• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/kirmizicember/
                                       BAĞIŞBAĞIŞ
        
    

Ortaya Çıkış Dizisi Şaud 7



Adamus Mesajı Geoffrey Hoppe Kanallığı ile 2 Mart 2019'da Kırmızı Çember'e sunulmuştur.


Ben Ben’im, Adamus Saint-Germain.

Hadi toplantımızda güzel, derin bir nefes alalım. Hepiniz hoş geldiniz. Kırmızı Çember stüdyosunda bulunanlar ve bizi internetten izleyenler hadi kocaman, derin bir nefes alalım ve enerjilerimizi bir araya toplayalım. Ah! Ne kadar ilginç zamanlarda yaşıyorsunuz.

Ben bazen insan formunda geri dönebilmeyi, sizinle birlikte şu an sizin yaşadığınız deneyimleri yaşamayı, her şekilde duyusallığı yaşamayı diliyorum, her şekilde. Ama ben sonra, “Hayır, hayır, hayır!” (kahkahalar) “Ben burada kalacağım!” diyorum. (Adamus kıkırdar) Geri dönmeye gerek yok. Ve ben gerçekten fiziksel beden içinde sizin yanınızda olmak yerine size buradan hizmet ederek daha iyi bir iş yapabildiğimi hissediyorum.

Birkaç konu var. Bu ay Aspektoloji ayı. Bu ay Kırmızı Çember’in yılda bir kez Aspektoloji yaptığı ay ama bundan çok daha fazlası var. Siz aspektoloji almış olsanız da olmasanız da, bu ay sizin için aspektoloji ayı – Mart 2019, bu tarihi hatırlayın – ve bunların hepsinin ejderha ile bir bağlantısı var. Ejderha. Ejderha – biz bunu geçenlerde ProGnost’ta konuştuk, biz bunu toplantılarımızda daha çok, daha çok konuşacağız ama ejderha işte. Ah! Ejderha.

Ejderha hala veçhe olan, hala bir veçhe formunda olan şeyleri bulmanıza yardım etmek için burada bulunuyor. Ejderha sizinle derinden, sizin içinizin derinlerinde bütünleşebilsinler diye bu veçheleri gösteriyor. Bu sadece zihinsel bir bütünleşme değil ama gerçek derinden bir bütünleşme.

Şimdi, sizin hala siniri tepesinde olan veçheleriniz olabilir. (birisi, “Evet.” der) Eh, evet! Evet! (bazı kıkırdamalar) Birisi şimdi bana apaçık olan şeylerin üstadı dedi. (kıkırdamalar artar) Bazılarınızın hala sinirli veçheleri olabilir ve onlar basitçe serbest bırakmak istemiyorlar. Onlar o oyunlardan keyif alıyorlar ve ben size şimdi bir şey söyleyeceğim – bu, sizin ejderhayla ve veçhelerinizle oynayacağınız ve onlarla yalpalacağınız bu ay için bir ipucu – veçheler inançların arkasına saklanmayı severler.

LİNDA: Hımm.

ADAMUS: Bu iyiydi. (kahkahalar) İzin verin bunu bir kere daha söyleyeyim ve siz de bana katılın. Kumbaya yapacağız. (kahkahalar artar) Veçheler inançların arkasına saklanmayı severler.

LİNDA VE İZLEYİCİLER: Hımmm!

ADAMUS: (kıkırdar) Hım. Oldukça derin bir şey! Ve bu gerçekten de derin bir şey. Biz bugün biraz bu konudan bahsedeceğiz.

Şimdi sizin ejderhanız var – siz Eşik çalışmasını yapmış olsanız da olmasanız da, sizin ejderhanız var – o bu veçhelerin bulunmasına yardım etmek için giriş yapıyor çünkü onlar basitçe Gerçekleştirime gidemezler. Ve biz bu noktadayız, saat 11:59. Siz veçhelerinizin nerede olduklarını biliyor musunuz? (bazı kahkahalar) Ve eğer bilmiyorsanız ejderha onları bulacak ve sizin tam önünüze koyacak. Neden? Ne yapmanız için? Onlarla bütünleşmeniz için. Evet, onları avutmanız için değil, onları baskı altında tutmanız için değil ya da bazılarınızın yapmayı çok istediği gibi onların tozunu attırmak için değil, hayır, gerçekte onları bütünleştirmeniz için.

Yani bu ay aspektoloji ayı ve siz veçhelerin faaliyetlerini yaşamınızda her şekilde hissedeceksiniz. Ama sizin şunu anlamanız gerekir, bu, kötü bir şey değil; bu gerekli bir şey. Bu, kötü bir şey değil. Bu, aslında çok eğlenceli olabilir.

Siz onların yeniden bütünleşmelerinin çok bilincinde olunca, onlar artık size bazen eziyet edemeyecekler ama onlar yeniden bütünleştikleri için 11:59 olduğunu bilecekler ama onlar mutlaka sokakları bırakıp gelmek isteyecekler, eve dönmek isteyecekler diye bir şey yok, o yüzden bir direnç olacak – bu, sizin bunun üstesinden nasıl geldiğinizi, o bütünleşmeyi yeniden nasıl yaptığınızı gözlemleyeceğiniz harika bir ay olacak.

Biz bugün size özellikle bu konuda yardımcı olacak birkaç şey hakkında konuşacağız. İki şey var. Bu arada bu Şaudun konusu - sizin slaytlarınızda söylendiği gibi - hayatın katmanlardan ibaret olması. Yaşam katman katmandır – renkli, duyusal katmanlar. Bu, bir yaşam şekliyle ilgili bir şeydir. Bugünün konusu katmanlar. Bize birçok, birçok farklı şey oluyor. Biz bilinçli olmayan ya da daha basit zihne yönelik birkaç konu hakkında konuşacağız ve sonra bir merabh yapacağız ve bitireceğiz ve siz dönüp her zaman yaptığınız şeyleri yapacaksınız (bazı kıkırdamalar) ya da siz katmanlarda...

ADAMUS: … olanları hissedebilirsiniz.

SART: Yuppi!

Biz Şaudu iki bölüm halinde yapacağız. İki ayrı bölüm var ve siz daha basit olan zihinde onları birbiriyle ilişkilendiremeyecek ya da onları bir araya getiremeyeceksiniz bile – siz, “Biz neden tamamen farklı şeyler hakkında konuşuyoruz?” diyeceksiniz – ama bundan çok daha fazlası oluyor.

Ben size bugün Adamus olarak geldim ve ben Adamus olarak sizi eğlendireceğim. Ben, “ooh!”lar ve “ah!”lar duyacağım ve belki hüzün de olacak. (bazı kıkırdamalar) Ben size Adamus olarak geliyorum ama ben size aynı zamanda St. Germain olarak geliyorum. Bugün her şey iki düzeyde olacak.

Siz gerçekten de bunu hissetmeye başlamanız için izin verin çünkü hayat gerçekten de katmanların içindedir ve öyle de olmalı. Siz, tek bir katmanın içinde yaşamanın, tek bir spektrumun içinde yaşamanın tekdüze ve sıkıcı olduğunu fark edeceksiniz.

Bizim Şaudlarımızda, çalıştaylarımızda ve toplantılarımızda, özellikle Keahak’ta yaptığımız her şey sizi daha önce çok az kişinin gerçekleştirdiği bir şeye hazırlamak içindir ve bu da gezegende bedenli Üstatlar olarak kalmaktır. Eğer konu sadece sizin Gerçekleştiriminiz olmuş olsaydı biz tamamen farklı bir şey hakkında konuşuyor olurduk. Ama sizin bu bedenlerde, bu gezegende kalmak istemeyi seçmiş olmanız gerçeği, müfredatı tamamen değiştiriyor, bizim yaptığımız şeyi tamamen değiştiriyor. Yani biz kalmak için hazırlanıyoruz, sizin bu gezegende ne kadar süre kalmak istediğinizi konuşuyoruz.

İşte siz bugün – bu ay, bu aspektoloji ayında, bugün – farklı katmanlarda neler meydana geldiğini hissedin. Siz bazı şeylerin hemen farkına varacaksınız. Bazı şeyler için de haftalar gerekecek veya siz onlara birkaç kere dönüp bakacaksınız ama çok katman var. Ve ben sizden yaşamınızdaki tüm harika, harika katmanlara alışmanızı istiyorum.

 

Bölüm 1

İşte ilk bölüm. Hadi biz Slovenya, Bled’de gerçekleşen uzun toplantımızda Kuthumi’nin dile getirdiği çok, çok güzel bir konuyu konuşalım. Ah, biz bunu konuşmadan önce ben çok kısa başka bir konuya değinmek istiyorum.

Büyük Tartışma

Biz Yükselmiş Üstatlar Kulübü’nde şöyle hararetli bir tartışma yapıyoruz. Şu an itibariyle 9.751 tane Yükselmiş Üstat var. Biz hararetli bir tartışma yapıyoruz ve yönetici, Başkan, CEO benim (kahkahalar) – bu bir şaka değildi (Adamus kıkırdar) – ben Baş Yükselmiş Üstat pozisyonundayım, ben hakem pozisyonundayım çünkü biz tam ortadan ikiye bölünmüş bir durumdayız. Benim eşitliği, oyları bozmam gerek. Ve ben onlara, “Ben bu konuyu Şambra’ya götüreceğim ve onların bunun için bir ayı olacak. Biz tartışmayı şimdi başlatacağız ama onların bir ayı olacak.” dedim.

Durum şöyle. Yükselmiş Üstatlardan biri geçenlerde bana geldi ve “Ben Şambra’yı ve onların yaptıklarını gözlemliyorum ve ben şimdi onların başaracağını biliyorum.” dedi.

LİNDA: Hım.

ADAMUS: Bu bir, “keşke” meselesi değil, bu bir “nasıl” meselesidir.

LİNDA: Hım.

ADAMUS: Benim, “ne zaman” demediğime dikkat edin. Ben bu bir “keşke” meselesi değil, bir “nasıl” meselesidir dedim. Siz bunu nasıl gerçekleştireceksiniz? Siz oraya nasıl ulaşacaksınız? Ve o Yükselmiş Üstat bana, “Ama asıl sorulması gereken şey şu – bizim Gerçekleştirimde yüz yüze gelmek zorunda olmadığımız bir şey var– soru şu, siz bir kez tam Farkındalığa ulaştığınız zaman ki bu farkında olduğunuzun farkında olduğunuz zamandır; sizin bunu sorgulamadığınız, sizin, “Ah, evet. Ben farkındayım.” dediğiniz zamandır. Bilirsin işte, o zaman hiç kimse, “Ah, ne zaman olacak ve ben nasıl...” demez. Farkındalığın Farkında olunur, peki ya sonra?

Şimdi, bu, yüzeysel olarak pek önemli bir soru gibi gelmiyor ama bu soru Yükselmiş Üstatlar Kulübü’nde sizi sırada bekleyen şeyler konusunda şimdiye kadar yapılan en hararetli tartışmaya neden oldu. Yükselmiş Üstatların yarısı, Gerçekleştirimden sonra sizin bir sabah uyanıp, “Ben ne yapacağım? diye soracağınızı söyledi. Bazı Yükselmiş Üstatlar da, “ Onlar belki sıkılacaklar ve belki de yaşamlarında yaratabildikleri için biraz kaos yaratacaklar.” dediler. Bazı Yükselmiş Üstatlar, “Ben onların yerinde olsam bir misyonum olsun isterdim.” dediler. Ve ben, “Misyon mu? Kimin vereceği bir misyon? diye sordum. Onlar da, “Şey, biz misyonları konusunda onlara yardım etmeye başlayabiliriz.” dediler.

Ben, “Bilmiyorum. Bu ‘misyon’ kelimesi pek tutmaz.” dedim. (bazı kıkırdamalar) Ben, “Şunu demek istiyorum.” dedim, “Ben sizin neden bahsettiğinizi biliyorum, bir anlaşma. Hayır, anlaşma tam doğru değil. Bir proje, yapacak bir şey, dişlerini geçireceğin bir şey, şey gibi...” dedim. Ben, “Eh, bu bir tutku olsa daha iyi olmaz mı?” dedim. Ah! Ve herkes alkışladı...

LİNDA: Ah. (Linda alkışlar)

ADAMUS: … oradaki gibi. Teşekkür ederim. Oradaki gibi. (bir fısıltı duyulur)

LİNDA: Biz de yapabiliriz. Biz de yapamaz mıyız?!

ADAMUS: Evet. Evet.

LİNDA: Tamam, teşekkürler.

ADAMUS: Ve ben, “Evet, bu daha çok bir tutku olmalı. Yapılması gereken bir şey değil ama yapmak için tutku duyulan bir şey.” dedim. Ve siz benim bazen kelime uydurduğumu biliyorsunuz ve ben şöyle dedim, “Biliyor musunuz, ben bunu tutkulu misyon diye adlandıracağım.”

LİNDA: Ahhh! (kıkırdar)

ADAMUS: Ben orada böyle bir tepkiyle karşılaşmadım. Oradakiler, “Ooh!! Ohh!” dediler.

LİNDA: Ah, “Aaaaah!”

 

Tutkulu Misyon

ADAMUS: Misyon ve tutku, tutkulu bir misyon. Bir gereklilik değil, acı çektiren bir şey değil ama size meşgale olan bir şey. Size sabahları uyanmak için bir sebep teşkil eden, “Ben havaalanına gidiyorum ve ben orada sadece yüzümde aptal bir gülüşle duracağım ve ben ışığımı tüm yolculara yayacağım. Neden olmasın?” dedirten bir şey. Ya da bir tutku ve bir misyon, “Ben sadece kendim için bir kitap yazacağım. Ben kendi yaşamıma derinleşeceğim. Ben onu keşfedeceğim. Ben nasıl bir hayatım olduğunu başkalarıyla paylaşmak istemiyorum veya tutkulu bir misyon, çok güzel bir müzik yaratmak, sizi alıp kesinlikle – yani gerçekten demek istiyorum – başka bir aleme götürecek bir müzik. Ya da şöyle tutkulu bir misyon, “Ben sadece...” (duraklar ve kıkırdar) Tutkulu bir misyon, “Ben bir kafe açacağım çünkü ben kahve içmeyi seviyorum ama insanların oraya geldiklerini ve benim onlara dokunduğumu hayal edin.” İllegal bir şekilde dokunmak demek isemedim tabii ki (kıkırdamalar artar) “Ama ben onlarla burada Kırmızı Çember Kulübü’nde olduğu gibi bağlantı kurarım, ben ışık saçarım ve ben onların kahvesini hazırlarım. Ama buradaki asıl şey sevgi ve bu şekilde onlara el yapımı ikramlar servis etmek.” Ne kadar harika bir tutkulu misyon! (Linda kıkırdar) Bilirsiniz işte, bir şey... (kıkırdamalar artar) Yapacak bir şey.

İşte tam yarı yarıya – yani çizgi tam ortadan bölüyor demek istiyorum - Yükselmiş Üstatların yarısı, “Evet, bu harika olurdu.” dediler çünkü onlar bu olanağa sahip olmadıkları için ayrıldıklarını ileri sürüyorlar. Onlar için bir misyon ya da bir tutku yoktu. Onlar Gerçekleştirimlerinden sonra şunun farkına vardılar, “Ben neden kalmak isteyeyim ki?” ve kalmadılar. Yani, bazıları birkaç hafta, birkaç ay kaldılar demek istiyorum. “Neden? Ben neden bu gezegende kalayım? Benim onunla artık bir bağım bile yok.”

Onlar asla kendilerine Gerçekleştirimlerinden sonra burada kalacaklarına dair bir söz vermediler. Siz verdiniz. Siz yıllarca ve yıllarca bunun için yaşadınız ve siz, “Ben kalacağım. Bu, nasıl bir şey olacak bakacağım. Her şeyden önce ben bunu yapmak istiyorum. İkinci olarak ben gezegende bu Makineler Zamanı’nda bir süre kalmak istiyorum. Ve evet ben bunun zor olacağını biliyorum ve kitle bilinci ve insanlar ve trafik ve gürültü ve her şey beni zaman zaman delirtecek biliyorum. Ama kalmak benim için bir tutku ama peki ben şimdi ne yapacağım?” dediniz.

LİNDA: Hım.

ADAMUS: İşte, tutkulu misyona karşı çıkanlar, “Ama onların elinde kendilerini yaratıcı bir şekilde dışavuracakları bir şeyi varken ve o şey onların hem kendi ışıkları içinde olmalarını hem de gezegende bulunmalarını sağlarken onlar daha mutlu olmazlar mı? Onlar bedende kalmaya daha eğilimli olmazlar mı? Onların enerji dinamiği bu şekilde daha da çok uyumlanmaz mı?” diye sordular.

Ben buna karşı çıkabilirdim. Ben hemen cevap verip, belki de Tutkulu Misyon Programımızı başlatmalıyız derdim. Ve bu işin lehinde olanlar açısından bu sizinle çalışmak demek olurdu. Bu, “İşte senin bu yaşam için anlaşman.” şeklinde bir şey değil. Bu, “İşte senin spiritüel misyonun.” şeklinde bir şey değil. Siz bunu yaptınız. Siz bunu her iki şekilde yaptınız, özellikle dini oluşumlardayken size başka insanlar tarafından bir misyon verildi, onlar, “İşte senin bu yaşamda yapacağın şey.” dediler. Onlar size ne yapacağınızı söylediler. Ama sizin gezegende enerji tutucusu ya da buna benzer bir şey olmak için bu yaşama gelirken – ya da daha doğrusu diğer yaşamlarınıza gelirken – spiritüel anlaşmalar yaptığınız da oldu. Siz bunu yaptınız. Ve siz tutkulu misyonunuzu bulmanıza, gerçekten içinizde olanı bulmanıza yardımcı olan Yükselmiş Üstatlar ile bunu ve bunun harika bir hizmet olacağını tartışabilirdiniz - onlar size yanıtı vermeyeceklerdir ama onlar sizin içsel tutkunuzun ne olduğunu bulmanıza yardım edeceklerdir.

Ama diğer kanat – onlar bir açıdan Washington’a benziyorlardı. (bazı kıkırdamalar) Diğer kanat... beni güldürdü. (bazı kıkırdamalar) Bu benim bugünkü en komik hikayem. (kıkırdamalar artar) Ben güldüm. Diğer kanat dedi ki, “Ama onlar Gerçekleştirimlerini tamamladılar. Onları rahat bırakın. Onlar sabah ne yapacaklarını bilmeyerek uyansınlar. Bırakın onlar her ne deneyimlemek istiyorlarsa onu deneyimlesinler. Onları tamamen serbest bırakın. Ve onlar bir anda gezegende kalmak istemediklerini hissederlerse, öyle olsun. Biz de cenaze törenine gideriz.” (kahkahalar) Tamam, bunu ben ekledim. Onlar öyle bir şey söylemediler. Ben burada olanları, internetten izleyen herkesi uyanık tutmaya çalışıyorum.

Hayır, diğer kanatta yer alan grup, “Kesinlikle hayır. Biz onlara tutkulu misyon konusunda yardım etmeyince neler olacağını görelim. Ne kadar aptalca bir kelime.” dedi. (bazı kıkırdamalar) Onlar, “Neler olacak görelim. Bunların hepsi harika, büyük, muazzam bir deneyim değil mi? İnsan ve Üstat bir arada, gezegende sonunda gerçekleşmiş bir şey, peki bundan sonra ne olur? Makul olan bizim hiçbir şekilde işe karışmamamız. Biz onlara destek vermek için bile yanlarına gitmeyelim. Biz burada oturalım, sigara içelim, güzel viski içelim ve neler olduğunu izleyelim, arada bir gülelim ve sen geldiğinde seni selamlayalım.” dediler.

Ben de o nedenle... karar oylaması yapılması gerektiğini söyledim.

LİNDA: Hımm.

ADAMUS: Ben öyle ya da böyle oylama yapacağım ama ben sadece şunu söyledim, “Bunu yapacak olanlardan bilgi almadan olmaz.” İşte, bizim buna hemen yanıt vermemiz gerekmiyor ama siz bunu hissedin. Bu konuyu kendinizle konuşun. Bunu sosyal medyanızda paylaşın. Biz bu konuda önümüzdeki ay daha çok ayrıntıya gireceğiz, tutkulu misyon mu yoksa tam özgürlük mü?

LİNDA: Aah!

ADAMUS: Ve ben her iki tarafı da dikkatlice dinledim ve bu küçük bir dikkat dağıtmadan daha fazla bir şeydir. Bu aslında çok gerçek, çok gerçek çünkü siz, “Ben buradayım, ben farkındayım, ben farkında olduğumun farkındayım ve şimdi neden kalayım? Kalmanın nasıl bir şey olduğunu görmekten başka görülecek bir şey yok. ” diyeceğiniz bir noktaya geleceksiniz. Siz buna karşı da çıkabilirsiniz ve biraz yardımla bir proje halini alacak gerçek tutkunuzu, misyonunuzu bularak gezegenle bağlantınızı sürdüreceğinizi söylersiniz. O halde, tutkulu misyon mu yoksa tam özgürlük mü?

Ve ben bu konuda birkaç kişinin görüşünü almak istiyorum, Linda, lütfen...

LİNDA: Vay, evet. Kesinlikle.

ADAMUS: … mikrofonu al. Evet.

LİNDA: Vay.

ADAMUS: Bu gerçek bir Şambra bilgeliği olacak.

LİNDA: Peki.

SART: Kesinlikle, tutku ağır basıyor.

ADAMUS: Tutku. Sen misyondan yanasın.

SART: Ben misyon taraftarıyım.

ADAMUS: Evet.

Evet. Yani, adına her ne diyorsan sana biraz yardım edilmesinin, rehberlik yapılmasının, sana, “İşte farkında bir varlık olarak yapabileceğin bazı şeyler Sart.” denmesinin senin için hiçbir sakıncası olmazdı. Ve yineliyorum, bu size dikte edilecek bir şey değil ve siz açıkça, “İlgilenmiyorum.” diyebilirsiniz ama bu gerçekten siz buradayken yapacağınız bir şey.

SART: Ah, evet. Daha önce görmemiş veya yapmamış olduğum...

ADAMUS: Peki.

SART: … yeni bir şey.

ADAMUS: Yani sen tutkulu mis... birisi bunu yazabilir mi?

SART: Ben tutkulu misyondan yanayım.

ADAMUS: Michelle, küçük bir not yazar mısın lütfen. Yani bir tane tutkulu misyon. Peki.

LİNDA: Peki. Görelim bakalım.

ADAMUS: Ve biz şimdi bir karar vermeyeceğiz ve bu karar en nihayetinde sizin kararınız olacak.

ALİCE: Ben her ikisi de diyebilir miyim?

ADAMUS: İstediğin her şeyi söyleyebilirsin.

ALİCE: Evet çünkü ben tam özgürlük istediğimi düşünüyorum ve bilirsin işte, belki arada bir küçük bir işlem yapabilirim.

ADAMUS: Küçük bir işlem. (kadın kıkırdar) Peki.

ALİCE: Yoh, yoh cidden.

ADAMUS: Eminim. Eminim. Peki, bu anlamlı.

ALİCE: Sonuçta ben gerçekleştirimini tamamlamış bir Üstadım, bilge olanım, o nedenle bana ait olan bir şey olacak.

ADAMUS: Doğru.

ALİCE: Sana ait değil, onlara ait değil.

ADAMUS: Doğru.

ALİCE: Right. Yani evet ben tutku istiyorum. Ben tutku olayına tamamen katılıyorum ve benim seçimim yine de tam özgürlükten yana olacak.

ADAMUS: Evet.

ALİCE: O nedenle, “her ikisi.”

ADAMUS: Bu çok iyi bir yanıt, her ikisi çünkü siz arada oyun oynayabilirsiniz. Bu, “Tamam ben tutkumu ararken bana yardım edin.” demektir. Ve teorik olarak siz her ne kadar farkında bir üstat olsanız da yine de kitle bilincine saplanmış bir haldesiniz. Bilirsiniz işte, kitle bilincinden o yavaş enerji gelmeye devam eder. Siz bunu arada unutursunuz ve sonra oturursunuz ve televizyon izlersiniz ve “Ben bu gezegende neden kalıyorum ki? diye sorarsınız. O nedenle tutku konusunda belki biraz rehberlik verilebilir.

ALİCE: Mm hımm.

ADAMUS: Peki. Her ikisi de. Başka kimse her ikisi de diyemez yoksa herkes her ikisi diyecek.

VİNCE: Ben aslında “Ve” diyeceğim. Bunun çifte seçim olması gerekmez.

ADAMUS: Doğru.

VİNCE: Her ikisi de denenebilir.

ADAMUS: Doğru.

VİNCE: Ve başkasının benim için büyük fikirleri olması benim için gerçekten bir sorun..

ADAMUS: Evet, evet.

VİNCE: … her düzeyde.

ADAMUS: Doğru.

VİNCE: Ben anında bağımsızca başlarım.

ADAMUS: Bağımsızca, peki. Sen öyle başlayacaksın – o zaman biz seni özgürlük listesine dahil edebilir miyiz?

VİNCE: Evet.

ADAMUS: Peki. Ve sen ne zaman istersen bunu değiştirebilirsin. Sen, “Hey, Yükselmiş Üstatlar, hadi toplanalım ve biraz konuşalım, bilirsiniz işte, ben gezegen için ne yapabilirim? Ben kendim için ne yapabilirim? Bilirsiniz işte, küçük bir tutku nasıl olur?” Evet.

KATE: Peki. Ben de özgürlükle başlayacağım.

ADAMUS: Özgürlük. Peki.

KATE: Evet.

ADAMUS: Ve sen o uyarımı, o tutkuyu, seni bekleyen günlerde yapabileceğin şeyleri istemiyor musun?

KATE: Evet istiyorum ama ben içime dönüp onu içimde bulmak istiyorum.

ADAMUS: Peki. Eğer bir nedenden dolayı onu içinde bulamazsan sana biraz yardım etmeleri için arkadaşlarını çağırır mısın?

KATE: Ah, her zaman. Bu her zaman bir seçenektir.

ADAMUS: Peki. Peki. Güzel. Güzel. İşte listemizde bir özgürlük daha oldu. Peki. Birkaç kişi daha.

LİNDA: İşte sen küçük kardeş.

ADAMUS: Bunun olacağını biliyordun. (kıkırdarlar) Biliyordun.

TOM: Peki. İkisinin de yüzde yüzüne sahip olmak çok yorucu olur...

ADAMUS: Yorucu olur, evet.

TOM: Çünkü eğer tutkunu izlersen her bir gün, her bir gün...

ADAMUS: Olabilir. Farkında bir Üstat olarak belki olur, belki olmaz. Bilmiyorum.

TOM: Evet ben özgür oldum ve ben tutkulu oldum ve ben her ikisini de seviyorum.

ADAMUS: Evet. O zaman senin yanıtın nedir?

TOM: Her ikisi de.

ADAMUS: Her ikisi de. Peki.

TOM: Üzgünüm.

ADAMUS: Ah, evet. Bu gece Yükselmiş Üstatlar Kulübü için büyük bir gece olacak. Ben şimdiden ne haberler götüreceğimi biliyorum. (bazı kıkırdamalar) Evet.

MONİCA: Zor bir şey değil mi?

ADAMUS: Evet.

MONİCA: Ben yıllardır, “Ne yapabilirim?” diye merak ediyorum. Ben tutkuyu seviyorum. Ben ilgi duyduğum bir şey bulmayı seviyorum ve ben onu tamamlıyorum ve ben kendime çok zaman ayırmayı da seviyorum. Ben o nedenle insanlara hep en idealinin tutkumu izlemek, onu günde altı saat, haftada dört gün fiziksel olarak ifade etmek, dengeli bir yaşama sahip olmak olduğunu söyledim.

ADAMUS: Tamam.

MONİCA: Benim isteğim bu.

ADAMUS: İlginç. Güzel.

MONİCA: Ve ben şu an bana en çok tutkuyu getirecek şeyin ne olduğunu keşfetmek isterim. Bu iki, üç yıl sonra hala aynı şey mi olur bilmiyorum ama verilen mesajlara ve rehberliğe açık olunmalı.

ADAMUS: Güzel. Olağanüstü. Bir tane daha.

CAROLE: Eh, ben ona katılıyorum ve ben tutkuyu seviyorum.

ADAMUS: Doğru, tutku. Yani sen tutkulu misyon tarafında mısın?

CAROLE: Ama özgür olunan zamanlar olacak.

ADAMUS: Peki. Evet, her ikisi de olabilir. Yani sen tutkuyla hızını artırıp sonra günün devamında – ooh! – biraz daha yavaşlayabilirsin.

CAROLE: Doğru! Bu kulağa hoş geldi.

ADAMUS: Evet ve yine tutkulu olursun, yani gerçekte her ikisine de sahip olabilirsin demek istiyorum ama o zaman sanki tutku tarafı daha ağır basar çünkü tutkuyu ve belki biraz yardımı kendine çekersin.

CAROLE: Belki Dünya barışı.

ADAMUS: Dünya barışı. Evet. Ah, eğer kartpostal işine girdiysen bu gerçekten çok heyecanlı bir şey olurdu. Güzel. Peki, teşekkür ederim.

CAROLE: Teşekkür ederim.

ADAMUS: Teşekkür ederim.

İşte konuşmamız burada başlamış oldu. Biraz enerji oluştu ve biz bu konuda gerçekten çok ilginç konuşmalar yapacağız. Ve doğrusu biz bunu Yükselmiş Üstatlar Kulübü’nde konuşuyoruz. Bu çok gerçek bir öykü ve oradakiler tam yarıya ayrılmış haldeler, yarısı, “Bilirsin işte, ben gezegende kalsaydım o tutkuyu gerçekten isterdim. Ve ben onu kendi içimde bulamasaydım, o, sisin içinde olsaydı ben, “İşte dikkate alabileceğin, yapabileceğin birkaç şey, yapman gereken şeyler değil ama enerjine bakınca seni gerçekten tutuşturacağını ve yaşamı senin için daha dolu hale getireceğini düşündüğümüz bazı şeyler.” diyen Yükselmiş Üstatlardan yardım almaktan çekinmezdim. Ve evet, sizin bazen mola ve sessiz bir zaman ve buna benzer şeyler isteyeceksiniz, bu çok açık.

Ama işin doğrusu bana gelip bu soruyu ilk yönelten Yükselmiş bir Üstat değildi. Gerçekte sizin Üstadınız gelip bu soruyu bana sordu, bilirsiniz işte, bunun nedeni bizim buluşup sizin hakkınızda konuşmamız. (bazı kıkırdamalar) Şambra’nın Üstadı bana gelip, “Biz ne yapacağız? Biz bedende kaldığımızda, biz enerji konusunda her şeyi öğrendiğimizde, biz gerçek enerji öncüleri ve araştırmacıları haline geldiğimizde ne yapacağız? Biz nereye gideceğiz?” diye sordular. Şambra’nın insan tutkusunda bir tükenme var, eskide başlayan ve tamamen tutkusuzlukla sonuçlanmış bir tükenme var ve Şambra’nın uzun zamandır hemen hemen hiçbir misyonu yok, hiçbir projesi yok, hiçbir şeye katılımı yok. Herkes değil ama birçok Şambra fazla bir bağlantı kurmadan duruyor ve sizin buna ihtiyacınız vardı. Siz gerek ilişkilerinizde, gerek işinizde, gerek bir projede bir süredir geri planda kalıyorsunuz. Siz bir şeye derinlemesine katılım göstermek için kendinize izin vermediniz çünkü bunlar sizin dikkatinizi dağıtacaktı. Sizin ilgi duyduğunuz şey, sizin tutkunuz, sizin insan tutkunuz sizin Gerçekleştiriminizdi.

Şambra Üstadı bana geldi, o, tüm Şambra’nın temsizlcisi olarak bana, “Biz gezegende kaldığımızda bizim tutkumuz ne olacak? Biz ne yapacağız?” diye sordu. “Tutku” sözcüğü hem korkuyu hem de cazibeyi çağırıştırıyor çünkü siz insan tutkularına alışkınsınız ve o tutkular sizin uyanış döneminizden sonra yok oldular. Ve tutkunun geri gelmesine dair bir özlem var ama biliyorsunuz, o, eskisi gibi olamaz. Ama o içsel heyecana dair hala bir özlem var. Ve evet, bunun sadece yaşamak için böyle olduğu söylenebilir. Olmak için. Deneyimlemek için. İyi ama siz bundan daha özlü bir şey istiyorsunuz. “Biz bunlarla ne yapacağız? Biz öğrendiklerimizle, deneyimlediklerimizle ne yapacağız? Bize hizmet etmesine izin vermeye başladığımız enerji ile ne yapacağız? Biz bunlarla ne yapacağız? Biz o kafeyi mi açacağız ya da uzun yürüyüşlere çıkıp herkesi görmezden mi geleceğiz? Biz yolculuğu konu alan ama kasvetli olmayan kitaplar mı yazacağız? Siz benim ne demek istediğimi anlıyorsunuz, siz o kitaplara ra biraz renk katın, onları süsleyin, biraz teatral olun. Onları kasvetli insan perspektifinden yazmayın. Onları eğlenceli Üstat perspektifinden yazın.

Bu, bir tutkudur. Ve siz, “Ben hiç kitap yazmadım.” deseniz bile, eh, bu fark etmez. Siz ona başlarsınız ve o kitapta yaşarsınız. O, canlanır. O, bir yaratımdır ama siz aynı anda hem onun içinde yaşarsınız hem de dışında. Bir tutku var, kalmak için bir neden var.

İşte bunu soran Üstattı ve biz bunu aynı zamanda Yükselmiş Üstatlar Kulübü’nde de konuşuyoruz ama Üstat şunu söylüyor, “Sart, biz ne yapacağız? Sen tüm gün benimle birlikte öylesine takılmak mı istiyorsun? Sen ne yapmak istiyorsun? Sen sık sık banyo ya da duş mu yapmak istiyorsun veya...? Sen halıyı elektrik süpürgesiyle kaç kere süpürebilirsin?” (bazı kıkırdamalar) “Yani, biz ne yapacağız demek istiyorum.”

Ama Üstat bunu söylerken gözünde bir ışıltı da vardı çünkü Üstat insanın tüm işi gücü deneyim, biliyor. Üstat insanın bir şey deneyimlemek isteyeceğini zaten -biliyor, bu, muhtemelen sadece özgürlükten daha fazla bir şey olacak. (birisi, “sigara” der) Sigara (kadın sigara ve viski diye devam eder) ve viski ve her şey, evet, her şey. İnsan bir şey deneyimlemek, bir şey yapmak isteyecek çünkü insanın yaptığı en iyi şey budur.

İşte bu gerçekten hissedilmesi gereken bir şey çünkü Üstat şimdi sizin her birinize ve hepinize soruyor, “Sırada ne var? Biz ne yapacağız? Biz kendimize tutkulu bir misyon bulacak mıyız? Bilirsiniz işte, bizim bir şey yapmak gibi bir tutkumuz olacak mı? Veya biz öylesine ortalıkta mı dolaşacağız? Bilirsiniz işte, biz sadece tüm gün dolaşıp, tek başımıza yürüyüşe mi çıkacağız?”

Ve işte bunun başka küçük bir parçası. Siz bunu değerlendirirken eski insan zihninden çıkmaya çalışın çünkü inanç denilen şeylerden dolayı insanı şu anda gerçekten pek hayal edemeyeceği bir şey bekliyor. İnsan bunu şu anda hayal dahi edemez.

İşte bizim burada gerçekte yaptığımız şey, “sıradaki”nin, sizin tutkunuzun fitilini ateşlemek ama eski insan terimleri anlamında değil. Üstat, “Biz gezegende beraber dolaşırken, sen farkında bir varlık iken biz ne yapacağız Edith? Sen tutkuyu geri getirmek istiyor musun? Veya hiçbir şey yapmadan sadece neler olacağını mı görmek istiyorsun?” diye soruyor. İyi soru ve bu soru diğer Yükselmiş Üstatların karşı karşıya kalmadıkları bir soru. Onlarınki, “Gerçekleştirim – baam! – ve ayrılış.” şeklinde oldu. Sizinki, “Gerçekleştirim, sıradaki nedir?” şeklinde.

Hadi hemen şimdi güzel, derin bir nefes alalım. Bununla ilgili her şeyi görmek, her tartışmayı duymak ilginç olacak.

Biz şu anda neredeyiz? Ben dün Alain ve Cauldre arasında geçen bir konuşmayı dinliyordum – o, benim dinlediğimi biliyordu – ve onlar Kırmızı Çember’in çeşitli dönemlerinden bahsediyorlardı. Tobias dönemi var tabii ve benim olduğum dönem var ve bu dönem saldırgan dönem olarak adlandırılıyordu. (kahkahalar) Öyleydi. Ve bu da bizi Artık Makyo Yok dönemine götürdü ve bu bir süre sürdü. Makyodan kurtulmak gerekti, onun ötesine geçmek gerekti, çok basit çünkü siz aydınlanmaya bir sürü makyo götürmeyeceksiniz. Ve makyo benim için spiritüel olarak olgunlaşmamış olmak demektir.

İşte biz “makyodan kurtul” döneminden geçtik. Ve biz, birlikte yaptığımız işte şimdi gerçek anlamdaki izin verme noktasına, Gerçekleştirimin apaçık olduğu noktaya geldik ama izin verme noktasına geldik, biz, etrafta dolaşan veçhelerle son bütünleşmelerin gerçekleştiği bir noktaya geldik. Ve burada gerçekten göz atılması gereken şeylerden biri inançlardır. İnançlar.

 

İnançlar

Şimdi, biz Slovenya’daki büyük toplantımızda Kuthumi’nin söylediklerine dönelim. Kuthumi’nin Ah-Kir-Rah, diye adlandırdığı Ruhu (soul) ile harika bir öyküsü* vardı ve o öyküde şöyle bir sonuca vardı – ya da ben onun bu sonuca ulaşırken ona Ah-Kir-Rah’ın rehberlik yaptığına inanıyorum – şöyle dedi, “İnandığın şeyle değil, izin verdiğin şeyle ilgisi var.” İnandığın şeyle ilgili değil.

(*Üstatların Büyüsü’ne işaret eder)

Şimdi, biz bu noktaya geldik – biz bu konuyu beş yıl önce konuşamazdık çünkü inançlar o zaman hala önemliydi – ama biz şimdi inançların bile gittiği bir noktaya geldik.

İnançlar veçhelerdir. İnançlar insanın türettiği, insan merkezli veçhelerdir. Onlar zihnin veçheleridir. Onlar inanç sistemleridir ve inançlar konusundaki sorun insanların onlara inanmasıdır. (Adamus kıkırdar)

Bilirsiniz işte, inançlar bir çocuğun çocuk bahçesinde oynadığı oyuncaklara benzer, bilirsiniz işte, salıncaklar, tahterevalliler ve atlı karıncalar ve her şey ve inançlar harikadır. Onlar çocuğun oynamasını ve deneyimlemesini sağlarlar. “Oyun alanına gidip kum havuzunda diğer çocuklarla oynamak nasıl bir şey?” İnançlar salıncaklar gibidir, “Hadi gidip sallanalım ve bunun nasıl bir şey olduğuna bakalım ve bir deneyim yaşayalım.” Yani inançlar bir çocuk için eğlence ve oyun demektir.

Ama çocuk büyüdüğünde ve sallanmanın belli bir şeye inanmak olduğuna ve onun daima o şekilde kalacağına inanmaya başladığında inançlar aniden... Ben onları insanı sıkıştırmaya muktedir olan bir dikilitaş gibi, büyük, gri tek parçadan oluşan bir yapı gibi görüyorum. İnsan onlara sıkışıp kalmasa bile, onlar en azından yolda birer engel teşkil ederler. Ve sadece tek bir inanç, tek bir dikilitaş yoktur çünkü o zaman onu yürüyüp geçmek ve devam etmek kolay olurdu. Ama inançlar sizin neredeyse kanınıza giren ve bir kere girdikten sonra da çıkması çok zor olan şeylerdir. Ve sadece tek bir inanç yoktur, tıpkı 2001 Space Odyssey’deki gibi yerden yükselen bir sürü dikilitaş vardır ve o zaman sizin tüm gerçekliğiniz bu dikilitaşlardan, sizin nereden geldiğini bile bilmediğiniz inançlardan oluşur. Onlar basitçe oradadırlar. Siz onların nereden geldiklerini sorgulamazsınız, onlar oradadır. Ve onlar görüntüyü kapatırlar çünkü sizin önünüzde şimdi tüm o dikilitaşlar, o gri, eski inançlar durmaktadır ve onlar olabileceklerle ve tüm potansiyellerle ilgili görüntüyü kapatırlar. Ve çok fazla inanç vardır ve siz onlara inanmaya başlarsınız.

Şu anda olan şey, bizim bulunduğumuz nokta şu, ejderha giriş yapıyor ve o size, “İşte bu inanç. Sen belki böyle bir inanca sahip olduğunu bile bilmiyordun ama işte burada ve bu büyük bir engel. Sen onu yerinden sökmeye veya bütünleştirmeye veya eritmeye hazır mısın? Sen bu inancı salıvermeye hazır mısın?” diyecek.

Bakın, ben daha önce veçhelerin inançların arkasına saklandıklarını söyledim. Yani her dikilitaşın arkasında sizin bir veçheniz var. Ve o veçhe o inancı mutlaka salıvermek isteyecek diye bir şey yok çünkü veçhe oradan ayrılmak istemez ve veçhe sizin kendinize bir yapı yaratmanız için sizin o inanca ihtiyacınız olduğunu hisseder – o, sizin kim olduğunuza dair bir kimliğe, bir yaşam rehberine ihtiyacınız var sanır. Yani sizin aslında gerçekte veçheler olan ve çok uzun bir zaman önce dikilmiş olan o dikilitaşlarınız, o inançlarınız var. “Tüm erkekler domuzdur.” şeklinde inançlar. Tamam, birisi şimdi, “Bu doğru ama.” dedi. (kahkahalar ve Adamus kıkırdar)

Tüm erkeklerin domuz olduğuna dair bir inanç. O zaman ne olur? O, insanın içine dalacağı büyük bir deneyim olur. Siz o dikilitaşa, o inanca, o veçheye girersiniz, o, bir noktaya kadar harika bir deneyimdir. Siz o inancı dışa vurursunuz ve deneyimlersiniz, evet, o zaman erkekler domuzlar haline gelirler. Eğer siz buna inanırsanız, bu, o şekilde olur çünkü siz genelde onlara çekilirsiniz ve o şekilde olur.

Yaşamını sürdürmen için çok çalışman gerekir.” Bu, çoğu Şambra’nın geldiği kültürde çok derine yerleşmiş bir inançtır – “Çok çalışmak eşittir başarı” – ve bu bir süreliğine eğlencelidir. İnsan o inanca dalar ve “Ah, ben çok çalışacağım.” der. Siz ne kadar şikayet ederseniz edin bu sizin yine de hoşunuza gider aksi halde siz bunu yapmazdınız. Nokta. Bu, sizin yaşamınızın her alanı için geçerlidir. Eğer siz bir şey yapıyorsanız bunun nedeni sizin onu sevmenizdir, siz ondan şikayet etseniz bile bu böyledir.

İşte siz o inanca dalarsınız – sizin çok çalışmanız gerekmektedir ve sizin başarılı olmanız için uzun saatler çalışmanız gerekmektedir. Siz çalışmayı seçmemiş olabilirsiniz. Siz, “Ben bunu yapmayacağım. Ben çok çalışmayacağım, ben uzun saatler çalışmayacağım.” dersiniz ama yine de bir inanç vardır. O yüzden siz diğer yandan, “O zaman benim muhtemelen çok fazla param olmayacak ve ben muhtemelen başarılı olmayacağım ama ben belki bunu umursamam.” dersiniz ama yine de sizin görüntünüzü kapatan bir inanç vardır. Ve sizin görüntünüz tabii ki İzin Vermektir. Sizin görüntünüz, sizin çıkış yolunuz İzin Vermektir. Sizin tüm o dikilitaşlar varken, yolda duran tüm o büyük, gri, soğuk yapılar varken izin vermeniz zor olur. İzin vermek çok, çok zor olur.

Siz izin vermeyi telaffuz ediyorsunuz, siz izin vermek konusunda düşünüyorsunuz, siz izin vermeyi o gerçeklik manzarasına başka bir inanç olarak yerleştirmek istiyorsunuz ama o, bir inanç değildir. O, bir veçhe değildir. O, bir varoluş şeklidir. Bu kadar basittir. İzin vermekte inanmak yoktur. İzin Vermenin bir yapısı yoktur. O, özgürce akmaktır. O, “Ben tüm Olanım” demektir, o, “Ben kendimi sınırladığım şeylerim.” demek değildir.

İnsan İnançları

Peki, insan inançlarından bazıları nelerdir? Linda, mikrofon lütfen. Dışarıdaki veya belki de sizn sahip olabileceğiniz diğer inançlardan bazıları nelerdir? Bir inanç.

SİLVİA: Bizi iyileştirmek için dışsal bir şeye ihtiyacımız olması bir inançtır.

ADAMUS: Kesinlikle. “Yardım dışarıdan gelir. Sen küçük bir insansın ve bunu kendi başına yapamazsın. Yani evet, onu dışarıdan almalısın.” Güzel. Güzel. Birkaç tane daha. Hangi inançlar var?

REBECCA: Ben sınırlar diyeceğim, belli şeyleri yapabileceğine dair sınırlar.

ADAMUS: Kesinlikle ama bana bir inançla ilgili daha somut bir örnek ver. Genelde sahip olunan bir inanç.

REBECCA: Ne kadar yolculuk yapabileceğin. (kıkırdar)

ADAMUS: Pardon?

REBECCA: Belli bir yere kadar yolculuk yapabilirsin.

ADAMUS: “Belli bir yere kadar yolculuk yapabilirsin.” Peki. Kesinlikle.

REBECCA: Ben daha fazla yolculuk yapmak isterdim. Evet.

ADAMUS: Peki. Seni sınırlayan nedir – para, enerji, zaman?

REBECCA: Sanırım diğer insanların fikirleri ya da kültürleri, bana öğretilenler ve benim programlanma şeklim ve...

ADAMUS: Tamam, yani orada gerçekten gri bir inanç var ve benim inançların veçheler olduğunu söylediğimi hatırla. Güzel. Birkaç inanç daha. En çok rastlanan insan inançları nelerdir? (birisi, “Ah, dikkat” der)

LİNDA: Evet! Benim için kolaylaştır! Teşekkürler!

ADAMUS: Tüm erkekler domuzdur! (kahkahalar)

LİNDA: Ben öyle bir şey demedim!

ADAMUS: Hayır, ben dedim. (kıkırdamalar artar)

LİNDA: … doğru bir tanım olabilir, ama o değil!

ADAMUS: Devam et.

SCOTT: Ben yolculuğumda son birkaç yıldır bu konuyu çok yansıttım çünkü bana gerçekten yardım eden şey Ve'nin gücü idi, çünkü hayatınızda büyük bir şey olduğunda siz anında, “Aman Tanrım, işler şimdi daha da kötüleşecek. Para sorunlarımız olacak.” şeklinde şartlanıyorsunuz diye düşünüyorum. Beni tanıyanlar benim Samimin, partnerimin sağlığı hakkında konuştuğumu bilirler. Ben büyük bir darbe yediğimde, “Aman Tanrım! Her şey daha iyiye gitmeyecek enerjisine giremem.” diyorum. Ve şimdi ben bunun topraklamak sayesinde, Ve’nin gücü sayesinde olduğunu ve benim, “Hayır, bizim hayatımız aslında hiç olmadığı kadar iyi ve gerçek olacak.” dediğimi keşfediyorum.

ADAMUS: Evet. Neden öyle? Ve bunu yaptıracak ne içeriyor?

SCOTT: Kendini durdurduğun gerçeğini, kendini durdurmak gibi bir şey, “Tamam, sadece bilinçsizce sahip olduğum bir inanca ilişkin, ‘Bu daha da kötüye gidecek çünkü herkes bunun daha kötüye gideceğini varsayıyor.’ şeklinde bir düşüncem vardı. Ve sonra ona Ve'yi ekliyorsun ve “Peki, neden daha da kötüleşmek zorunda? Neden daha iyi olamıyor? Biz neden daha fazla özgürlüğe ya da daha fazla esnekliğe sahip olamıyoruz, neden daha fazla öğrenemiyoruz gibi, gibi? Ve...

ADAMUS: Ve, hep orada olan potansiyelleri aydınlatır.

SCOTT: Evet.

ADAMUS: Ancak onlar siz o lineer insan modunda ya da yüksek inanç modunda olduğunuzda ya da adına her ne diyorsanız o modda olduğunuzda aydınlanmazlar. Siz onların orada olduklarını bile bilmiyorsunuz. Bir şey var - “Biz hızlı bir şekilde yokuş aşağı gidiyoruz, tutun çünkü bu zorlu bir yolculuk olacak.” İşte siz o zaman duruyorsunuz. Siz o zaman gerçekten Merlin oluyorsunuz ve “Burada bir saniye bekle. Ben Ve’ye gireceğim. Çok daha fazla potansiyel var. ”diyorsunuz ve sizin zihinsel olarak onların farkında olmanıza gerek yok. Sizin onların farkında olmanıza gerek yok çünkü onlar size zihinsel olarak değil, sezgisel olarak geleceklerdir. Siz, “Ben bu durum için çok daha fazla potansiyelin olduğunu biliyorum ve ben biz burada yokuş aşağı giderken benim her şeyi otomatikman bilgeleştiren Üstadımın olduğunu biliyorum.” ki yokuş aşağı gitmiyor olmanız da olası. Siz Ve’ye girersiniz ve izin verirsiniz, o, her şeyi değiştirir. Siz birdenbire on tane çözüme sahip olmasanız bile, sorun aniden aydınlanır. İyi. Mükemmel. Birkaç tane daha. Birkaç tane daha. İnsan inançları.

ŞAMBRA 1 (kadın): Peki. Başka bir inanç. Benim genç bir kızım var. Ben şöyle bir inanç duydum, biz çocuklarımıza çok fazla güzel şey söylememeliyiz yoksa şımarırlar. Yani bizim onları dünyanın zorluklarına alıştırmamız gerek.

ADAMUS: Hım. Bu, tuhaf bir inanç.

ŞAMBRA 1: Tuhaf bir inanç.

ADAMUS: Evet, evet. Peki sen çocuklarına güzel şeyler söylüyor musun?

ŞAMBRA 1: Söylüyorum.

ADAMUS: Çok mu?

ŞAMBRA 1: Evet.

ADAMUS: Onlar şımarıyorlar mı?

ŞAMBRA 1: Hayır.

ADAMUS: Anladım.

ŞAMBRA 1: Evet.

ADAMUS: Bu inancı hemen bırak!

ŞAMBRA 1: Ama ben bunu başkalarından duydum.

ADAMUS: O – baam! – diye bütünleşti.

ŞAMBRA 1: Evet.

ADAMUS: Evet, evet.

ŞAMBRA 1: Kesinlikle.

ADAMUS: Ama tuhaf, evet, tuhaf. Sen bu ay, sen bu aspektoloji ayında çok fazla inanca sahip olduğunu, onlara nasıl sahip olduğunu ve onların ne yaptıklarını fark edeceksin. Ve çok açık ki Gerçekleştirimde inançlara pek fazla yer yok. Onlara gerek yok.

ŞAMBRA 1: Mm hımm.

ADAMUS: Evet. Kesinlikle.

O halde inançlar konusunda sıradaki soru – Şambra’yı göz önüne almadan, gezegenin geneli, çocuklar, yaşlı insanlar açısından– onların inançlara sahip olmaları iyi mi değil mi? Şimdi ben Şambra hakkında konuşmuyorum, o yüzden bir anlığına durup bunu düşünün.

Siz uyanışınızı yaşamadan önce, siz normalken, siz hoş, sıradan bir insanken (Adamus kıkırdar) siz inançlarla mı daha iyiydiniz yoksa inançlar olmadan mı? Güzel bir soru ve yanıt kimden geliyor...

MARY: Aman Tanrım. (kahkahalar)

ADAMUS: Ona Tanrı denmesinden hoşlanmıyor.

LİNDA: Gerçekten mi?!

MARY: Ne dedin?

ADAMUS: Hiçbir şey. (kıkırdamalar artar)

MARY: Ben duymadım.

ADAMUS: Normal insanlar – siz onları ne diye adlandırıyordunuz, Mugglelar (bir özelliği olmayan sıradan insanlar) – onların inancı olması mı yoksa olmaması mı daha iyi?

MARY: Bu, muhtemelen inandıkları şeye bağlı olur.

ADAMUS: Evet ama genelde.

MARY: Ben genelde, evet, muhtemelen öyle olduğunu düşünüyorum. Ben inançların insanlara bir referans noktası ve bir hareket merkezi oluşturduğunu düşünüyorum ve onlar için tutunacakları bir şey ve gerçek tutacakları bir şey olduğunu, bilirsin işte, ben birçok insanın, birçok Muggle’ın tüm olasılıklar fikrini kaldıramayacağını düşünüyorum.

ADAMUS: Mm hımm. Güzel. Birkaç tane daha. İnançlar normalde ortalama insanlar için iyi midir, değil midir?

TAD: Evet.

ADAMUS: Evet, iyidir.

TAD: İyidir.

ADAMUS: Evet.

TAD: Evet.

ADAMUS: Peki neden?

TAD: Aklıma inançlar ve yasalar geliyor, ben bunu yapıların olmadığı o “Cesur Yeni Dünya” kitabıyla değerlendiriyorum. Hiçbir şey yoktu.

ADAMUS: Doğru.

TAD: Hatırladığım kadarıyla yüksek okuldaydım ama onların kafalarında çubuklar vardı ve ortada, “Domuzu öldürün.” diye geziyorlardı. Bilmiyorum, bu çok...

ADAMUS: İlginç şeyler okumuşsun, peh! (kadın kıkırdar) Bu çok şey açıklıyor ama. (gülerler)

TAD: “Domuzu öldürün! Öldürün…” Ama evet, ben normal bir Muggle’ı düşünüyorum , eh, inançların vardır ama herkesin farklı inançları vardır ve onlar...

ADAMUS: Hayır ben genel inançlardan bahsediyorum.

TAD: Evet.

ADAMUS: Genel inançlardan, tamam.

TAD: Tertip ve düzen için iyi bir şey, istenirse eğer.

ADAMUS: Kesinlikle ve bazı insanlar inanç konusunu abartıyor ve bazılarında da fazla olmuyor. Ama inançlar genelde iyi...

TAD: Ya da birbiriyle çatışıyorlar.

ADAMUS: … insanlarda mı?

TAD: Evet, sanırım...

ADAMUS: Ah, peki.

TAD: … iyi.

ADAMUS: Sen buna inanıyorsun! (Adamus kıkırdar)

TAD: (tekdüze bir tonda) “Benim inancım…”

ADAMUS: Evet, evet!

TAD: Teşekkür ederim.

ADAMUS: İki tane daha. (birisi kıkırdar) İnançlar insanlar için iyi midir?

HENRİETTA: İnançlar insanlara yaşamak için bir sebep oluyor, özellikle...

ADAMUS: Veya rehber – veya yaşam rehberi. Her ikisi de.

HENRİETTA: Özellikle din sektöründe ve mezheplerde daha çok. Oralarda inançlar her şeydir. İnançlar için yaşarsın!

ADAMUS: İnançsız bir din hayal edebilir misin?!

HENRİETTA: Aman Tanrım! (kıkırdarlar)

ADAMUS: Ah, Kırmızı Çember. Peki. (kıkırdamalar artar) Siz bir din değilsiniz, onun için sayılmaz. Erh!

HENRİETTA: Evet. Evet.

ADAMUS: Sen daha önce inançlı mıydın ya da...

HENRİETTA: İnançlı mıydım?!

ADAMUS: Evet.

HENRİETTA: Artık değil! (güler)

ADAMUS: Öncelikli seçim! İnsanların inancı olmalı, mı olmamalı mı?

HENRİETTA: Aydınlanma ya da Gerçekleştirim yolunda gitmeyenler ya da çoğumuzun daha önce geçtiği yönde gitmeyi tercih edenler için, bu gerçekte… diğerlerinin bazı rehberlere sahip olması gerekli, biliyorsun. Ancak bunu iletmekte zorlanıyorum, çünkü tekdüze bir ses çıkarmak istemiyorum.

ADAMUS: Mm hımm. Hayır çıkarmıyorsun.

HENRİETTA: Hayır. (kıkırdar) “Normal” bir şekilde var olan insanlar için inançların yaşamlarında bir rehber ve bir çerçeve olması gerektiğini düşünüyorum çünkü geriye başka bir şey kalmıyor.

ADAMUS: Peki. Doğru.

HENRİETTA: Onlar izin vererek ya da Ve olarak yaşamıyorlar ve bunların varlığından bile haberleri yok.

ADAMUS: Kesinlikle. Örneğin Hindu dini başlangıçta bir din değilmiş. Toplum için bir rehbermiş – nasıl yaşanmalı, lanet dişlerini nasıl fırçalamalı, nasıl tuvalete gitmeli gibi şeyleri düzenleyen – ama sonra tanrılar geliştirmişler, bilirsin işte, bir düzine tanrı 100.000 tanrı olmuş ve her tanrıdan birçok inanç türemiş ve bunler iyi toplumsal değerler yerine bir dine dönüşmüş.

HENRİETTA: Eh, bir diğeri de gücünü teslim etmek.

ADAMUS: Doğru, doğru.

HENRİETTA: Gücü kendinden alıp bu inançlara ve ilahlara ve sembollere, nesnelere vermek o zaman kim olduğunla ilgili, hayatınla ilgili, var olma şeklinle ilgili kendi sorumluluğunu almazsın.

ADAMUS: Yani sen bir yerde, “Hadi insanlara inançlar verelim. Hadi öylece bırakalım. Değiştirmeye çalışmayalım. Bu onlara hizmet ediyor.” diyorsun.

HENRİETTA: Bu, onlara hizmet etmeyene kadar hizmet ediyor.

ADAMUS: Benim gibi konuşma. (kahkahalar) Teşekkür ederim.

LİNDA: Ben kar yağdığına inanıyorum. Bu bir inanç mı yoksa nedir?

ADAMUS: Bu bir realite algısıdır. (bir erkek, “O, bir gözlem” der) O, bir gözlem.

HENRİETTA: Evet.

ADAMUS: Karın ve soğuk havanın iyi gelmediğine inanırsanız öyle olur, ah, bu, Hawaii’de daha farklı olur. (kahkahalar) Ama dışarıda kar yağdığını gözlemlemek bir inanç değildir. Ama siz bunun çevresine duygusal şeyler sararsanız özellikle – teşekkür ederim – siz bunun çevresine duygusal şeyler sararsanız o bir inanç haline gelir. O zaman...

LİNDA: Evet!

ADAMUS: … bir dikilitaş olur. Ve yineliyorum, benim çocuk için söylediklerimi hatırlayın, inançlar bir oyun alanıdır. Siz oraya gider, orada eğlenirsiniz. Siz öğrenirsiniz, siz deneyimlersiniz, siz düşersiniz. Birisi size vurur, bilirsiniz işte, siz salıncaktan düşersiniz ama siz bir patlama yaşarsınız. Ama daha sonra bu inançlar büyük, gri, soğuk dikilitaşlara dönüşürler ve siz onların içinde sıkışır kalırsınız. Ve siz onlarda sıkışmasanız bile onlar yolu engellerler. Onlar sizin yolunuzun üzerindedirler. Onlar akışın yolunu kapatırlar.

Yani, güzel soru güzel yanıtlar, teşekkür ederim – inançlar bir insan için gerekli midir? Onlar insanlara parametre olurlar ama insanlar sonra inançlara inanmaya başladıklarında, onlar veçhelere dönüşürler. Sonra inançların arkasında saklanan veçheler onları sürekli hep aynı yerde tutarlar ve sınırlarlar.

Aslında bazı inançlar eğlencelidir ve size ilginç deneyimler yaşatırlar. O nedenle ben sizden bunu hatırlamanızı istiyorum, yineliyoum, konu tutkulu misyon ya da tamamen serbest olmak. Tutkulu misyonda – siz o zaman büyük bir tutkuyla yaşarsınız ama bir misyonunuz vardır – sizin inançlarınız olur ve inançlar bir noktaya kadar hoştur. Eğer inançları başkası değil siz seçtiyseniz; eğer inançlar veçhe değil fasetaysa ve siz inançların da aynı zamanda şey olduklarını fark etmeye başladıysanız... ben biraz geriye gideceğim.

İnançlar duyudur. Onlar bir duyudur. Biliyorsunuz biz 200.000 duyu hakkında konuştuk, eh, inançlar diğer duyulara kıyasla daha çok insan kaynaklıdır ama inançlar bir duyu haline gelmiştir. Onlar realiteyi algılamanın bir yoludur. Siz karın rahatsızlık verici veya zarar verici olduğuna inanırsanız (Linda kuvvetlice başını sallayınca Adamus kıkırdar) realiteyi o şekilde algılarsınız.

Şimdi, siz realiteyi inançtan dolayı o şekilde algıladığınızda enerji gelir, “Peki.” der. Enerji hiçbir şeyi hiçbir şekilde umursamaz. Enerji, “Bu, senin inancın. Bu, senin seçimin. Bu, senin algın. Biz sana bunu vereceğiz ve biz sana soğuk, kasvetli, karlı, berbat bir deneyim vereceğiz.” der. Ve insan ağlar (Linda “ağlayınca” bazı kıkırdamalar) ama yine de bu insanın hoşlandığı bir şeydir çünkü bir deneyimdir. Bu, sadece deneyimlenen bir şeydir ve yapılacak bir şeydir. Bu, içine dalacak bir şeydir.

Şimdi, siz bir kere ona sıkışmadığınızı fark ettiğinizde – siz uçağa atlayıp Hawaii’ye gidebilirsiniz, Linda – sonra aniden, “Ah, şey, inanç eğlenceli olabilir. Ben ona yakalanmadım ve o benim yaşamımı bana dikte etmiyor ve belki de ben bu inancı artık istemiyorum, o nedenle enerjiler bu inancı desteklemeye çalışmayacaktır. ” dersiniz. İnançlar aniden serbest bırakılır ve siz deneyim yaşayabilirsiniz.

Şimdi, hep birlikte sıralayalım, öncelikle sizin tutkulu misyonunuz ya da tam özgürlüğünüz konusunda baştaki soru var ve yineliyorum, bütün bunlar siz muhtemelen bir şeylere dalacak olduğunuz için. Siz Gerçekleştiriminizden sonra muhtemelen bir şeylere dalacaksınız. Siz bir ağacın altında oturmayacaksınız (Adamus kıkırdar) ve Buda gibi tüm gün meditasyon yapmayacaksınız. Muhtemelen böyle olmayacak. Buda bile bundan çok fazla hoşlanmıyordu, o nedenle siz de muhtemelen bunu yapmayacaksınız. Siz muhtemelen şimdi yanınızda Üstatla birlikte deneyime dalacaksınız. Ve deneyimler sizi mutlaka tuzağa düşürecekler diye bir şey yok. Onlar sizi aşağıya çekmeyecekler. Deneyimler sizi korkutmak yerine, sizi içinden çıkamayacaksınız diye korkutmak yerine aniden keyifli olacaklar. Ama deneyim birden bire çok zevkli gelecek. Muhtemelen öyle olacak – çünkü Üstat umursamaz; Üstat sadece orada oturur ve sadece olanları gözlemler – ama insanın muhtemelen yeni bir tutkusu ve yeni bir deneyimi olacaktır.Ve benim burada dikkat çektiğim nokta, bu inandığınız şeyle ilgili değil. Siz inançlara sahip olabilirsiniz ama sonuçta her şey sizin izin vermenizle ilgilidir.

 

İzin Vermek

Peki İzin Vermek nedir? İzin Vermek nedir? Yani bu kulağa çok basit geliyor, “Ben izin veriyorum” ama yine de onu bir inanca, bir veçheye dönüştüren birçok Şambra var (izleyiciler, “Aah” ve “Hım” derler), “Benim izin vermem gerek. Ben İzin Vermeye inanıyorum.” O kesinlikle bir inanç değildir. İzin Vermek sadece izin vermektir. İzin Vermek, “Ben bir anlığına sessiz olup kendimi potansiyellere açacağım.” demektir – o, Ve’dir – “şu anda görmemiş olabileceğim şeyler” çünkü siz çok daha fazla potansiyelin varlığının farkına varacaksınız. Ve İzin Vermek, ejderhanın yardımıyla o eski dikilitaş inançlarını yoldan çekmektir.

İzin Vermek sadece budur. Kendini henüz farkındalık alanında olmayana açmaktır. İzin Vermek şöyle demektir, “Ben kendi yolumdan çekileceğim.” Böylece Ben’im, Üstat, insanın gerçek dışavurumu, veçhelerin ve eski inançların yükünü taşımayan insan farkında olmaya başlayabilir, şeyleri idrak eder ve enerjiyle oynamaya başlar.

İzin veren insan... ben bunu bazen şu şekilde görüyorum. İnsan duvara çarpıyor ve sonra ne yapacağını bilmiyor, o, kendini zihinsel olarak tüketmiş oluyor, o, her türlü insan çözümünü deniyor ama çok inanç merkezli bir açıdan, çok dar bir açıdan bakıyor. Ama kayboluyor. Tuzağa yakalanıyor. Sona geliyor, duvara tosluyor ve sonra derin bir nefes alıp, “Ah! Ben sadece izin veriyorum.” diyor. İşte FM’in şu anda hepiniz için o yolu açmasına yardımcı oluyor. O, Üstat, insan, Ben’im arasındaki iletişimi açıyor. O, hemen yanı başınızda oturan sezgiye ve bilgeliğe giden yolu açıyor.

İnandığınız şeyle ilgili değil. Bu zerre kadar bir fark oluşturmaz ve ben bunun sizin tüm inançlarınızı salıvermeniz için iyi bir ay olduğunu söyleyeceğim. Bu, cehennem kadar korkunç gelen bir şeydir çünkü insan inançlardan hoşlanır. “Ben inançlarımı tamamen bırakacağım” demek cehennem kadar korkutur çünkü onlar sizin pusulanızdır, onlar şu anda size rehberlik eden, sizi bozmayan – sizi bozulmaktan alıkoyduğuna inandığınız - sistemlerinizdir. Ama onlar aslında sizi aşağıda tutuyorlar. Ejderhanın gelip bu inançları göstermesi için ne kadar harika bir ay çünkü bir sürü eski inanç var... ve onlar siz kabul ederseniz ortaya çıkabilirler, “Iyy! Ben bundan hoşlanmadım. Ben bunu seçmeyeceğim. Ben yaşamımda bir noktada insanla, üstatla deneyimler yaşayacağım. Benim etrafımda o eski saçmalıklara yer yok.”

İzin Vermek önceden bir saptama yapmadan yapılır. Siz, “İşte şöyle sonuçlanmalı.” demezsiniz. İzin Vermek, “Benim bir insan olarak hikayenin nasıl sona ereceği konusunda bir fikrim yok ama ben bunu deneyimlemeye istekliyim. Ben hikayede daha büyük bir bilince ve bilgeliğe izin veriyorum. Ben tüm potansiyellere izin veriyorum. Ben, bir şeye ulaşmak için çok çalışılması gerektiğine ya da aydınlanmanın sadece insan yaşamının sonunda geldiğine veya aydınlanmak için spiritüel ders alınması gerektiğine dair o eski kavramları salıveriyorum” demektir. Ben tüm o veçheleri salıveriyorum. Ben onları hayatımda şimdi bilge fasetalar haline getiriyorum ve ben izin veriyorum.

İzin vermek bir inanç olmamalı. O, bir inanç değildir. İzin vermek – kendini kendine açmaktır. Dünyaya değil. İzin vermek insanların sizin üzerinize basıp geçmeleri ya da sizden çalmaları ya da buna benzer bir şey değildir. O, sizinle Üstat ve Ben’im arasında olan bir şeydir, “Ben olduğum her şeye izin veriyorum.” demektir. O kadar. Sonra o dikilitaşlar aniden değişirler ve onlar artık sizin sıkışmaya eğilimli olduğunuz o kadar büyük, soğuk taşlar değillerdir ama bu aslında aniden tamamıyla sizin hizmetinizde olan enerjiye geri dönmek demektir. Saf enerjiye ya da bu para enerjisi de olabilir. Diğer insanların enerjisi olabilir, her neyse bunun bir önemi yoktur. Ama aniden inanç statüsünden çıkılır ve İzin Vermeye geçilir, sizin aslında harika parçalarınız olan fasetalara geçilir.

O halde hadi hemen şimdi derin bir nefes alalım, bölüm bir. İnandığınız şeyle ilgili değil. Ben Kuthumi’nin uzun bir zamandır böyle güzel bir söz söylediğini duymamıştım. İnandığınız şeyle ilgili değil. Heh! Bununla zerre kadar alakası yok. Sizin inançlarınız bir açıdan sahtedir. Onlar siz çocukken ya da siz ruhsal olarak olgun değilken eğlencelidirler ama siz olgunlaştığınızda aniden şunu fark edersiniz, “Bu inançlar beni gerçekten geri tutuyorlar.” Bu, sizin inandığınız şeyle ilgili değil. Bu sizin iyi bir yaşama inanmanızla ilgili bir şey değil ve sizin aydınlanmanıza inanmanızla ilgili bir şey değil ya da sizi bunlardan uzak tutan bir şey olduğuna inanmanızla ilgili bir şey değil. Bu, sizin izin vermenizle ilgili bir şey.

Hadi hemen şimdi derin bir nefes alalım ve bu anı izin vermek için kullanalım.

İzin Vermekte zorlamak ya da buna benzer bir şey yoktur. Siz bir mantra tekrarlamazsınız. Bir olumlama yapmazsınız. Çok basit, “Ben olduğum her şeye kendimi açıyorum. Ve ben insan olarak tüm sorumluluğu almak, tüm yükü üstlenmek ve korkmak zorunda değilim. Ben olduğum her şeye izin veriyorum.

Yani bu ay veçhe aktiviteleri için için harika bir zaman. Bazılarınız rüyalarında görmeye başladılar bile (Adamus kıkırdar) ve inançlarla ilgili faaliyetler başladı. Hatırlayın, veçheler inançların arkasına saklanıyorlar.

Bölüm 2

2. Bölüm. Hadi derin bir nefes alalım. 2. Bölüm.

2. Bölüm biraz daha farklı ama bir şekilde diğer bölümle bağlantılı. Bizim bir yazı tahtasına gereksinimimiz var ya da bu günlerde her ne kullanıyorsanız ona, eğer asla çalışmayan o elektronik şeyden varsa (kahkahalar) biz sonunda beyaz tahtayı getiririz. Beni haksız çıkar. Beni haksız çıkar. (bir kadın, “Bu bir inanç der)

ADAMUS: Ben sadece – evet, evet. Evet. (Adamus kıkırdar) Hayır, FM bir daha işe karışmayacağına söz verdi. Evet.

MARY: O zaman bu bir inanç mı?

ADAMUS: Onun işe karışmayacak olması mı?

MARY: Hayır, cihazın çalışmayacak olması.

ADAMUS: Bu bir gözlem. (kahkahalar artar) Bir şeyi gözlemlemek ve bir şeye inanmak onu gerçek yapar çünkü enerjiler onu desteklerler. O halde inançlarımızı değiştirelim mi? (birisi, “Evet.” der) Peki. Teknoloji çalışıyor. (Ekran açılınca izleyeyenler, “Ohhh!” derler) Evet ama kimse buna gerçekten inanmıyor. Hepinizde şüphe var. Sonrasında şöyle diyorsunuz, “Evet sonra benim bilgisayarım bozuldu.” ya da “Evet sonra...” ne diyorsunuz – “bir virüs bulaştı.” ya da “Sonra şu oldu...” demek. Birinin gelip sizin her şeyinizi, kimliğiniz aldığı şey neydi? (birisi, “hekleme” der) Ah, onu yapan sizin Üstadınız! Ha! Ha! (birisi de, “Ha! Ha!” diye yüksek sesle güler) Komik işte. Komik. (bazı kıkırdamalar) Bu benim bugünkü ikinci en iyi esprimdi.

İşte, Linda, beş tane kutucuk olacak. Ama bu arada ben bizim bunun provasını yaptığımızı söyleyerek söze başlamak istiyorum. Bizim bunun provasını yapmamız gerekti. Siz burada değildiniz. Biz bunu son Eşik çalışmasında denedik ve yaptık ama ben bunu burada yaptığımızda enerjilerin çok uyumlu olmasını istedim, bilirsiniz işte, bu bazen - bunu Cauldre diyor – sakat oluyor. Tuhaf oluyor. O nedenle biz bunu son Eşik çalılmasında prova ettik. Ben onlara bunu tüm Şambra’ya sunacağımı söyledim. Onlar bunu yapmamam için bana rüşvet teklif ettiler ama ben o kadar kolay satın alınamam.

İşte, Linda, biz beş madde yazacağız. Sen bunu daha önce yapmıştın hatırla. Listenin başına, en baştaki kutucuğa, beş kutucuktan en üsttekine sadece “Melek” sözcüğünü yaz.

 

~ Melek

Melek. Hatırlarsanız ve hatırlar gibisiniz, siz bir melek olarak uzun bir zaman önce – çok, çok, çok uzun bir zaman önce yola koyuldunuz, melek fiziksel olmayan bir varlık için kullanılan iddiasız bir sözcük. Sizin bir formunuz yoktu. Sizin bir ışığınız yoktu. Siz bir yolculuğa çıkmıştınız, bir keşfe, “Ben kimim?” Siz daha sonra insan deneyimine dönüşen bir deneyim yaşamaya başladınız ama siz sadece keşfetmeye, sadece oynamaya çıkmıştınız. Kurallar yoktu. İnançlar yoktu. Hiçbir şey yoktu. Siz önceden bir forma sahip olmayan ışık saçan saf bir varlıktınız. Sizin şimdi sahip olmadığınız bir şeyiniz vardı. Sizin bir adınız vardı. Sizin bir adınız vardı.

Şimdi, Bob veya Jane gibi bir ad değil, sizin enerjetik bir adınız vardı denilebilir. Siz kendinizi tehlikeye attığınız her seferinde kendinizi bu şekilde geri çağırıyordunuz, bunun birkaç nedeni vardı – siz böylece kaybolmuyordunuz. Siz adınız sayesinde evin yolunu buluyordunuz.

Şimdi – insanlar lineerdir – onların adları değişir. Rezonans, frekans, vibrasyon, adların sesi değişir ama o yine bir addır. O nedenle siz o New Age adları alıp, “Benim adım şu.” diye çıkıp gelmeyin. Sizin adınız değişir. Sizin adınız gerçekte telaffuz edilemez ama sizin adınız şeydir – bazıları onu ruh damgası olarak adlandırırlar. O vardır ve o sizdir. Siz sadece adınızla başladınız, kendinizle. O ad size yolda sizin gibi formsuz olan, gerçekten hiçbir maziye sahip olmayan diğer ruhlu varlıklar arasında bir kimlik kazandırdı ve ben sizi o şekilde bilebildim ve tanıyabildim. Yani sizin meleksi bir varlık olarak bir adınız vardı.

Yolun bir yerinde, yaradılış dinamikleri nedeniyle, harika dinamikler nedeniyle enerji durma noktasına geldi. Siz bu konuda Tobias’ın Journey of the Angels (Meleklerin Yolculuğu) çalışmasında daha çok şey okuyabilir ve izleyebilirsiniz ve bu biraz metafor biraz da gerçektir. Orada bilinç ve enerji konusunda – sanırım ben bunu biraz daha faklı anlatacağım – büyük bir sorun çıktı. Sizin bir adınız vardı ama formunuz yoktu, siz enerji konusunda usta değildiniz. Siz bilincin çocuklarıydınız ama Ben’im’den gelen o şeye uyumlanmamıştınız; onun adı enerjiydi. O, bilinçten geliyordu. Siz, “Ben bununla ne yapacağım?” dediniz.

Tobias’ın öyküde anlattığına göre tüm enerji ve yaradılış bir durma noktasına geldi. Ben biraz daha farklı söylüyorum. Sorun daha çok enerjiyle ne yapılacağı sorusuna ilişkin bir sorundu. Çok kötü bir şey olmuş da her şey bir tortuya dönüşmüş değildi. Bu, “Ben tortularla ne yapacağımı bile bilmiyorum. Ben ne yapacağım? Benim enerjiyle nasıl bir ilişkim var?” meselesiydi.

~ Dünya

Bu harika yer Yay Düzeni tarafından yaratıldı – sıradaki “Dünya” (Linda’ya) – Yay Düzeni tarafından. Ben bunun tüm yaradılışta şimdiye kadarki en büyük deneyim/deney olduğunu söyleyeceğim çünkü o çok sınırlıdır. O, çok yerçekimine sahiptir. O, çok duyusaldır ama yine de çok zor ve çok meydan okuyan bir şeydir. O, içinde kaybolabileceğiniz bir inançtır. Dünyanın kendisi sadece bir inançtır. Ben fiziksel gezegenden bahsetmiyorum; ben burada yaşanan deneyimden bahsediyorum, o, sadece bir inançtır. Ve ben o nedenle aslolanın inandığınızla değil, izin verdiğinizle ilgili olduğunu söylüyorum.

Bu arada bazıları, “Dünya düzdür.” bir inançtı ve biz şimdi gerçeği biliyoruz. Dünya yuvarlaktır.” diyecektir. Ah, hayır benim sevgili arkadaşlarım. (bazı kıkırdamalar) Bu, bir inançtır, hayır, o aslında yuvarlak değildir. (birisi, “O düzdür.” der) O, şöyle algılanır... (kahkahalar) O, yuvarlak algılanır ve fizik onu sonra öyle geçerli kılar ve ölçümler yapar ve onun yuvarlak olduğunu söyler ve o sonra yuvarlak olur ve ne tuhaf ki Avustralya’daki insanlar oradan düşmez. İlginç. Ama o aslında yuvarlak değildir. Bu, sadece bir inançtır. Ama bilim, “Hayır! Hayır! O, yuvarlaktır. O, yuvarlak olmalı. Biz ölçtük.” der. Aslında Dünya için en yakın benzetme onun bir sicim gibi olmasıdır. Eğer bir şey söylenecekse o bir sicimdir. Bilirsiniz işte, o, yuvarlak bir top gibi değildir ama bunu varsayarsanız, buna inanırsanız öyle olur. Ama siz bir gün onun bir sicim olduğunu fark edeceksiniz. O, çok esnektir. Ben fiziksel gezegen olarak Dünya’dan bahsediyorum. O, çok esnektir. O, bazen sallanır, bazen akar. O, bazen düğümlenir. O, bazen yuvarlakmış gibi, bazen de düzmüş gibi bir illüzyon yaratır. Dünya gerçekten de bir sicim gibidir. Yani, evet. Siz şimdi tüm gece bu konuda kaygılanacaksınız. (bazı kıkırdamalar) İşte Sicim Teorisi de buradan çıkmıştır. (kıkırdamalar artar)

İşte siz Dünya’ya geldiniz. Siz Dünya’ya geldiniz ve vay be nasıl bir deneyim. Siz Dünya’ya geldiniz ve gerçekten unuttunuz çünkü bu – ben bunun bir kandırmaca olduğunu söylemek istemiyorum ama bu sadece bir meydan okuma değildi, ne olacağı belliydi . Sizde buraya gelip her şeyi unutacağınıza ve lanet olası adınızı unutacağınıza dair bir biliş vardı. İşin en zor kısmı buydu. Yani unutkanlık ya da sadece “unutmak” sözcüğü ki biz sicimin alanının dışına çıkmayalım.

 

~ Unutmak

Siz buraya geldiniz ve unuttunuz. Siz kim olduğunuzu unuttunuz. Siz adınızı unuttunuz. Ve ben adınız derken sizin rezonansınızdan bahsediyorum. Bunun için bir insan sözcüğü mevcut değil. O, sizin ışığınız, sizin titreşiminiz, sizin kimliğinizdir. Siz unuttunuz. Ve siz unutmuş bir halde etrafta gezmeye başladınız ve inançlar yaratmaya başladınız çünkü siz şu noktadaydınız, “Ben kim olduğumu ve neden burada olduğumu unuttum.” ve siz aniden kendinizi bu fiziksel bedenin içinde buldunuz ve sonra gezmeye başladınız. Sizin yanıtları bulmanız gerekiyordu. Ve siz sonra bir yaşamdan diğerine, bir yaşamdan diğerine gezmeye başladınız ama siz hatırlamaya çalıştığınızı da unuttunuz. Ve öyle olunca inançlar yaratmaya başladınız, “Buna inanmam lazım yoksa elimde hiçbir şeyim olmaz. Ben insanların iyi olduğuna, kötü olduğuna, Dünya’nın yuvarlak olduğuna, atların bizi geçebileceğine inanmalıyım...” Atlar size benim ne kadar uzakta olduğumu gösterirler. (kahkahalar) “Otomobiller seni geçebilirler. Parmağını şeye sokma...” (birisi, “prize” der) “Prize.” Evet. Ben bir başkasının kulağına diyecektim ama priz de iyi. (bazı kıkırdamalar) Siz gezintinizde adınızı geri almanıza yardımcı olmaları için tüm bu inançları geliştirdiniz ama bu bir işe yaramadı. Şimdi sizin gerçeklik manzaranıza dağılmış tüm bu inançlar doğal akışı ve izin Vermeyi engelliyorlar. Şimdi sizin tüm o veçheleriniz var.

Şimdi, inançlar konusunda ilginç olan şey, onların duyulara dönüşmüş olmalarıdır. Öyle değillerdi. Aslında o duyuları insanlar yaptılar. Siz inançları realiteyi algılama şekline dönüştürdünüz ve sonra da onlara inandınız. Yani siz unuttunuz ve sizin buradaki planınızda sonra şu oldu, sıradaki sevgili Linda, ben onu “Saygınlığını Yitirmek.” diye adlandırıyorum.

 

~ Saygınlığını Yitirmek

Siz kim olduğunuzu, neden burada olduğunuzu, ne yaptığınızı unuttuğunuzda deneyimleme şeklinizin bir parçası olarak saygınlığınızı yitirdiniz. Ve benim için, şey, bilirsiniz işte, benim yaptığım saygınlık tanımını hatırlayan var mı? Saygınlık, saygınlık... sizin kapı komşunuzdur. Hayır, öyle sayılmaz. (birisi, “Algılama yeteneği.” der) Enerjinin size hizmet etmesine izin vermektir. Evet. Algılama yeteneğiyle aynı şeydir. Enerjiye izin vermektir. Siz öncelikle buraya ne için geldiğinizi unuttunuz – “Hadi şu enerji olayını çözelim. Bilinç ve enerji arasında nasıl bir ilişki vardır?” Enerjiyle ne yapılabilir?

Enerji, Ben’im’in şimdiye kadar imajine ettiği en muazzam armağandır ama siz sonra unuttunuz. Siz saygınlığınızı yitirdiniz. Siz, Tanrı nezdinde saygınlığınızı değil, herhangi birinin nezdinde saygınlığınızı değil, siz enerjinin size hizmet etmesi konusundaki saygınlığınızı yitirdiniz. Siz onun bir kölesi haline geldiniz. Siz o nedenle, “Benim çok çalışmam gerek.” şeklinde bir inanç geliştirdiniz. “Ben çok çalışmalıyım çünkü enerji dışarıdan temin ediliyor, benim onu bir şekilde elde etmem gerekir.” Siz o nedenle saygınlığınızı yitirdiniz, siz çok doğal bir işlem olan enerjinin size hizmet etmesine artık izin vermediniz. Aslında, bu, çok doğal bir işlemdir. Sizin bunun için çok yüksek bir I.Q’ya veya buna benzer bir şeye gereksiniminiz yok. Herkes enerjiye izin verebilir. Ama sizin, “O, öyle değil.” diyen bir inancınız olabilir ve siz onun için çok çalışmanız gerektiğine ya da enerjinin elde edilmesi zor bir şey olduğuna inanabilirsiniz, siz, “Ben daha önce denedim ve ben hep düşüş yaşadım.” diyebilirsiniz. Eh, evet, siz bunu birçok inanç ve birçok veçheyle birlikte denediniz ve siz kim olduğunuzu unuttunuz.

Siz bunu şimdi onlar olmadan deneyin, o çöpler olmadan deneyin. Enerjinin size hizmet etmesini sağlamaya çalışın. Geçmişe gitmeyin ve daha önce olanlarla bağlantı kurmayın çünkü onlar geçmişte oldu ki o bile değiştirilebilir. Ama siz... (bir cep telefonu çalar, izleyiciler, “Ahhh! derler) Çalmadı. Sadece bir bildirimdi. Ah! Adamus’la saygınlığı yitirmeyi haber veriyor. (bazı kıkırdamalar)

Siz saygınlığınızı yitirdiniz ve enerjinin size hizmet etmesine izin vermeyi durdurdunuz. Sonra çok çekirdek düzeyde bir şey olmaya başladı. Siz bu olanı açıkça ifade etmemiş ya da düşünmemiş olabilirsiniz, “Ama ben buraya enerjiyi ve bilinci öğrenmeye, o yaşam oyun alanında oynamaya geldim ve ben oynamak için bazı inançlar bile yarattım ve ben onlara sıkışıp kaldım ve enerji bana hizmet etmiyor. Ah, ben sorunun ne olduğunu biliyorum, sorun benim bunların hepsini uyduruyor olmam. Ben uyduruyorum çünkü ben sadece bir insan yaşamı yaşamaya çalışıyorum ki bu da oldukça sıkıcı olabiliyor ve benim, bilirsin işte, Yeni Çağ felsefesi gibi şeyler yaratmam gerekti.” Kapa çeneni! (bazı kıkırdamalar) Yani, böyle oluyor demek istiyorum. Ben böyle olduğunu görüyor ve hissediyorum.

Siz o nedenle zihin bataklığına batmaya başladınız, hayır, gerçek şu ki siz saygınlığınızı yitirdiniz. Siz enerjinin size hizmet etmesini durdurdunuz. Siz bunu – şakk! – diye bir anda değiştirebilirsiniz. Ve siz adınızı geri alablirsiniz, siz buraya öncelikle ne için geldinizi hatırlayabilirsiniz – bu, enerji konusundaki büyük keşif ve onun size nasıl hizmet ettiğidir ve oyun alanında bu şekilde oynanabilir.

Ama bunlar şimdi söyleyeceğim şeyin yanında küçük kalır. Sonra en rahatsız edici ve en can sıkıcı şey oldu, her şeyden daha rahatsız edici bir şey. Siz öz saygınızı kaybettiniz. Siz lanet olası öz saygınızı kaybettiniz – “öz saygının kaybedilmesi” (Linda’ya) – ve bu, kaybedilenler arasında en üzücü olan şeylerden biri.

 

Öz Saygının Kaybedilmesi

Öz saygının kendine saygı, kendinin farkında olma, kendine sevgi duyma olduğunu söyleyebiliriz ve siz öz saygınızı yolda kaybettiniz. Biz bunu şimdi değiştireceğiz. Biz öz saygıyı geri getireceğiz ama... siz sonrasında onursuzca şeyleri türeten veya abartan insan inançlarına geri düşüyorsunuz.

Şimdi, ben bugün Cauldre’den biraz öz saygı için, sizin yaşamınıza geri getireceğiniz öz saygıyı temsil etmesi için biraz daha özenli giyinmesini istediğimi söylemeliyim. Bu sizin de giyinmeniz gerekiyor anlamına gelmez ama sizin arada sırada kendinize saygı göstermeniz canınızı acıtmaz. İnsan egosu paçavralara bürünmüştü, onun kendine saygısı yoktu ve siz onu bir arada tutmaya mı çalışıyorsunuz? Ben sizin onu bir arada tutmak için nasıl çaba gösterdiğinizi – onu yapıştırmaya, zımbalamaya, bir arada tutmak için her neyse onu yapmaya çalıştığınızı – gördüm ama bu işe yaramayacaktır.

Benim görüşüme göre insan olmak göreceli olarak onursuz bir şeydir. Onurlu bir şey olabilirdi ama değil. Bir kişiyi onursuz yapan birçok şey var. Bunlar - özellikle uçakta ekonomi sınıfında oturmak gibi - çok açık, gerçekçi şeyler. (bazı kıkırdamalar) Ben gerçekten ciddiyim. Bilirsiniz işte, o şekilde bir uçakta oturmak, suistimal edilmek, insan hayatının onurlu olmaması ve ben sizin buna neden katlandığınız, bilmiyorum. Siz neden ekonomi sınıfında oturmayı haklı çıkarıyorsunuz bilmiyorum.

Evet, biz sizin bir uçakta uçmaya ihtiyacınız olmadığı bir yere gidiyoruz, eğer uçacaksanız da bu ya first class olacak ya da kendi uçağınız. Ama sizin bir sürü para ödeyip o küçük alanda sıkışıp oturmanız, o küçük alandayken kötü muamele görmeniz ne kadar onursuzca bir şeydir. Bu, onursuzluktur. Ben Şambra’ya uzun zamandır eğer uçacaksanız ya da her neyse onu yapacaksanız doğru yapın diyorum. Doğru yapın. Ve ben bu konuda birçok Şambra’dan tepki alıyorum. Onlar, “Ah, sen anlamıyorsun.” diyorlar. Hayır, ben çok iyi anlıyorum. Siz arkada oturmak istiyorsunuz. Siz o deneyimden zevk alıyorsunuz. Siz bu gezegende öz saygısı olmayan bir varlık olmaktan hoşlanıyorsunuz. Siz o inanç sistemine, o eski oyuna devam etmek istiyorsunuz, devam edin. Devam edin. Ve siz tepeden bakıp enerjinin nasıl birleştiğini izleyin ve siz başkalarının da bineceği o lanet uçağa rötar yaptıracaksınız. Siz pistte oturacaksınız ya da sizin inancınızdan dolayı ve sizin kendinize saygınız olmamasından dolayı ekipman sorunları çıkacak.

Öz saygı bir ışık gibidir. O, bir ışık gibidir.

Şimdi, ben sizin kendinize saygınızdan bahsediyorum ama insan olmak da onursuz bir şeydir. Sizin o insan bedeniniz var. O, onursuz şeyler yapıyor. (bazıları kıkırdarlar ve onaylar) Yapıyor. O, zaman zaman çok onursuz ve utandırıcı oluyor. Siz asansöre biniyorsunuz. Siz asansörle 62 kat çıkıyorsunuz ve aniden öğle yemeği aşağı götürülüyor. İşte siz o sesi çıkarıyorsunuz ve asansörde o hafif koku oluyor (kahkahalar) ve eğer siz Linda iseniz Cauldre’ye “Ögh!” diyorsunuz. (kahkahalar artar) Çoğunuz bunu yapmayacaktır.

LİNDA: Pehh! Hey! Basit tut!

ADAMUS: Çoğunuz bunu yapmayacaktır ama bu bir öz saygı eksikliğidir. Yemek yeme zorunluluğu öz saygının kaybedilmesidir. Vergi verme zorunluluğu. Şimdi, biliyorum biz bu konuyla ilgili birçok şey konuşacağız ama vergi verme zorunluluğu. Şimdi, bir şey sunmak gerçekte şu şekilde olur, “Biliyorsun, ben bu toplumun bir üyesiyim. Ben çok adilane olduğunu hissettiğim bir şey vereceğim.” Ama vergi verme zorunluluğu ve sonra sizde olmadığı halde onların sizden her şeyinizi almaları onursuzluktur. Orta düzey yönetici titriyle bir hücrede çalışılan bir işe gitme zorunluluğu mümkün olabilecek en kötü onursuzluklardan biridir.

İnsan hayatında o kadar çok şey var ki... trafik. Şimdi, siz, “Ama gezegendeki yol böyle.” diyorsunuz, hadi o zaman bunu değiştirelim. Hadi onuru insan koşullarına geri getirelim çünkü şu anda öyle bir şey pek yok. Sıkıştırmanın, itiş kakışın olduğu yerde, bir sürü suç işlenen bir yerde, baskının dayanılmaz olduğu yerde, sabah kalkmak için enerjinizin olmadığı, aynaya bakıp, “Ah! Ah! Bana ne oluyor?” dediğiniz yerde öz saygıdan nasıl bahsedilebilir ki? Yaşlanmak – öz saygı yoksunluğudur. Bu gezegende ölmek – ölüm sürecinin bütününde kendine saygı hiç yoktur. Doğum – tam bir öz saygı yoksunluğudur. Doğarken neler oluyor bakın. (bazı kıkırdamalar) Sanki doğmanın daha iyi bir yolu olmalı demek istiyorum, sizin her biriniz ve hepiniz gezegene bu şekilde geldi. Ben, bunların gerçekten kendine karşı saygısızlık olduğunu anlatmak istiyorum ve bunu yapmanın daha iyi yolları var – Sam’in sadece kabuk beden olarak gelmesi gibi.

Biz bunu daha da genişletebiliriz. Benim burada dikkat çekmek istediğim nokta artık kendine saygı duyma zamanının gelmiş olması, bir kişi olarak öz saygıyı yeniden kazanma zamanı. Ve bunu sizden başka sizin için hiç kimse, hiç kimse yapamaz. Ben size bunu anlatabilirim. Ben size yaşamınızda neyin eksik olduğunu söyleyebilirim. Ama sadece siz yeniden kendinize saygı duyabilirsiniz. Öz saygı aslında – bir açıdan bir duyudur. Bir inanç olarak bir duyu değil ama siz şu anda bu gezegende gerçekte size ait olmayan o bedenin içinde sıkışmış olsanız da kendini algılama şekli olarak öz saygı. Ve bu hızla değişiyor, hızla. Siz kendi bedeninize kavuşuyorsunuz – ben “ışık beden” terimini sevmiyorum, siz şu anda Özgür Enerji Bedeninize kavuşuyorsunuz – ve o, saygıdeğer bir bedendir, çok saygıdeğer bir bedendir. Peki ya sizin atalarınıza ait olan diğer araç? Çok değersiz bir bedendir. Onun uyuması gerekiyor ve siz uyuyup uyandıktan sonra yorgun hissediyor – bunların hepsi kendine saygı duyulmamasındandır.

Hadi hemen şimdi güzel, derin bir nefes alalım.

 

Öz Saygıdan Yana Seçim Yapmak

Ben bir şey yapacağım, sonrasında da bir merabh yapacağız. Ben Linda’dan herkese bir not kağıdı dağıtmasını isteyeceğim, eğer siz de bunu seçiyorsanız ve eğer bizi internetten izliyorsanız siz de bir kağıda yazabilirsiniz. Siz merabhın sonunda – hemen şimdi değil ama merabhın sonunda çünkü ben onun tutku ve his içermesini istiyorum – not kağıdına “Ben kendime saygı duymayı seçiyorum” gibi basit bir şey yazın. Sizin aslında onun derin anlamını bilmeniz gerekmez ama öz saygı sizin kendinize duyduğunuz saygıdır.

Hepiniz meleksi ailelerin üyelerisiniz, liderlerisiniz. Siz meleksi ailelerin üst kademesindeydiniz ama siz burada çok uzun bir süre kalıp öz saygınızı yitirdiniz.

Merabhın sonunda, eğer seçiminiz bu yöndeyse, o kağıda basitçe, sizinle rezone olan, “Ben öz saygıyı seçiyorum” veya “Ben kendime saygı duyuyorum” gibi bir şey yazın. Sonra, eğer istiyorsanız, biz merabhı bitirdikten sonra, her şey sona erdikten sonra – Cauldre ve Jean benden jenerikten sonra da kalmamı istediler – bunu isteyenlerle, buna katılanlarla onları dışarı çıkaralım ve ön taraftaki kara kazana atıp yakalım. Biz onları dönüştürmek için yakalım, onları yok etmek için değil ama o enerjiyi dönüştürmek için, eterik olana yerleştirmek için yakalım ki sizin atmosferinizin bir parçası olsun, sizinle bütünleşsin. Yok etmek için yakmayın ama bütünleştirmek için yakın, eğer bunu seçiyoranız.

Hadi biraz müzik açalım ve bunu bir merabha taşıyalım.

 

Öz Saygının Dönüşü - Merabh

(müzik başlar)

Hadi sizinle yaptığmız bu harika toplantıda güzel, derin bir nefes alalım.

Biz bugün birçok şey konuştuk. Siz bu gezegende kaldığınızda benim tutkulu misyon diye adlandırdığım bir tutkunuzun olup olmayacağı sorusunu. O sizin için tutku duyduğunuz bir projeniz, en iyi anlatımla bir misyon gibi bir şeydir. Biz inançlar konusunda konuştuk, onların aslında nasıl tam bir kombinasyon olduklarını; onlar, eh, onların arkasında veçheler var ama inançlar aynı zamanda bir duyudur, realiteyi algılamanın bir şeklidir ve şu anda sizin ihtiyacınız olmayan birçok, birçok, birçok inanç var.

İnançları salıverdiğiniz zaman neler olduğunu izleyin, dünyanın yuvarlak olduğu inancı da buna dahil. O yuvarlak değil. Yani bilim onun yuvarlak olduğunu söylüyor ama bir VE var. Yuvarlak olduğu kesin, tamam ama gezegende yapılan tek gözlem neden o olsun?

Siz realitenin çok esnek olduğunu öğreneceksiniz ve siz gereksiniminiz olmayan inançları bıraktığınızda, siz hayatınızdaki çatı katını ve garajı temizlediğinizde ve siz inançları salıverdiğinizde inançların sistemi nasıl tıkadığını ve sizi izin vermekten nasıl alıkoyduğunu fark etmeye başlayacaksınız.

Ve biz bu bölüme geldik, sizin şimdi yaşamınızda öz saygıya yeniden izin vereceğiniz bölüme. Siz o kadar inanca, evet, o kadar yargıya, inanca sahipken öz saygıya ya da Ben kendime saygı duyuyorum’a gerçekten hiç yer yoktu. Ben kendime saygı ve onur duyuyorum.

Biz şimdi sizin yaşamınızda öz saygıya yeniden izin verdiğiniz, adınızın yeniden gelmesine izin verdiğiniz yere geliyoruz. Siz yapmak zorunda olduğunuzu düşündüğünüz şeyleri artık yapmayacaksınız, Gerçekleştirim için bir mücadele etmeyeceksiniz. Sadece kendinize saygı duymak için izin vereceksiniz.

Ben kendime saygı duyuyorum.”

Ve siz bir şeye sadece izin verdiğinizde ne oluyor biliyorsunuz değil mi? Eh, o zaman o size geliyor.

İnsan formunda olsanız bile, insan koşullarına sahip olsanız bile, adınızı hatırlamasanız bile öz saygı.

Bir meleksi varlık olarak kendine saygı duymak.

Bilinçli bir varlık olarak saygı duymak.

Kendinize saygı.

Ve ben sizden bunu hissetmenizi isteyeceğim. Eğer siz kendinize yeniden saygı duymayı seçiyorsanız, eğer siz onurlu olmaya yeniden izin veriyorsanız bir gözlemci olarak bir anlığına durun ve bunun enerjinin reaksiyonunu nasıl değiştirdiğini hissedin. Bu, enerjinin size, sizin bilincinize karşı reaksiyonunu nasıl değiştiriyor?

Siz bu gezegene enerji ve bilinç arasındaki ilişkiyi öğrenmek için geldiniz. Ah, siz öğreniyorsunuz. Siz şunu hiç öğrendiniz mi? Bunu hissetmek için bir an durun: siz öz saygıya izin verdiğinizde enerjiye ne olur?

(duraklama)

Hadi öteki türlüsünü duyumsayalım. Diyelim sizin kendinize çok az saygınız var. Şimdi enerjinin nasıl değiştiğini hissedin.

(duraklama)

Enerji ve öz saygı birbirlerine hemen karşılık veriyor, hemen karşılık veriyor. Biliyorsunuz, bazen enerjinin karşılık vermesi, şeylerin değişmesi sanki uzun bir süre alıyor ama ben sizden bunu bir anlığına hissetmenizi istiyorum.

İlk olarak, kendinize saygı duyma haline geçip, öz saygınızın yeniden dönmesine izin verin.

(duraklama)

Enerjinin nasıl karşılık verdiğini hissedin.

(daha uzun duraklama)

Biliyorsunuz sizin aslında öz saygı üzerinde çalışmanız gerekmez. Bu sizin üzerinde çalışacağınız bir şey değil. Siz ona izin verirsiniz. O kadar. Siz ona izin verirsiniz. Neden? Çünkü öz saygı doğal bir varoluş halidir. Öz saygının kaybolması doğal değildir.

Kendine saygı, kendine sevgi, ve kendini kabul olan öz saygı doğal bir haldir ve o nedenle sizin onun üzerinde çalışmanız gerekmez. Siz sadece onun geri dönmesine izin verirsiniz. Siz bu seçimi yaparsınız.

Siz öz saygınızın dönmesine izin verirseniz enerji tamamen farklı bir şekilde karşılık verir, enerji ile farklı bir ilişki oluşur.

O zaman hadi eskisine geri dönelim, öz saygının kaybolduğu duruma. İnsan koşullarında rahat veya saygıdeğer hissetmemeye. Geçmişiniz konunda saygıdeğer hissetmemeye ve kendi zihninizde bile saygıdeğer hissetmemeye. Enerjinin şimdi nasıl karşılık verdiğini hissedin.

(duraklama)

Saygınlığını yitirmek, kim olduğunu unutmak, enerjinin artık size hizmet etmesine izin vermemek. Ben bunun büyük bölümüyle değersiz, onursuz hissetmekten kaynaklandığını söylüyorum.

Ve sonra inançlar, kendinizi örttüğünüz inançlar bunu sadece daha çok pekiştirdi. İnançlar aslında başlangıçta sadece ilginç deneyimlerdi ama sonra size mezar olan, sizi bir sandığa sokan soğuk, sert yapılara dönüştüler. Öz saygının olmamasından kaynaklanan bu inançlar enerji sizin için çalışmayana dek, siz saygınlığınızı yitirene dek bunu sürekli ve sürekli pekiştirmeye devam etti.

Hadi biz bunu Şambra’da sona erdirelim. Bu, öz saygıya izin vermek ya da öz saygıyı seçmek kadar basit bir şeydir. Bu sizin varlığınızın özünde var olan bir şeydir.

Varolmanın özünü oluşturan birkaç tane doğal hal vardır. Biz bunları önümüzdeki toplantılarda işleyeceğiz ama varolmanın doğal halinin saptanan belli öğeleri var. Onlardan biri öz saygıdır.

Ve sevgili çevirmenler bu konuda strese girmeyin. Karşınıza öz saygı ile ilgili sözcükler çıktığında rehberlik edilmesine izin verin.

Ah, yaşamınızda kendinize saygı duymayalı ne kadar zaman oldu? Ben kaç yaşamdır diye mi sormalıydım? Siz kendinize saygı duymadan kaç, kaç, kaç yaşam geçirdiniz?

(duraklama)

Hadi bu veçheler, bu inançlar ayında birlikte derin bir nefes alalım. Siz kelimenin tam anlamıyla gülüp geçeceğiniz inançların farkına varacaksınız. Siz bir varlık olarak kendinize yeniden saygı duyacağınız bu ayda bunlara gülüp geçin sadece.

Evet, eski insan bedenini hatta zihni taşımakla ilgili hala çatışmalar var. Ama siz öz saygıya izin verdiğinizde bunlar çok daha hızlı bir şekilde dönüşeceklerdir.

Şunu hatırlayın, öz saygı enerjiyi değiştirmenin en hızlı yollarından biridir, en hızlılarından. Siz onu zorlayamazsınız demek istiyorum. Siz öz saygıyı zorlayamazsnız. Bu, basitçe İzin Vermekle ilgili bir şeydir. Sizin sadece, “Ben saygıdeğerim.” diye bir şeye inanamazsınız ve bunu bir mantra olumlamasıyla getiremezsiniz. Bu, izin vermekle ilgilidir, yeniden saygıdeğer bir varlık olmakla ilgili bir şeydir.

Bunun sadece enerjide değil sizin yaşamınızda, sizin yürüyüş şeklinizde sizin inançları ele alma veya parçalama şeklinizde nasıl bir fark oluşturacağını imajine edin. Evet, öz saygı gibi bir şey sizin nefesinizi bile etkiler.

İşte eğer seçiyorsanız zamanı geldi – siz bunu hangi şekilde yazmak istiyorsanız yazın, siz, “Ben kendime saygı duymayı seçiyorum. Ben özsaygımın yeniden geri gelmesine izin veriyorum.” gibi kendi sözcüklerinizi kullanabilirsiniz – eğer hazırsanız, başlayın ve yazın.

(duraklama)

Siz şu anda fark etseniz de etmeseniz de ben bunun oldukça derin bir şey olduğunu söyleyecek kadar ileri gideceğim.

Siz kendine saygı duymayan bir Yükselmiş Üstat hayal edebilir misiniz? Peh! Bu basitçe mümkün değildir. Siz kendinizi öz saygısı olmayan Yükselmiş bir Üstat olarak hayal edebilir misiniz? Hayır. Hayır.

Hadi derin bir nefes alalım ve eğer bu seçimi yapıyorsanız öz saygıyı yaşamınıza yeniden getirelim. Ben bunun birçok insan için birçok farklı anlamı var biliyorum, bu, bazıları için çok gerçekçi, bazıları için de daha çok ezoterik bir düzeyde bir anlam taşıyor. Fark etmez. Sadece öz saygı hayatınıza geri gelsin.

Hadi güzel, derin bir nefes alalım ve bugünkü prodüksüyonunuzu tamamen bitirdikten sonra ön tarafa gelin, kağıtlarınızı kara kazana atın ve daha sonra şiddetli kar fırtınasında onu yakın. (bazı kıkırdamalar) Ve siz onları yaktığınızda sembolik olarak o söz, sizin o seçiminiz her yere gider – havaya, etere, her yere – ve sonra sizin yaşamınıza geri döner.

Bunun yanı sıra benim sevgili dostlarım, ah, nasıl günler geçiriyoruz ve ben Yükselmiş Üstatlar Kulübü’nde ne öyküler anlatacağım. Ve onlar bana hangi yönde oy kullanacağımı sorduklarında, onlar bana bu tutkulu misyon ve özgürlük konusunda hangi yönde oy kullanacağımı sorduklarında çünkü hepsi benim dönüşümü bekliyor benim onlara vereceğim çok net bir yanıtım olacak: her ikisi de.

Bununla birlikte tüm yaratımda her şeyin yolunda olduğunu hatırlayın. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. (izleyiciler alkışlarlar)

İngilizceden çeviren: Meltem Taban