmajinasyon. Ah! Peki. Ama zihin gerçekten hilekar bir o.ç. Zihin, “Tamam, kesinlikle. İmajinasyonunu kullan ve evet, hadi zihin hapishanesinin sınırlarının ötesine geçelim. Hadi oradan çıkalım. Biz hapishaneden kaçalım. Biz kimse bakmıyorken ön kapıdan sıvışalım ve deli gibi koşalım.” der.

MARY SUE: Bu, imajinasyonuna uygun bir şey yaparsan olur.

ADAMUS: Evet, evet.

MARY SUE: Ama sadece imajine eder ve onları yorumlamazsan da mı...

ADAMUS: Şey, benim öyküm için olur.

MARY SUE: Ah, tamam. Pardon. Ben senin öyküne karışmak istemiyorum! (kadın kıkırdar)

ADAMUS: İşte sen imajine edersin, “Tamam ben hapishaneden kurtuldum, oh, benim için büyük sevinç.” ve sonra birden bire anlarsın, “Lanet olsun! Ben hala hapishanedeyim. O sadece görünümünü değiştirdi ve rol yaptı ama ben yine buradayım. Ben buradan nasıl çıkacağım?”

MARY SUE: Peki, başka bir seçenek.

ADAMUS: “Çıkmaya çalıştığım için deli olmalıyım çünkü hayır, bu iyi bir hayat. Ben böyle yapmalıyım ve ben hapishanedeki yemeklerle mutlu olmalıyım ve ben buradaki tutuklularla birlikte mutlu olmalıyım. (bazı kıkırdamalar) Her ne kadar hepsini boğmak istesem de. Ama bende yanlış giden bir şeyler olmalı çünkü ben burada bulunan herkesi boğazlamak istiyorum.” (kıkırdamalar artar) Herkesi.

MARY SUE: Tamam.

ADAMUS: “Delirmiş olmalıyım. Doktor, bana daha çok ilaç verin lütfen.”

LİNDA: Senin için ne güzel.

MARY SUE: Dikkat dağıtmanın yanı sıra olan başka bir şey de...

ADAMUS: Devam et.

MARY SUE: … dalgınlık.

ADAMUS: Peki.

MARY SUE: Ve bu çok genişletici oluyor çünkü sen dalgın değilken gitmediğin yerlere gidiyorsun. .

ADAMUS: O hapishanenin henüz keşfedilmesi gereken ek binaları var. (bazı kıkırdamalar) Ve ben bunu korkunç hale getiriyorum ve bu bir açıdan da öyle zaten. Öyle. Peki, sen zihnin seninle oynadığı o eski büyük oyunun ötesine geçtğini nasıl bilirsin?

MARY SUE: Peki, bu bana gözlerimi kapattığımda ve meydana gelen şeyleri gördüğümde oluyor ve ben bunun ne olduğunu bilmiyorum ve umursamıyorum.

ADAMUS: Evet, evet. Sen gözlerini kapattığında sana ne oluyor?

MARY SUE: Sadece bir şeyler görüyorum – demek istediğim, bu çok hızlı oluyor.

ADAMUS: Evet.

MARY SUE: Bilmiyorum...

ADAMUS: Ne tür şeyler? Demek istediğim, bilirsin işte, sen havada süzülen elmalar görüyor musun? Arazide dörtnala koşturan atlar görüyor musun?

MARY SUE: Ben şekiller görüyorum.

ADAMUS: Ah, ah.

MARY SUE: Neresi olduğunu bilmediğim yerler görüyorum.

ADAMUS: Doğru, doğru. Doğru.

MARY SUE: Ben...

ADAMUS: Beni görüyor musun?

MARY SUE: Görmüyorum. Ben insan görmüyorum.

ADAMUS: Eh, o zaman yine zihindesin demektir. (kahkahalar)

MARY SUE: Ben insan görmüyorum.

ADAMUS: Sen insan görmüyorsun. Eh, yat kalk haline şükret.

MARY SUE: Tamam.

ADAMUS: Ama soru şu ve bu soru zihnin dışını keşfetmek için gerçekten iyi bir soru.

MARY SUE: Peki.

ADAMUS: Sen hala hapishanede olmadığını nasıl anlarsın? Onların duvarları boyamadıklarını ve halıları değiştirmediklerini nereden bilirsin?

MARY SUE: Eh, eğer ben hala oradaysam bunu öğrenme fırsatım olduğu için bunu takdir ederim ama... evet.

ADAMUS: Evet. Öyle ama sen biliyorsun. Sen hala hapishanede olduğunu nasıl anlarsın?

MARY SUE: Her şey tanıdık geliyorsa. Eğer ben nasıl göründüğümle veya ne yaptığımla veya insanların benim hakkımda düşündükleriyle ilgileniyorsam o zaman kesinlikle hapishanedeyimdir.

ADAMUS: Tamam.

MARY SUE: Bilirsin işte, ben resim gibi bir şey keşfettiğim zaman onun özünü çıkarmaktan veya onu soyut yapmaktan hoşlanıyorum ve ben... (izleyenlerden bazıları kıkırdar ve “Ahh” derler) Ben bir şeye baktığımda – öyle yaptığımı bilirim. Benzer şeye bakıyorsam zihinde olduğumu hissederim.

ADAMUS: Tamam.

MARY SUE: Aşina olmayan şeyler gördüğümde.

ADAMUS: Tamam. Evet. Ben senin yine zihinde olduğunu söyleyeceğim.

MARY SUE: Tamam. Bunu kabul edeceğim.

ADAMUS: Çünkü sen o zaman tartışmaya başlıyorsun – ve bunu sadece sana değil herkese söylüyorum. Sen o içsel diyaloğu başlatıyorsun ve “Öyle miyim, değil miyim? Ben öteye geçecek kadar güçlü müyüm? Veya ben hala orada sıkışmış bir halde miyim yoksa ben sadece farklı bir görünüm yaratıyorum da burası o aynı eski yer mi?” diye tartışıyorsun.

MARY SUE: Tamam.

ADAMUS: Ben size anlatacağım – teşekkür ederim – ve ben size aradaki ayırımı anlatacağım. Eğer siz, “Şey, ben gerçekten de zihnin ötesine geçtim mi?” diye düşünüyorsanız o zaman hala zihindesiniz demektir.

Eğer sizin bir ağrınız varsa, derin bir ağrınız, sizde ötede, dışarıda başka bir şey, sizin henüz deneyimlemediğiniz bir şey olduğuna dair bir biliş varsa hala zihindesinizdir ama siz kendinizle zihnin dışında olma oyunu oynamıyorsunuzdur. Siz derin bir hasret çekiyorsanız ve “Ben daha fazlası olduğunu biliyorum.” diyorsanız, o hasret hala mevcutsa bu, evet, sizin hala zihinde olduğunuz anlamına gelir çünkü aksi halde o hasret giderdi. O özlem. Ben, o özlem duygusunun sizin hepinizde mevcut olduğunu biliyorum, özlem – adına ne derseniz deyin – kendine dönme özlemi. Yeniden gerçek olma özlemi. Kendinize duyduğunuz özlem. Siz hala zihindesiniz. Eğer artık özlem yoksa siz öteye geçmişsinizdir. O zaman muazzam bir farkındalık, biliş, tamamlanma, şeylerin gnostu olur.

Hadi hemen şimdi güzel, derin bir nefes alalım.

Yumurtadaki çatlak. Arka kapı, kaçış yolu. Biliyorsunuz zihin ilginç bir şey. Gerçekten öyle. Siz onun bu şekilde olması için tasarlanmasına yardım ettiniz. O, ilginç bir şey ve o çok sıkı vve gidrek de sıkılaşıyor. Daha çok kontrol ediyor. Siz kültür ve medeniyetteki ilerlemeleri ve insanların hiç olmadığı kadar zeki oldukları ve çok geliştiklerini söylüyorsunuz, biliyorsunuz işte insanların 500 yıl önceki haline göre ama bu pek böyle değil. Onlar sadece zihne daha fazla girdiler, beyine daha fazla girdiler.

Yani yumurtada bir çatlak var ve biz de onu keşfedeceğiz ve siz o özlem mevcut olduğu sürece zihinde olduğunuzu bileceksiniz. Siz, o özlem bittiğinde, saf biliş mevcut olunca ve bunu zihninizde sormadığınızda ya da zihninizde merak etmediğinizde öteye geçtiğinizi anlayacaksınız; siz, “Eh, ben bir saat hiçlikte kaldım, o zaman öteye geçmiş oldum mu?” diye sormayacaksınız.

 

İkinci Soru

İşte biz ilerlemeden benim bir soru daha sormam gerekecek. Her şey bununla bağlantılı.

Ben kafa bantları hakkında konuştum ve tekrarlıyorum bu bir metafor da olsa gerçek de olsa bir önemi yok çünkü siz zihindesiniz. Siz oradasınız. Ve bu çok kötü bir şeydi diye bir şey yok. Kötü olan şey sizin oradan çıkmaya çalıştığınızda yolu bulamayacakmış gibi olmanız, geceleri ormanlarda kaybolduğunuza dair gördüğünüz bitmez tükenmez rüyalar. Bu basitçe çıkmaya muktedir olmamakla ilgili bir rüya. Kötü olan hala o derin özlemi duymanız, “Tanrım lütfen, daha fazlası olmalı. Ben daha fazlası olduğunu biliyorum ama ben onun ne olduğunu ve ona nasıl ulaşacağımı bilmiyorum.”

Ama tüm söylenenlerden sonra, zihnin kafa bantlarının güzelliği, yararı neydi? Güzelliği neydi? Çünkü bu bir hata değildi. Bir hata değildi. Bazen öyle hissediliyor ama bir hata değildi.

İşte bu gerçek Şambra Bilgeliği: Atlantis’ten bu yana kafa bantlarının, zihinde olmanın, sınırlı olmanın ne faydası oldu? Bunun gizemi ve güzelliği nedir? Bu çok önemli o yüzden Linda lütfen dikkatli seç. Ve çok fazla düşünmeyin. Ve biraz meyve salatası yediğim için bana aldırmayın.

CAROLE: Şey, onun faydası...

ADAMUS: Burada yaptığımız şeyi göz önünde bulundurarak biraz fındık bulmalıyım.

CAROLE: … derin nefes almakla bir ilgisi var mı?

ADAMUS: Derin nefes almak.

CAROLE: Şey, sen derin bir nefes alın dediğinde zihin gidiyor.

ADAMUS: Doğru. Ama zihne girmenin, ona bu kadar dalmanın, hapishaneye girmenin güzelliği nerede?

CAROLE: Şey, orası daha sosyaldi... bilirsin işte insanlar daha sosyaldi.

ADAMUS: Bunu biraz daha fazla insan sohbeti için yapar mıydın?

CAROLE: Şey, sadece sevgiyle... hissetmekle...

ADAMUS: Sevgi mi? Ben bununla devam etmeyeceğim. Ben bunu kayıtlardan tamamen çıkaracağım. (Adamus kıkırdar) Sen sadece, sen bana sadece – eh, sen bana şu anda sadece çöp veriyorsun. Özür dilerim.

CAROLE: Tamam.

ADAMUS: Ve ben bunun nedenini anlıyorum çünkü sen çok fazla beyindesin. Bu, ilginç. Sen mikrofonu aldığında – kveckkkk! – hemen içeri kaçtın.

CAROLE: Peki kalbin bununla bir ilgisi yok mu? Çünkü...

ADAMUS: Hayır. Hayır. Kalp zihin tarafından kontrol ediliyor.

CAROLE: Ah, tamam.

ADAMUS: Hayır, kalp kelimenin tam anlamıyla zihin tarafından kontrol edilir. Kalp, sizin duygularınız tamamen zihin tarafından kontrol edilir. Eh, insanlar bu yüzden – “hadi kalbe gidelim.” – derler, siz sadece beyinden daha yumuşak bir parçaya gidersiniz. Tüm yaptığınız bu. (bazı kıkırdamalar) Çok ciddiyim. Ciddiyim. Bu en büyük aldatmacalardan biri, var olan en büyük aldatmacalardan. (kıkırdamalar artar) Ben Yükselmiş bir Üstadım! Onlar bugün Yükselmiş Üstatlar Kulübü’nde beni parlak zekamdan dolayı en az, bilmiyorum, yarım saat alkış yağmuruna tuttular ve burada bana mikrofon mu atılıyor? (kıkırdamalar artar)

Kalp tamamıyla bir zihin aldatmacasıdır. O, size biraz iyi hissettirir, günde ya da iki günde bir on dakika belki. “Ah, ben duygulandım. Ben sevgi hissediyorum ve ben mutlu hissediyorum.” Bu, bir aldatmaca! Özür dilerim ama burada bulunan hanginiz bunu deneyimlemedi ki, “Ah! Ben duygulandım.” ve sonra ertesi gün dağılırsınız. Yataktasınızdır, ağlıyorsunuzdur ve beni çağırıyorsunuzdur! Siz, “Ah! Ben daha çok duygu istiyorum.” diyorsunuzdur. Ben duygulardan yoruldum. Duygular zihinden gelir. Onlar gerçek değiller. Onlar gerçek değiller. Onlar fabrikasyon. Onlar sizi mutlu tutmak için zihnin uydurduğu yalanlardır.

LİNDA: O zaman neden duygular ve hisler arasında ayırım yapıyorsun? Ben bunu şu anda söylüyorum.

ADAMUS: Linda mikrofonu sana mı uzattı?

LİNDA: Duygu ve his. Demek istediğim, sen neden ikisini aynı sepete koyuyorsun?

ADAMUS: Hayır. Hayır, hissetmek çok farklıdır. Hisler, sizin kullanmadığınız 200.000 meleksi duyu, gerçek duyulardır. Duygular zihinden gelen insan şeyleridir. Zihin uydurdu, gerçek duyusal hisleri kopyaladı– ya da kopyalamaya çalıştı, onların ucuz bir taklidini yaptı ve siz uzun bir süredir böyle bir his duymadınız. Siz gerçekten de gerçek bir his duymadınız. Siz arada sırada bir şeyler hissettiniz ama siz hala duygularla uğraşıyorsunuz ve onlar zihinden geliyorlar ve yapaylar. Onlar şey gibiler – içeceklerinize şeker yerine ne koyuyorsunuz? O kimyasalları kullanıyorsunuz. Aynı şey gibi, “Eh, biliyorsun şeker kötü, biz o yüzden sana kimyasallar vereceğiz, çok kötü olan?” Ve onlar gerçek değiller.

İşte benim bugün Yükselmiş Üstatlara söylediğim şey de buydu. Ben, “Size kanallık edenlere, öğretmenlerinize gittiğinizde ve siz onlarla bunun üzerinde çalışırken orada herkes, ‘barış, sevgi, sevinç ve bir olma’ diyorsa – vınlayın! – ve umarım bana kızarlar. Umarım her şeyi alt üst ediyorumdur. Bir olma, duygularla beraber zihnin en büyük yalanıdır. Bir olma, “Hadi hepimiz bire geri dönelim.” Bu, şunu söylemek gibi bir şeydir, “Hadi yaptığımız her şeyi unutalım ve Atlantis’e geri dönelim ve yeniden bir olalım.” Hayır! Siz egemen varlıklarsınız. Siz bire gitmeyeceksiniz. Bir olma bir aldatmacadır ve onu öğreten herkes de öyle – (Adamus kıkırdar) Cauldre beni durduruyor gibi ama ben daha güçlüyüm! (kahkahalar) Ben Yükselmiş bir Üstadım. Söyleyeceğim işte – her kim bir olmayı öğretiyorsa, bilin ki o kişi makyoyla doludur! (kahkahalar artar) Onlar zihindeler. Onlar bu gezegende gerçekten tamamen bok öğretiyorlar. Siz gezegenin neden böyle olduğunu san...

LİNDA: Herhangi bir isim verme.

ADAMUS: Ah, hadi ama bırak isimleri söyleyeyim. (kahkahalar) Hayır. Hayır, hayır. Yani...

CAROLE: Bandın faydaları neler?

ADAMUS: Bandın faydaları mı?

CAROLE: Sevgi ya da senin dediğin gibi sahte sevgi.

ADAMUS: Duygular.

CAROLE: Evet.

ADAMUS: Peki sen bunun bir faydası olduğunu düşünüyor musun?

CAROLE: Şey, belki.

ADAMUS: Vay. Ben sana bir otomobil satmak istiyorum. (kahkahalar artar) Güzel. Ve bu arada bu zor bir şey. Bu, zor. Bu, kolay değil, onun için senin hüsrana uğradığını biliyorum. Sen şu anda muhtemelen beni boğmak istiyorsundur.

CAROLE: Hayır. Hayır.

ADAMUS: Ama bu sadece bir duygu. Sahte. Gerçek değil. (kahkahalar) Sen gerçek hislerine göre bana sarılmak istiyorsun. (kadın kafasını sallar) Pek değil. (kıkırdamalar artar) Peki.

Sıradaki. Hadi ama. Bu bir hata değildi. Kafa bantları bir hata değildi. O zamanlar hata gibi geliyordu ama onların bir güzelliği vardı. Bizim yaptığımız, sizin yaptığınız bir şey vardı. Bu neydi?

GARY: Algıyı paylaşmak.

ADAMUS: Algıyı paylaşmak. Bu kesin. Biri bu. Ve... ihtiyacımız varken Linda nerede?

LİNDA: O, burada!

ADAMUS: Eh, biz senin şurada olmanı bekliyorduk. (bazı kıkırdamalar) Algıyı paylaşmak. Ortak özellikleri. Sizin sahip olmadığınız ortak özellikleri ki bu da sizi o bir olma şeyine götürdü ama bu konuda biraz fazla ileri gidildi. Ortak özellikler. Biz deneyimi paylaşabilecektik ve bunun bir güzelliği var. Evet. İyi.

Bunun bir nedeni Dünya’ya gelmeden önce spiritüel meleksi aileler vardı, bir sürü savaş, bir sürü ileri geri gidiş. Ama siz buraya indiğiniz zaman hepiniz kafa bantları ile eşit hale geldiniz. Hepiniz eşit oldunuz. Ve bu, meleksi alemlerdeki deneyimleri anlamanın bir parçasıydı. Burada! (kahkahalar) Peki. Bu iyiydi. Linda, mikrofon.

LİNDA: Bir bakalım.

ADAMUS: Peki. Başka?

LİNDA: Sorgulayan beyinler bilmek istiyor.

ADAMUS: Onda da bir güzellik vardı. .

LİNDA: Tamam.

DAVİD: (boğazını temizler) Öhöm… (boğazını yeniden temizler)

ADAMUS: Düşünüyorsun.

DAVID: Evet.

ADAMUS: Evet.

DAVID: Düşünüyordum.

ADAMUS: Evet. Linda’nın senin dikkatini dağıtmasını ister misin? Evet. (kıkırdarlar) Ona bir bak – lanet olası ayaklarında ne var? Bot mu ayakkabı emin değilim.

DAVİD: Hadii!

ADAMUS: Evet, 17. yüzyıldan bu yana görmemiştim böyle şeyler. (kahkahalar) İşte bu David’in dikkatini dağıttı.

DAVİD: Evet. Bir deneyim oldu.

ADAMUS: Buradan nasıl bir yarar sağlandı? Sen ve Atlantisliler henüz anlamaya başladığın bu kafa bantlarından nasıl bir bilgelik kazandı?

DAVİD: Sınırlı olarak.

ADAMUS: Şey, kesinlikle. Bu oldu ama – bu senin hoşuna gidiyor mu?

DAVİD: Hayır ama neticede bir armağan geldi; biz onun artık bize uygun olmadığını ve bunu değiştirebileceğimizi ve farklı bir seçim yapabileceğimizi anlamak için uzun bir yol geldik.

ADAMUS: Evet. Ben bunu biraz daha farklı tanımlayacağım ve Linda o zaman sen cehennem kadar hızlı koşacak ve bunu tahtaya yazacaksın. Ben tanımla... mikrofonu al! Aksi halde konuşmaya devam edecek. (Linda öne ve arkaya koşunca kahkahalar)

SART: Daha hızlı! Daha hızlı!

ADAMUS: Sınırlanmak neden? (birisi, “Deneyim.” der)

LİNDA: Nedir?

ADAMUS: Deneyim. Kesinlikle deneyim. Ben’im’in umurunda değil. Benim şuna benzer şeyler söylüyor, “Hey! Başka bir şey var. Hey, insan! Neden oraya inip gerçek anlamda sınırlı olmuyorsun ve benim bunun nasıl bir şey olduğunu anlamamı sağlamıyorsun? Ben burada ihtişamımla duracağım ama sen oraya in.” Onun bunu yapmasının nedeni bunu yapabilmesiydi. Sınırlanabilirdi. Ve sizin bunu hissetmeniz gerek, düşünmeniz değil ama Ben’im her potansiyeli bilmek, hissetmek ve deneyimlemek istiyor. Sadece hoş potansiyelleri değil, sadece büyük potansiyelleri değil, her potansiyeli, mutlak ayrılık potansiyelini dahi. Mutlak. Demek istediğim, işte buradasınız – bir anlığına burada Ben’imliğinize girin. Peki, işte burada Ben’imliğinizdesiniz. “Hey! Kendimi bile hatırlamadığım bir noktaya kadar ayrılığı deneyimlemek büyüleyici olmaz mıydı? Hadi bir deneyelim. Hadi bunu kafamıza bantlar takarak yapalım.”

O yüzden ayrılık çünkü bunu yapabiliyor. Sınırlanmak için, deneyim için. Deneyimin bir parçası. Başka ne var? Peki, onun iyi tarafı nedir? Onun önemli bir yanı var. O, salondaki büyük fil gibi. Basitçe orada duruyor.

ŞAMBRA 2 (kadın): Fizikseldeki işleyiş için.

ADAMUS: İşleyiş... evet.

ŞAMBRA 2: Yoğunluğun üstesinden gelmek için.

ADAMUS: Ama zihin ve beyin ile bu kadar aşırıya kaçmanız şart mıydı? Demek istediğim, fiziksele ön kapıyı açık tutarak girilemez miydi, böylece en azından geri çıkabilirdiniz?

ŞAMBRA 2: Hayır.

ADAMUS: Hayır.

ŞAMBRA 2: Hayır.

ADAMUS: Tamam. Yani bu sizin fizikselde kalmanıza yardım etti?

ŞAMBRA 2: Evet.

ADAMUS: Peki lanet olası nasıl çıkacaksınız?

ŞAMBRA 2: Şey, şu şekilde başlayabilirim sanırım. (kadın kıkırdar ve şalını çıkarmaya başlar)

ADAMUS: Ölüm sizi fizikselden çıkarmıyor. Artık çıkarmıyor. Çıkarıyordu ama ölüm bile artık o şekilde iş görmüyor. Siz hemen içeri giriyorsunuz.

ŞAMBRA 2: Evet.

ADAMUS: Evet. (kadın kıkırdar) Bu korkunç değil mi? Evet. O zaman fizikselden nasıl çıkacaksınız?

ŞAMBRA 2: (duraklar) Zihni aşırı doldurarak.

ADAMUS: Aah.

ŞAMBRA 2: Evet, neden olmasın?

ADAMUS: Evet.

ŞAMBRA 2: Ben aşırı doldurmaya çok yakınım, ben...

ADAMUS: Bu aslında zihnin hoşuna gidiyor.

ŞAMBRA 2: İyi.

ADAMUS: Hayır, istediğin kadar doldurmayı deneyebilirsin, zihnin, “Getir. Ben daha çok büyüyeceğim. Daha çok genişleyeceğim.” der.

ŞAMBRA 2: O, öyle yapabileceğini düşünebilir. Ben zihnin sınırları olduğunu düşünüyorum ve o sınıra kadar gidebilirsin ve sonra bir şey daha eklersen, o, sana patlar.

ADAMUS: İzin ver şu şekilde açıklayayım. Zihin – nasıl denir – zihin asla sonu olmayan bir sınırlılıkta, sınırsız sınırlamada olabilir. Başka sözcüklerle ifade edecek olursak, o yaratabilir, o, gerçekten yayılıp, genişleyebilir. O, zihin hapishanesinde daha fazla koridor, daha fazla ek bina, daha fazla bölüm yaratabilir ama bunlar hala zihinde oluyordur. O, sınırlamalarını gerçekten de çok büyütebilir.

ŞAMBRA 2: (kıkırdar) Bunun için sözünü dikkate alacağım.

ADAMUS: Teşekkür ederim. (kıkırdarlar) Benim burada söylediğim şey, zihnin iş sınırlamaya gelince sınırının olmaması. O, daha çok sınırlama yapmak için kendini yeniden yaratmaya devam edecektir. Yani zihin sana büyük bir tepsi dolusu sınırlama sunabilir, sen de, “Ah, hayır, hayır. Ben gerçekten doluyum. Yeterince aldım.” dersin. O zaman zihin şöyle der, “Ah, hayır. Biz onlar için bir alan açacağız. Sadece daha fazla sınırlama.” der. Güzel. Biz buradaki tahtaya ne yazmıştık emin değilim ama eh, sadece “fiziksel” yaz.

LİNDA: Fiziksel mi?

ADAMUS: Evet. Mikrofonu başka birine ver ve sonra tahtaya “fiziksel” yaz, sonra da geri koş. (bazı kıkırdamalar) Evet. Bunun nasıl bir güzelliği var?

MERİKA: Kitle bilincine girmek olabilir mi?

ADAMUS: Kitle bilincine girmek. Bu eğlenceli mi, değil mi?

MERİKA: Eğlenceli değil ama bir fonksiyonu olmalı.

ADAMUS: Evet. David’in dediği, ortak özellikler.

MERİKA: Evet.

ADAMUS: O yeteneğe sahip olmak.

MERİKA: Hipnoz.

ADAMUS: Bir olma – “Hadi bunu deneyimleyelim” – ama ben sana bir ipucu vereceğim. Biz bir olmayı ve ortaklığı deneyimlediğimizde – biz hepimiz aşağı yukarı aynı göründüğümüzde, biz kendimizi aynı şekilde ifade ettiğimizde, aynı şekilde konuştuğumuzda - bundan gerçekte ne öğreniyoruz? Tek bir önemli şey. “ E” ile başlıyor.

MERİKA: “E” ile başlıyor.

ADAMUS: “E” ve bu etmek değil içine, yani... (kahkahalar) Sizlerden birine kanallık yapıyordum.

MERİKA: E ile ne acaba? (kıkırdar)

ADAMUS: Egemenlik. Egemenlik.

MERİKA: Egemenlik.

LİNDA: Ahhh!

ADAMUS: Egemenlik.

MERİKA: Ah, evet.

ADAMUS: Yani tüm bunlardan, kafa bantlarından, zihinde olmaktan, ortaklıktan, kitle bilincinden, “biz biriz”den – değiliz - gelen en büyük armağanlardan biri bunların sizin egemen olduğunuzu anlamanız için harika bir yol olmalarıydı. Bu, çarpık bir şekilde yapıldı ama “Hadi egemenliği yadsıyalım, hadi egemenliği eleyelim ki sonunda idrak edelim.” gibi şeyler söylendi çünkü bu yolculuk siz o aptal, “Ben kimim?” sorusunu sorduktan sonra sizin egemen olmanız ile ilgili bir yolculuk oldu. O kadar. O halde, hadi ışıkları biraz kısalım. Buradakiler kör olacaklar. Onlar tekrar uyumak istiyorlar.

İşte kafa bantlarının güzelliği, kafa bantlarının nihai güzelliği, belki bunu yapmanın başka bir yolu yoktu, egemen olmaktı, rehin olmanın, kitle bilincinin içinde olmanın, zihinde hapsolmanın, gerçek egemenliğin nasıl bir şey olduğunu anlamaktı. Güzelliği buydu ve bunlar Atlantis’ten bu yana gerçekte onun ne olduğunun anlaşılmaya başlanması için oldu. Şambra Evi’ndeki armağan, birçok armağandan biri budur ama sizin bu gezegene vereceğiniz armağan - egemenliktir. “Ben Ben’im. Ah, ben spektrumun beyinde hapis olduğum tarafındaydım, ben diğer mahkumlarla birlikte hapishaneye kondum ve ‘İyi yapmaya çalış.’ dedim. Ama ben sonunda egemenliğin ne olduğunu anladım. Ben Ben’im.”

Şimdi, bunu bir anlığına hissedin. Kafa bantlarıyla ve kitle bilinciyle ve her şeyle siz kendi egemenliğinizi, kendi içinizdeki birliği, eşsizliğinizi, ruhunuzu anlamaya başlıyorsunuz, şimdi böyle şeyler deneyimlediğinizi imajine edin. Ben’im’in nasıl sevindiğini imajine edin. O, şimdi bir şey biliyor, o, şimdi daha önce asla gerçekten bilmediği bir şeyi biliyor – egemenliği. “Ben Varım. Ben egemen bir varlığım. Ben de Tanrı’yım.”

Şimdi, bu, kafa bantları ve beyne girmek, nasıl çıkacağını bilmemek ve diğer şeyler gibi belki uzun ve zalim bir yolla yapıldı ama her şey bir anda oldu. Bu, gerçekten cehennem gibi bir deneyimdi ama siz şimdi egemen oluyorsunuz.

 

Beyin Karşısında Zihin

Ben sizin, “Biz nasıl çıkacağız, yumurtadaki çatlak ne, sistemdeki hata ne?” sorunuzu henüz yanıtlamadım. Biz buna biraz değineceğiz ama bunu yapmadan önce ben biraz daha, eh, beyin hakkında konuşmak istiyorum. Ben bu sabah onlardan ekrana bir resim koymalarını istedim, Cauldre bulacaktı ve resim ekrana gelirken soru şöyle, “Bu resimde yanlış olan ne?”

 (resim ekranda belirince duraklama)


Bu resimde yanlış olan ne? Bilen var mı? (birisi, “kafası yok” der) Bu, kafası olmayan bir tavuk. Şimdi, bu, gerçek bir öykü. Ben Cauldre’den bunu bulmasını istedim çünkü ben bunu bugün örnek olarak kullanmak istedim.

Bu, Mike, kafasız tavuk. O, gerçek bir tavuktu. Mike 1945’te burada Colorado’daki bir çiftlikteydi. Ve çiftçi akşam yemeğini ayarlamak için dışarı çıktı çünkü biliyorsunuz onlar eskiden buzdolabını açıp bakmıyorlardı. Onlar avluya çıkıp Mike gibi bir tavuk buluyor ve bir balta alıp onun kafasını kesiyorlardı.

Eh, çiftçi o gün birkaç içki içmişti ve tavuğun kafasını kesmek için çıktı ve kesme işi onun normalde yaptığı gibi olmadı. Kafa düştü – diğer resme gidebilirsek. (ekranda Mike’ın yanında kesik başıyla resmi belirir, birkaç kişi, “Ahh! der ve Adamus kıkırdar)

Bu, gerçek bir öykü. Kafa düştü ve çiftçi ne yapacağını bilemiyordu. O, Mike’ın hala etrafta koştuğunu fark etti ve içinden sadist bir şekilde, “Ben bunun ne kadar süreceğini merak ediyorum.” dedi.

O, ertesi gün dışarı çıktığında Mike hala etrafta geziniyordu. Ertesi gün Mike yine dolaşıyordu ve çiftçi, “Peki ya ben Mike’ı beslersem ne olur? Ben biraz göz damlası kullansam ve biraz...” diye düşündü. – Ben tavukları sütle mi başka bir şeyle mi beslediklerini bilmiyorum. Ve bu sürdü ve sürdü ve sürdü ve bir hafta geçti ve Mike biraz korkmuştu. Hayır, Mike değil, çiftçi biraz korkmuştu. (bazı kıkırdamalar) Diyebileceğim tek şey Mike daha iyisini bilmiyordu. (kahkahalar artar) Çiftçi, “Bu, İblis mi diye merak ediyorum. Bu, şeytani bir şey mi diye merak ediyorum.” diyordu çünkü bu tavuk hala ortalıkta geziyor ve sıçıyordu, bir tavuğun yaptığı gibi yiyor ve sıçıyordu. Evet. (bazı kıkırdamalar)

Çiftçi bunu birkaç kişiye anlattı ve onlar, “Senin elinde gerçek bir mücevher var burada. Sen Mike ile biraz para yapabilirsin. Sen onu beslemeye devam et, onu dışarı çıkar ve onu bazı yerlere göster; insanlardan kafasız tavuğu görmeleri karşılığında 25 kuruş al.” dediler, o da öyle yaptı. O, dolaşarak ve huysuz tavuğu bir kaideye oturtarak bugünün parası ile yaklaşık ayda $50.000 kazandı, insanlar 25 kuruş veriyor ve içeri girip bakıyorlardı.

Bu, 18 ay sürdü – bu, gerçek bir öykü – 18 ay ve Mike’ın ölmesinin tek nedeni çiftçi idi, o, Mike’ı bir gösteriden diğerine taşıyordu, şimdi para içinde yüzdüğü için ve yüksek bir yaşam yaşadığı için bir keresinde çok içmişti. Şey, o, Mike’ı besleyebilmek için kullandığı boğaz temizleme araçlarını unuttu ve o Mike’a biraz mısır yedirdi ama bu çok akıllıca bir şey değildi, bilirsiniz işte Mike boğulmaya başladı ve çiftçide onun boğazını temizlemek için gereken araçlar yoktu ve Mike öldü.

Şimdi, ahlak... (Adamus kıkırdar) Ben bu öyküyü neden anlattım? (birisi, “Neden?” diye bağırır) Ben bunu neden anlattım?! Yükselmiş Üstatlar Kulübü’nde beni alkışladılar. (bazı kıkırdamalar) Burada yuhalalıyorlar beni. Neden? Çünkü siz beyniniz değilsiniz. Siz Mike gibisiniz – şak! (kafa kesildi) – ve siz yine yaşamaya devam ediyorsunuz. Siz başınızın üzerindeki şeyle kendinizi özdeşleştiriyorsunuz ve gerçek şu ki siz de –belki – Mike’ın yaptığı gibi yaşamaya devam edebilirsiniz. Ben bunu uç bir örnek olarak kullandım.

Sizin kendinizi bir tuttuğunuz buradaki şey (kafaya işaret eder) siz değilsiniz. O, basitçe, geniş bir bant genişliğine, çok spektruma, çok düşünce kapasitesine sahip, azaltan ve sınırlayan ve sonra kutulayan bir işlemcidir. Beyin bu konuda gerçekten iyidir.

Beyin, sizin beyniniz anıları saklamaz. Sizin beyninizde anılar yok. Hiç yok. Beyin hiçbir şekilde enerji üretmiyor. Hiç. O, enerji kullanıyor. O, bir enerji kaynağı değildir. Sizin beyniniz herhangi bir şekilde bir zekaya sahip değildir. O, basitçe bir cihaz. Ve biliyorsunuz sizin beyninizin bir bölümü reptilyan, sizin beyninizin bir bölümü memeli, sizin beyninizin bir bölümü zamanla insan beynine evrimleşti ama sizin beyniniz basitçe bir işlemci. Beyin anıları saklamaz. Beynin en iyi olduğu şey kendini kandırmaktı – ve o nedenle de sizi kandırmaktı – sınırlamaktı, artık egemen olmamaktı. O, gerçekten iyi bir iş çıkardı. Ama belki de tüm plan böyleydi. Belki de tüm plan böyleydi.

Şimdi, ben beynin bunlardan herhangi birisini tutmadığını söylüyorum. Sizin zihniniz biraz daha farklı. Sizin zihniniz. Sizin zihniniz beyniniz değil. Bunu yanlış anlamayın. Biz Mike’ın kafasını kesebiliriz ve Mike yine yaşar. Sizin zihniniz biraz daha farklı. Sizin zihniniz nerede?


Bu arada, ben “zihin” sözcüğünün geldiği hali seviyorum. Zihin sadece ruh (psyche) değil, o, neredeyse beynin spiritüel veya ruh (spirit) veçhesidir ama insanlar, “İşine bak. Öğretmene dikkat et. Tavırlarına dikkat et.” derler. (ç.n: Bu cümlelerin hepsinde İng.’de zihin sözcüğü kullanılıyor) Onlar bu sözcüğü şimdi bile kullanıyorlar. O, basitçe kontrol, sınırlama demek. Kontrol ve sınırlama.

O zaman zihin nerde? Biz sizin kafanızı kesebiliriz. Söz veriyorum biz bunu yapmayacağız. Biz sizin kafanızı kesebiliriz ve siz belki yaşayabilirsiniz. Mike yaşadı. Sizin zihniniz nerede? Sizin zihniniz nerede? Bilen var mı? El kaldırın. (birisi, “Aurada.” der) Aurada. Sizin auranız temelde bir enerji alanı. O, sizin alanınızdan çıkan bir şey ama sizin zihniniz auranızda değil. Başka? Sizin zihniniz nerede?

Evet. Mikrofon lütfen. Zihin nerede? Evet.

TAD: Eh, bana gelen ilk şey onun I-Cloud’da olduğu. (bilgisayarda her şeyi kayıt altında tutan sanal bulut)

ADAMUS: High cloud mu?

TAD: I cl- … biliyorsun işte.

ADAMUS: I-Cloud.

TAD: I-Cloud.

ADAMUS: Ah, I-Cloud. Evet.

TAD: Biliyorsun, o...

ADAMUS: I-Cloud. Evet, evet.

TAD: I-Cloud.

ADAMUS: Evet. I-Cloud nerede?

TAD: (duraklar) Hiçbir yerde.

ADAMUS: Hiçbir yerde. Doğru. Doğru. Hiçbir yerde. Başka biri var mı? Zihin nerede? Zihin nedir? Zihin nedir ve lanet olası nerededir? Çünkü eğer biz onun ötesine geçeceksek onun nerede olduğunu biraz anlamalıyız.

ŞAMBRA 3 (kadın): Şey, zihin bedenin kılavuzudur.

ADAMUS: Pardon?

ŞAMBRA 3: Zihin bedenin kılavuzudur.

ADAMUS: Evet, evet. Bir nevi.

ŞAMBRA 3: Fiziksel realitedeki.

ADAMUS: Evet ama o lanet olası nerede?

ŞAMBRA 3: Hiçbir yerde.

ADAMUS: Ayağında mı?

ŞAMBRA 3: Hayır.

ADAMUS: Kalbinde mi?

ŞAMBRA 3: Hayır.

ADAMUS: Hayır. Beyninde mi?

ŞAMBRA 3: Hayır.

ADAMUS: Vay. Beynin – beyin ve zihin aslında birbirlerini tamamlıyorlar - sizin bedeninizde ağrı yaratan bir şeyin olması ilginç değil mi? Ağrı gerçekte gerçek değildir.

ŞAMBRA 3: Bir illüzyondur, evet.

ADAMUS: Beynin ve zihnin uyarı etkisidir. Ama beynin ve zihnin bu kadar kurnaz bir şekilde akıllı olması ilginç değil mi? Beyin hiçbir ağrıyı hissedemez. Beyin – ben size daha sonra beyin ameliyatı yapsam, siz hiç ağrı hissetmezsiniz. Beyinde ağrı reseptörleri yoktur. Bu büyüleyici bir şey değil mi? Bu hepimize beyin ve zihin hakkında çok şey anlatmalı. O, yine de, bazılarınızın şu anda bedeninizde hissettiği ağrı hissini iletir. O, gerçek değildir. Gerçek değildir.

Bu arada, ben Şambra’nın gerçekten ışık bedene girmek istediğini biliyorum ama bizim önce bunu halletmemiz gerek... yoksa ne olur biliyor musunuz? Siz, “Hadi her şeyi bırakalım. Işık bedeni içeri alalım.” diyorsunuz. Olacak olan tek şey zihnin ve beynin yapay bir üretimidir. Olacak olan tek şey bu ve siz o oyunu oynayacaksınız, ışık beden oyununu. “Ah, ben ışık bedenimi içeri getiriyorum.” Hayır. Bu, sadece zihin hapishanesinin başka bir binası. Siz yine deli çöp kutusunun içinde olursunuz. Biz o nedenle tüm bunlardan geçmek zorundayız. Biz, ışık bedeni getirmeden önce zihnin ötesine geçmeliyiz. Ve ben daha önce söyledim, ben ışık bedeni öğretiyormuş gibi yapan insanlara zaman zaman sinirleniyorum ve onlar daha zihinlerinden bile çıkmayan insanlar. (bazı kıkırdamalar) Ve o nedenle ışık beden tımarhanede başka bir ek bina olacaktır. O kadar.

Tamam. Nerede kalmıştık? Ah, özür dilerim, senin bedenin, senin beynin. Senin zihnin nerede?

ŞAMBRA 3: O, fiziksel değil. Başka bir boyutta olabilir.

ADAMUS: Hayır.

ŞAMBRA 3: O, aslında fiziksel olan için bir kılavuz. O nedenle kafa bantları...

ADAMUS: Senin o mikrofonu ağzına, beynine kadar tutman gerek.



ŞAMBRA 3: Bu, bizim kendimize bedende kalmak için yaptığımız bir şeydi ve biz bu şekilde fizikselde yönümüzü belirleyebiliyoruz.

ADAMUS: Peki zihin nerede? Ruh (psyche) nerede?

ŞAMBRA 3: O, sadece kimyasal bir şey.

ADAMUS: Şurada mı? (kafa)

ŞAMBRA 3: Hayır.

ADAMUS: Hayır. Hayır, hayır. Orada değil. Beyin anıları saklamaz. O, yaratıcı değildir. O, geçekte sorunları çözmez. Beyin sadece bir işlemcidir. O kadar. O, anı depolayan bir cihaz bile değildir.

O halde zihin nerede? Linda o mikrofonu dolaştırmaya devam edecek. Zihin nerededir? Ve zihin nedir?

Herkesi cesaretlendirmek için Mike’ın resmini yeniden oraya koyalım. (kahkahalar, Adamus kıkırdar)

JAN: Ben şu anda Mike gibi hissediyorum. (kadın kıkırdar)

ADAMUS: Zihin nerede? Bu anılar, o kadar yaşam sürecine ait anılar ve duygular ve hisler ve yargılar ve farkındalıklar ve deneyimler lanet olası neredeler?

JAN: Şu anda benim zihnimde çünkü ben bunu imajine dahi edemedim.

ADAMUS: Evet, evet, evet. Evet, evet. (kıkırdarlar) Evet.

JAN: Demek istediğim, benim düşünceme göre, bilirsin işte, her şeyden sorumlu olan beyin ve sen de şimdi bana onun öyle olmadığını anlatıyorsun.

ADAMUS: Kafasını kes!

JAN: Oha!

ADAMUS: Ve beden yine de devam ediyor. Ve onlar, oradaki anılar ortak bir algıdır. (kafayı gösterir)

JAN: Evet.

ADAMUS: Değiller! Ve gönüllü olmak isteyen varsa biz daha sonra küçük bir kadavra incelemesi yapabiliriz ve biz oranın içinde bir şey olmadığını gösterebiliriz. Kimyasallardan başka bir şey yok ve elektrik ve zihne bağlantı var ama zihin nerede?

(kadın duraklar)

Eh, bir kişi daha. Bir kişi daha. Zihin nerede? Herhangi bir atış yapmak isteyen var mı?

CHRİSTİNA: Bilincin bir parçası mı?

ADAMUS: Bilincin bir parçası. Teşekkür ederim. Ve bilinç nerede?

CHRİSTİNA: Her yerde.

ADAMUS: Hayır, her yerde değil. Senin bilincin nerede?

CHRİSTİNA: Ben’im’de. O, ben.

ADAMUS: Kanada’da olduğunu söyledin mi? (bazı kıkırdamalar ve kadın kıkırdar)

O, sen neredeysen orada. Zihin sizin bilincinizin bir fragmanı, bir parçası, çok sınırlı bir parçası ve sizin bilinciniz siz neredeyseniz oradadır. Sadece fiziksel olarak değil ama farkındalıkta da ve zihin ondan daha ince. O, bir uzay veya zamanda veya başka bir şeyde yer almıyor ama o, bilincin, sizin bilincinizin bir parçasıdır. Teşekkür ederim. Sen doğru bildin. (birisi, “Ding! Ding! Ding! Ding!” der) Ding, ding, ding. Evet. Peki, siz şimdi tavuğu öldürebilirsiniz. Bize yeterli geldi. (bazı kıkırdamalar; resim kaldırılır) Peki. Evet, sadece ona alışırsanız.

Önemli bir nokta, biz ilerlerken, biz zihnin ötesine geçerken, o, sadece bilincin bir noktası. O kadar. O, burada (kafa) değil ve uzay ve zamanda var olmuyor. O, sizin bütünsel bilincinizin, Ben Ben’im’in küçük bir fasetası.

Kafa bantları sizi gerçekten o küçük fasetaya odaklandırıyor ve sonra siz onun siz olduğuna inandınız. O, sizin bir parçanız. Biz öteye geçerken zihni yok etmeyeceğiz. Hiç değil. Ama siz düşüncelerin burada olduğuna inanıyorsunuz. Siz gözünüzle gördüklerinizin gerçek olduğuna inanıyorsunuz ve öyle değil. O, realitenin bir parçası ama çok küçük bir parçası. Siz bedeninizde duyumsadığınız ağrı veya zevk denilen şeyleri gerçek sanıyorsunuz ve gerçek değiller. Onlar realitenin küçük bir fragmanı ama tamamı değil. Ve onun – bedeninizdeki ağrının, zihninizdeki bir düşüncenin veya buna benzer şeylerin - gerçek olduğuna ve realitenin genişliğinin öyle olduğuna inanmaya başlayan biri gerçekten hapsolur ve sınırlanır. Ama siz kendinize var olan çok daha fazlası için izin verdiğinizde böyle olur.

O, dışarıda değil, o, içeride (kafada) değil, o, tam olarak burada ve daima buradaydı. O, daima buradaydı.

Hadi o zaman derin bir nefes alalım. Hadi biraz müzik açalım ve ben bugün hepinizin başını ağrıttım. Bu, harika. Ahh! Kafa o kadar... evet. İşte Mike gibi olun, sadece kısa bir süreliğine kafayı kesin.

(müzik başlar)

Hadi biraz müzik açalım ve bunları bir merabla bir araya getirelim.

 

Merabh – Bilişi İzle

Biz ne yapıyorsak bedenli bir Üstat olarak gezegende kalmak için yapıyoruz – bir zihinle, bir beyinle kalmak için tabii ki ama çok daha fazlası var – duyusal olmak için, egemen olmak için. Egemen bir varlık. Ve biliyorsunuz, bu, ruhun (soul) düşüydü. Ve Ruh (soul) ne hayal ederse insan onu deneyimler.

Kendini gerçekten anlamak, kendini gerçek bir egemen varlık olarak bilmek ruhun (soul) düşüydü. Sizin yaptığınız şey - beyindeki, zihindeki bir varlık olarak, kafa bantlarıyla - egemen olmak.

Bilirsiniz işte, beynin komik yanı – siz onu ve zihni gerçekten takdir etmeyi öğreneceksiniz – beynin ve zihnin kendi kendilerine yeten birimler olmaları. Onlar kendi içlerinde kalıyorlar. Ve siz aydınlanmanız üzerine düşündüğünüz sürece, siz öteye geçmek üzerine düşündüğünüz sürece hala beyindesiniz demektir. Siz hala hapishanedesiniz demektir.

Ben daha önce sizin geceleri çok rüya gördüğünüzü söyledim- siz bunları belki hatırlıyorsunuz, belki de hatırlamıyorsunuz – ama bunlar sizin bir şey aradığınız rüyalar. Kaybolduğunuz rüyalar. Büyük düş kırıklığı yaşanan rüyalar. Birinin sizden bir şeyinizi aldığı rüyalar ve siz de onu geri almaya çalışıyorsunuz ve sizden bir şey aldılar diye onlara kızıyorsunuz. Bu rüyaların hepsi özgür olmakla, çıkış yolunu aramakla ilgili.

Zihin bu şekilde yorumluyor – zihin rüyaları tabii ki özgün bir şekilde yorumlamıyor; onları insanın anlayabileceği bir şekilde ifade ediyor – ama bu rüyaların hepsi sizin çıkış yolunu aramanızla ilgili. Ve siz rüyalarda bile onun da başka bir çıkmaz yol olduğunu anlıyorsunuz.

Geçenlerde biri bana, “Rüyalar neden eğlenceli ve neşeli değil? Geceleri bulutların içinde süzülsem ve harika zaman geçirsem daha iyi değil mi?” diye sordu. Şey, sizin geceleri gördüğünüz rüyalar bir çıkış bulmaya çalışmakla ilgili. Bunlar sizin hatırladığınız rüyalar ve düş kırıklığı yaratıyorlar. Çok düş kırıklığı.

Ama başka bir rüya daha var. O, sizin zihninizin insan rüyaları tarafından gölgelenmiştir ama benim sizden şu anda hissetmenizi istediğim başka bir rüya daha var.

Bu, zihnin rüyası değil. Bu, sınırlamalarla ilgili bir rüya değil. Bu, bilişin rüyası.

Sonsuza kadar zihne mahkum olmadığınız bilişinin. Dışarıda çok daha fazlası olduğu bilişinin.

Ah, dışarıda çok daha fazlası var ama bunu insan duyuları veya algısı çerçevesinde düşünmeyin. Bunu sadece gençleşmek, akıllı olmak gibi şeyler olarak düşünmeyin. Bu arada, beyinde kesinlikle zeka yok. Hiç yok. Çoğu insan şöyle düşünüyor, “Şey, ben gerçekten akıllıyım. Benim beynim zeki.” öyle değil. Beyninizde kimyasallar ve elektrik ve doku ve kan ve pislik var ama zeka yok. Ama ben konuyu saptırdım. Rüyaya dönelim.

O, bilişin rüyası var. O, sizi buradan geçirecek, sizi sınırlı zihinden çıkaracak olan biliş. Sizin yapmanız gereken tek şey o bilişin sizi almasına, sizin elinizden tutmasına izin vermek. Ama düşünmeyi bırakın.

O, biliş rüyasına izin verin – o gerçekten de aslında sizin şimdiye kadar sahip olduğunuz en iyi rehber oldu – siz şimdi zihnin ötesine geçmeniz için onun rehberlik yapmaya devam etmesine izin verin.

Bu konuda düşünmeyin. O, sizin bilişiniz. O sizin gnostunuz. Gnost biliş demektir.

Bırakın o sizi zihnin ötesine geçirsin ve o bunu yaparken siz insan parçanızın neden burada olduğunu hatırlayın. O, yeni için burada. O, yeni deneyim için burada.

Siz zihindeyken bunu unuttunuz gibi zihin içindeyken çok kalıplaştınız. Bu arada, tüm bu kalıplar, tüm bu sınırlamalar beyinde değil. Onlar o sınırlı bilincin bir parçası.

Şimdi, eğer arzu ediyorsanız, sadece o bilişe, kendi bilişinize izin verin, bırakın o sizin kafa bantlarınızı çıkarsın. Bırakın sizi zihnin ötesine taşısın.

(duraklama)

Ve siz zihin ve kontrol da dahil – her ne olursa olsun - neye girerseniz oradan çıkabileceğinizi de hatırlayın. Benim kristalim gibi, benim kristal öykümde olduğu gibi. Ben kendim girmiştim. Eğer kendim giriyorsam kendim çıkabileceğimi anlamam uzun bir zaman aldı. Ben bu anlayışla ve basit bir adımla oradan çıkmıştım.

Şimdi yeni için zaman geldi, sevgili dostlar. Bu, bir hapishanede bulunan insana biraz korkutucu geliyor. Bilirsiniz işte, hapishanede 30, 40 yıl gibi uzun bir süre kalan bir mahkumu aniden çıkarıyorlar, bu ona korkutucu geliyor. Onlar her ne kadar özgürlük hayal etmiş olsalar da korkutucu geliyor. Onlar buna alışkın değiller ve onların çoğunun sonu, onların yüzde 75’ten fazlasının sonu hapishanede bitiyor. Onlar kötü insanlar olduklarından değil; yeni ile başa çıkamadıklarından. Onlar hapishaneye alışmışlardır, o nedenle oraya yeniden dönmenin bir yolunu bulurlar.

Biz yeniye giriyoruz ama bu insanın çok iyi yaptığı bir şey.

Biz zihnin ve sınırlamaların ötesine geçiyoruz. Biz diğer insanların çılgınlık diye düşünebileceği bir şeye giriyoruz. Biz yeniye giriyoruz.

(duraklama)

Bu, bir deneyim ve biliş, gnost sizden basitçe onu kucaklamanızı istiyor.

Bizim oradan çıkacağımızı bilmek, uzun zamandır o hapishanede kalan insana biraz meydan okuyor. İnsan biraz kaygılı ve şöyle diyor, “Dışarısı nasıl bir yer? Uzun bir zaman oldu. Hapishanedeki gardiyanlar beni yakalamaya mı çalışacaklar, onlar beni yine oraya mı sokacaklar? Neler olacak? Ben delirecek miyim?”

Ama ben sizden şimdi basitçe bilişinizin, gnostunuzun – Tobias’ın dediği gibi sandalyenin dördüncü bacağının - elini tutmanızı istiyorum ve yaşamınıza gelen yenilikleri kucaklamanızı istiyorum.

Evet, biz ışık bedene gireceğiz. Evet, biz, size bu gezegende bedenli Üstat olarak çok hoş gelecek her türden şeyi yaşayacağız. Ama hadi şu anda basitçe zihnin sınırlamalarının dışına yürüyelim.

Ah, bu arada, benim geçen toplantımızda sizin 45 ila 6o gün arasında yaşayacağınızı bildirdiğim deneyim tamamen sizi hazırlamak için, sizi zihnin ötesine yürümeye hazırlamak için. Zihin yine olacak. O yine var olacak ama sizin onunla tamamen farklı bir ilişkiniz olacak. Siz bir kere onun dışına çıktıktan sonra aslında onu takdir etme noktasına geleceksiniz.

Tüm enerjiler sizin çıkıp gitmeniz için hazırlandı. Bunlar oluyor ve siz belki birkaç hafta, bir ay daha zihninizde yönelim kaybı (zaman ve yer kavramının bozulması) yaşayacaksınız. Ama bunların hepsi oradan çıkıp gitmekle ilgili.

O yüzden lütfen, eğer istiyorsanız, zihnin sınırlamalarından çıkıp bilişinizi ve gerçek bilincinizi izleyin.

(duraklama)

Zihin sizin bilincinizin minicik bir fasetasıdır.

(duraklama)

Öteye geçene kadar bilişi izleyin. “Öte”nin anlamı, ah, başka bir yerdir ama öyle değil. O tam olarak burada.

Başka hiçbir şey yapmaya çalışmayın. Üzerinde düşünmeyin. Tuhaf egzersizler veya seremoniler yapmayın çünkü o zaman yeniden oraya girmiş oluyorsunuz. O sizi yakalamış oluyor, zihin.

Siz sadece bilişin, gnostun elinden tutun ve oradan yürüyüp gidin.

(duraklama)

Yani sevgili insan yeniye hazır ol. Bu, senin çok iyi, çok çok iyi yaptığın bir şey. Sen yeni şeyler yaparsın, sen deneyimlersin. Üstat yapmaz. Üstat yeni bir şey yapmaz. O, sadece senin yaptıklarını alır ve bilgelik haline getirir. Ben’im yeniyi imajine edebilir veya yeninin hayalini kurabilir ama bunu ancak sen, insan yapabilirsin.

Hadi bu güzel günde güzel, derin bir nefes alalım.

Şunu da şimdi hatırlayın, o kafa bantları çıkmaya başladığında, onlarda da bir güzellik olmuş olduğunu hatırlayın. Gerçekten vardı. Bu, bir hata değildi. Siz bu gezegende bedenli Üstatlar olarak kaldığınızda bunu çok derinden takdir edeceksiniz. Hepsi egemenlikle ilgiliydi.

Hadi hep birlikte derin bir nefes alalım.

Ve benim bugünkü açılış sözüme dönelim, siz deli olmayana kadar delisiniz.

(müzik sona erer)

Bunun yanı sıra benim sevgili dostlarım, tüm yaratımda her şeyin yolunda olduğunu hatırlayın.

Teşekkürler. (izleyenler alkışlarlar)



İngilizceden çeviren: Meltem Taban